Siyasetin kişiye özel renkleri elbette çok önemli. Liderler geniş kitleleri temsil ettikleri için sadece kendilerinden ibaret değiller.
Kızışan kişisel polemikler, aslında toplumsal iç dünyamızın tezahürleri. Referandumun galipleri ve mağlupları var. Galipler ve mağluplar, AK Parti'nin, CHP'nin veya MHP'nin liderleri değil; bu partilerin hâlâ temsil ettiği kitleler. Daha doğrusu bu kitlelerin eğilimleri ve talepleri. Eğilim "değişim"e yönelik, talepler "değişim" için. Değişim isteyenlerle direnenler karşı karşıya geliyor. Referandum sonuçlarından çıkartmamız gereken en önemli sonuç bu. Değişime direnen kaybetmeye devam edecek. Baykal'ın tekrar liderliğe soyunmasının değişim talebi içinde hiçbir anlamı olmadığı için bir önemi de yok. Bahçeli, değişime direndiği için MHP liderliğini bırakmak zorunda kalabilir.
Değişim talebi içeriksiz, istikametsiz bir eğilimdir. Değişim isteyenler sadece mevcut durumdan memnun olmadıklarını ifade etmiş olurlar. Değişim talebinin içini dolduranlar, değişimin lokomotifi olan siyasî aktörlerdir. 8 yıllık AK Parti hükümeti, Türkiye'nin değişim istikametini doğru okuduğu için girdiği her seçimi kazandı. Toplumun değişim taleplerini içselleştirdi. Bu taleplere bir yön ve içerik kazandırdı. 8 yıllık bir iktidarın hâlâ değişim dalgasının üstünde yoluna devam etmesi, kendi başarısından önce muhalefetin başarısızlığı olarak okunmalı. Çünkü her demokraside değişim arzusu, muhalefetin elinde ete kemiğe bürünür.
1982 Anayasası'nı savunmak, muhalefet için statükoya sarılmak anlamına geliyordu. CHP statükoyu, yerleştiği mevzileri boşaltarak geri bir hatta taşıdı. Kürt sorunu konusunda ilk defa "muhafazakâr-devletçi" çizgisinin dışına çıktı. Genel affı, seçim barajını, terör örgütü ile müzakereyi savundu. İç Hizmet Kanunu'nun darbelere zemin hazırladığı mugalatası yapılan meşhur 35. maddesinin değiştirilmesi için teşebbüse geçti. CHP lideri, tankların önüne çıkmaktan bahsetti. Darbe karşıtlığını, çoğu için inandırıcı gelmese de ileriye taşıdı. Çelişki, bu değişim sancılarının yanında referandum paketine karşı çıkmaktı.
MHP güçlü değişim taleplerine, bütünüyle içine kapanarak ve zırhlarını kuşanarak direnme yolunu seçti. Türkiye'nin son 30 yılına damgasını vuran "terör statükosu"nu sürdürmeyi denedi. Çözüme şiddetle karşı çıkarken, arayışları mahkûm etti. Hiçbir sebep sonuç ilişkisi kurulamadığı halde terör sorunu ile referandum paketi arasında özdeşliği savundu. Kendi tabanını, bu yüksek statüko direnci ile kilitlemeye çalıştı. Beklediğinin tersi oldu: MHP'nin arkasındaki taban bulunduğu yerde çakılı kalmak yerine, değişim kervanına takıldı.
Mevcut statükonun iki rahatsız edici tarafı var. Birincisi, devlet katında siyasî olarak üretilmiş iki temel sorunla varlığını sürdürüyor. İlki, askerlerin halk üzerindeki vesayete toplumsal taban sağlamak için ürettikleri laiklik sorunu. İkincisi, Türkiye'nin toplumsal doku itibarıyla kolaylıkla çözebilecekken, devlet katındaki düşman arayışları ile içinden çıkılmaz hale gelen Kürt sorunu. Siyaset bu iki sorunu da çözmek zorunda. CHP birincisi ile, MHP ise ikincisi ile nefes alıp veriyor. İkinci veche ise ekonominin değişim talebi. Devletle iç içe gelişen ve devlet aracılığıyla kârını maksimize etmeye çalışan ranta dayalı büyük sermaye, reel ekonominin soluğunu kesiyor. Gelişen ekonomik güçler ise devletten sadece gölge etmemesini talep ediyor. Devlet iktidarı kimse için haksız kazanç kapısı olmayacak ve adil rekabet koşullarını sürdürmek için devlet kendi işine gücüne bakacak.
Kürt sorununun terörle dışa vuran mevcut hali statükonun en güçlü ayağı. Topluma güvensizliği ve düşmanlığı yerleştirmek için yaratılan laiklik tartışmaları da ikinci ayağı. Sacayağının tamamlayıcı unsuru ise devletin ekonomiye yolsuz ve usulsüz müdahaleleri. Değişim işte bu üç temel sorundan kurtulma arzusunu ifade ediyor.
Referandum sonuçları, toplumdaki güçlü değişim talebinin bir tezahürü olarak okunmalı. Unutmayalım: Değişime direnenler için tarihin tozlu raflarında her zaman yer bulunur. m.turkone@zaman.com.tr
ZAMAN