Değişim Sancıları

KENAN ALPAY

Türkiye’de devletin kronik yapısal sorunları sebebiyle toplumun sokulduğu çıkmaz sokakların sayısı çok fazla. Her ne kadar bazıları bu gerçeği itiraf etmek istemese ve klasik Kemalist çizgiyi muhafazaya çabalasa da mevcut söylem ve yaklaşımlarla siyaset yapılamayacağı aşikâr. Bundan böyle Kemalist ulusalcı siyaset ve bürokrasinin başarı ihtimalinden değil olsa olsa süreci bir nebze daha geciktirme ihtimalinden bahsedilebilir. Bu açıdan dini, etnik, Alevi ve azınlık kimliklerine ilişkin devletin tutumunda esaslı değişimler kaçınılmazdır.

Ulus devlet yapısını koruma ve kollama görevini kendi uhdesine alan TSK’nın itibarı son bir kaç yıl içerisinde iyiden iyiye geriledi, zayıfladı. Devletin çelik çekirdeği mesabesindeki TSK, gelişen olaylar karşısında o kadar etkisiz kaldı ki İslami gelişmelere, Kürtlerin taleplerine, azınlıkların taleplerine karşı Türklük, laiklik, Atatürkçülük balyozu ile fiili veya psikolojik hareket yapamaz duruma düştü. Son olarak Genelkurmay Başkanlığı tarafından DTP-DTK’ne karşı yayınlanan bildiri kamuoyunda hiç bir dehşete, korkuya sebep olmadı. Tersine neredeyse bütün kesimler tarafından “işine bak” tavrıyla karşılandı ve terslendi.

Yargıtay ve Danıştay’ın hemen her gelişmeye devlet adına taraf olarak müdahil olma gücü de 12 Eylül referandumuyla birlikte epeyce törpülendi. Yüksek yargı temsilcileri uyarı adı altında siyasete ve topluma fırça atma, nizamat bildirme imtiyazlarını yitirdiler. Ordu ve yargının toplumun taleplerine karşı konumlandıkları belirginlik kazandıkça gerilemeleri kaçınılmaz bir süreç olarak gelişti.

Devletin muteber sermaye sınıfı TÜSİAD ise yeni sürece biraz isteksiz de olsa adapte olmanın mücadelesini veriyor. Koç ve Sabancı gibi sermaye devlerinin genelde siyaseten geri çekilmiş zaman zaman da yeni siyasal gelişmeleri hayra yoran beyanları bu adaptasyon sürecinin işaretleri. TÜSİAD’ın başına getirilen Ümit Boyner’in anayasa, başörtüsü, Kürt sorunu vs konularında yaptığı açıklamalar da klasik Kemalist çizgiden uzaklaşıldığının işaretlerini veriyor. Bu açıdan Boyner’in Diyarbakır’da Kürtçe türküler eşliğinde bazı DTP’li siyasetçilerle halay çekme görüntüleri sembolik önemi haiz bir fotoğraf olarak okunmalı.

Devletin kırmızı çizgileri olarak bilinen İslami kimlik ve Kürt sorununa dair sınırlar tümüyle yeniden çizilmiyorsa da ciddi değişimler yaşandığı muhakkak. Sürdürülmesi mümkün olmayan devletçi perspektif ve söylem revize ediliyor. Ancak her şeye rağmen çözümü daha çok Atatürkçülük, daha çok ulusalcılık ve laiklik, hatta acilen darbe yapılmasında gören zevatın varlığı da bir vakıa. Ne var ki Ergenekon ve Balyoz davalarına ilaveten sürdürülen ÇYDD ve ÇEV davaları da asker-sivil fanatik Kemalist kadroların içine girdiği açmazın geçen her gün derinleştiğinin bir göstergesi sayılmalıdır.

Diyarbakır’da düzenlenen çalıştayda kamuoyuna sunulan Demokratik Özerk Kürdistan başlıklı çalışma ile gündeme getirilen Öcalan’ın ‘yeni’ tezleri bakalım hangi türden gelişmeleri tetikleyecek. PKK-Öcalan siyasetinin doğal-meşru haklar üzerine monte etmeye çalıştığı ulusalcı-Stalinist dayatmalar hiç kuşkusuz Kürt halkı üzerinde çok önemli bir yük teşkil etmekte.

Demokratik Özerk Kürdistan projesi şimdiye kadar yoğun bir devlet dayatması ve şiddetine muhatap olmuş Kürt siyasetinin bu dayatma ve şiddet mantığını ne kadar içselleştirdiğini bir kez daha teyid etmektedir. Kemalizmin bütün bir toplumu dini kimliğinden soyutlayıp uluslaştırma, kişi kültü etrafında örgütleme mantığı neredeyse aynı mantalite ile Kürt toplumuna dayatılmak isteniyor.

Kullanılan dilin özerklik, demokrasi, öz savunma vs gibi kavramlarla örülmesi yanıltıcı olmasın. Söylem her şeyiyle etnik ve bölgesel bir proje etrafında şekilleniyor. Apo kültü etrafında adeta yeniden yaratılacak bir Kürt ulus toplumu hedefleniyor. Bu çerçevede BDP veya DTK’nın, değil Öcalan’a rağmen, Öcalan’ın bilgisi ve talimatı dışında siyasi bir söylem geliştirebilmesi dahi mümkün gözükmüyor.

Bu projenin ömrü ne olur, nereye kadar gider bilemeyiz. Ancak önceki örnek projeleri hatırlayanlar için yeni bir projenin tedavüle sokulması hiç de geç olmayacaktır. Bu noktada söz konusu girişimlere yönelik Hükümet kanadından verilen aşırı sert ve keskin tepkilerin de milliyetçi kutuplaştırma siyasetine dolaylı bir katkı ve son kertede ayrıştırma siyasetini güçlendirmeye yarayacağı görülmek zorunda.