Hz. Bediüzzaman (ra), sosyalizmle ilgili olarak şu tesbitte bulunur: "Bizde halkı harekete geçiren, kaynaktaki kudsiyettir. Kudsî bir kaynağa dayanmayan, Din'le teması olmayan hiçbir akım Türkiye'de başarılı olamaz." Sosyalistlerin de, Kemalistlerin de, liberallerin de göremediği bu gerçek, İslâm dünyası sathında Din'e dayanmayan bütün akımlar için geçerlidir. Bu tesbit, Türkiye'nin ve İslâm dünyasının problemlerinin çözüm adresini de göstermektedir.
Bir başlangıç değil, Osmanlı yıkılışının sonu ve yekûn hattı olan Cumhuriyet, 1925'ten itibaren İslâm'ı kanun ve zorun gücüyle bütün içtimaî ve siyasî hayattan silmeye girişirken iki gerçeğin farkında değildi. İslâm adına her son, yepyeni bir başlangıcı işaret eder. Moğollar 1258'de İslâm medeniyetinin ilk dönemine nokta korken, bu medeniyetin ikinci döneminin tohumu toprağa düşüyor, Osman Gazi dünyaya geliyordu. 1925'te bu medeniyetin ikinci döneminin yekûn hattı çekilirken, Peygamber Efendimiz'e Hira'da ilk vahyin gelişiyle başlayan bir sürecin iz düşümünün ilk ışıkları en ücra bir yerde parlamaya başlıyordu. İkinci olarak, Cumhuriyet, İslâm'ı içtimaî ve siyasî hayattan silmeye çalışmakla farkına varmadan bir enkazı temizliyor, İslâm'ın bütün dünyada hayata hayat olması adına Türkiye'yi bir "arazi-i mevad (ölü arazi)" haline getiriyordu; ölümün çok daha mükemmel ve muhteşem bir hayatın başlangıcı olduğunu da bilmeden yapıyordu bunu. "Arazi-i mevad" kim onun etrafına çit çeker ve onu ekerse onundur; Türkiye arazi-i mevadına tohumlar çoktan düşmeye başlamıştı.
Sosyalisti-komünistiyle, Kemalisti ve liberaliyle aydınımız, İslâm'a hep yabancı gözüyle baktı. Öyle baktığı için İslâm'ı bilemediği gibi, bugün Türkiye'deki statik güce dayanan değişimin kodlarını da kavrayamıyorlar veya görmek istemiyorlar. Sürekli zemin kaybedenler, kaybetmeye baştan mahkûm olanlar da, vicdanlarını susturmak, kendilerini kandırmak için durmadan "Her yerde F-tipi yapılanma var; adliyeyi de, emniyeti de ele geçirdiler; orduyu da ele geçiriyorlar, siyasallaşıyorlar!" tamtamları çalıyorlar. Oysa misliyle tekerrür edip duran tarihe olsun bakabilselerdi, hiçbir dünyevî gücün mağlûp edemediği Roma'yı ve onunla ittifak eden dehşetli bir "nifak"ı, Âhir Zaman'da yeryüzüne ineceği va'd edilen Hz. Mesih'in etrafındaki bir avuç insanın tek bir yumruk sıkmadan, adliyeye de, emniyete de, orduya da girme gereği duymadan nasıl dize getirdiğini görürlerdi. Bunu gördükleri gibi, bugünün dünyasında aynı Roma'yı ve müttefiki "nifak"ı da görür ve Mesih'in yeryüzüne inmesinin manâsını da anlamış olurlardı.
Süper güçlerden bahsedip dururuz. Dünyada "Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna" kudsî beyanına mazhar tek bir kişiyle bile temsil edilen bir hareket varsa, süper güç daima odur. Süper denilen bütün diğer güçler, bu gerçek süper güç karşısında kartondan birer güçtür. Bundan dolayıdır ki, 2007'de "AB'ne kabul ediliyoruz" sevinç çığlıkları o kadar onur kırıcıydı ki, o zaman fakirane yazıma, "AB Türkiye'yi almadan, Türkiye AB'ni istiab edecek" başlığını atmıştım. Başbakanımız, "2023 yılında Türkiye, dünyanın ilk 10 ülkesinden biri olacak!" diyor. İnancı, idealleri ve müthiş performansıyla sayın Başbakan'a şöyle demek daha yakışırdı: "Dünyada tek bir güç vardır: Türkiye. 2023'te herkes bunu açıkça görecektir."
Tek Türkiye dizisine yeni dönemde "Son Karakol" alt ismi ekleyen STV'ye de küçük bir hatırlatmam olsun: 1909-1925 yılları arasında böyle bir alt isim konabilirdi; 1925'ten bu yana Türkiye için yakışan isim şudur: "İleri karakol!"
İslâm ile savaşılmaz. İslâm, asla mağlûp edilemez. Dolayısıyla Müslüman'ın da onu mağlûp edebilecek tek düşmanı kendisidir. Müslüman ancak kendine mağlûp olduğu zamandır ki, başkaları bu mağlûbiyeti tamamlar. Son örneği, II. Viyana Kuşatması'nda fethe bir saat kala sökün eden bozgun ve artık takip eden 2 asırdır. O da 1925'te bitmiştir. 1925'ten bu yana, arada bir inkıtalar yaşansa da, hep inşa, hep inşa vardır.
ZAMAN