Son asırların düşünce ve sosyo-siyasî dünyasını sloganlar ve sloganlaştırılan kavramlar esir almış durumda. Bu slogan ve kavramlar, bizi düşünme külfetinden kurtardığı gibi, cehaletimizi, hata ve yanlışlarımızı örtme fonksiyonu da görüyor, hattâ ne kadar ilerici ve modern olduğumuzu göstermeye de yetiyor.
İttihad ve Terakki, adı üstünde ittihad (birlik), terakki (ilerleme) ve hürriyet slogan ve kavramları üzerinde iktidara gelmişti. Özellikle terakki (progress), bütün modern çağı esir alan bir kavramdı. Saddam döneminde Irak'ın her tarafında uhuvvet (kardeşlik) ilavesiyle birlikte hemen aynı kavram veya sloganları görürdünüz. Günümüzün en gözde ve her meseleyi çözen, en girift sosyal-siyasî hadiseleri izah ediveren kavram ve sloganı ise değişim veya değişme.
Harf devrimine ilaveten yaptığımız dil devrimi dilimizi olabildiğince kısırlaştırdığı için tebdil, tebeddül, tağyir, tağayyür, tecdid, teceddüd gibi farklı manâlara gelen kavramların hepsini değişme/değişim kelimesiyle ifade ediveriyoruz. Oysa temelde "bedel" kökünden gelen tebeddül, bir şeyin yerine başka bir şeyin geçmesi; tebdil, bir şeyi başka bir şeyle değiştirme manâsınadır. Kur'an-ı Kerim'de Cenab-ı Allah'ın (cc) hem kâinatı yaratma ve hem de kâinatın hayatını sürdürmesi, işleyişi adına takdir buyurduğu sistem için "fıtrat" tabiri kullanıldığı gibi, aynı tabir İslâm için de kullanılır: "Allah'ın insanları ona göre, o temelde yarattığı fıtratıdır İslâm." (Rûm Sûresi/30:30) Yani İslâm, kâinatın da, insanın da "din"idir. Bu cümlenin devamında "Allah'ın yaratması için değiştirme (tebdil) olmaz!" buyrulur. Şahit de olduğumuz üzere, kâinatta ve insan hayatı için asıl olan değişme, değiştirme değil, sebattır. Kâinat, baştan beri hep sabit bir fıtrat, yani aynı yaratılış ve varlık kaideleri, aynı küllî kanunlar üzerinde hayatını devam ettirir. Bunun gibi, Hz. Âdem'den itibaren her peygamber İslâm Dini ile gelmiştir ve bu Din'in iman, ibadet, ahlâk ve temel muamelât, hattâ ukubat kaideleri hep aynı kalmıştır. Şu kadar ki insan, cansız saydığımız ve şuursuz varlıklar gibi değildir; düşünce ve ilim ekseninde tekâmül eder, onun bu tekâmülüne paralel olarak keşif ve icatlarla hayat da tekâmül eder. Fakat düşünce ve ilim kaidesiz, başıboş olmadığı, olamayacağı gibi, bu tekâmül, asla Din'in değişmez esaslarında da değişikliğe sebep olacak mahiyette değildir. Dolayısıyla, nasıl üzerinde döndüğü sistem manâsında kâinatın fıtratında tebeddül olmaz, bundaki her bir tebdil teşebbüsü insanın aleyhine sonuçlanırsa, bunun gibi insan düşüncesinin, ilmin temel kaidelerinde ve İslâm'ın temel iman, ibadet, ahlâk, muamelât ve ukubat esaslarında da tebdile gidilemez.
Tağayyür başkalaşma, tağyir başkalaştırma demektir. Bu, bir manâda kökten, özden değişmeyi ifade eder. Bir insanın veya toplumun bu manâda değişmesi, onun içtimaî-siyasî yönden değişmesini de beraberinde getirir (Ra'd Sûresi/13:11) ve böyle bir değişme de Müslüman için asla söz konusu olamaz. Tam tersine, Müslüman'ın bundan, başkalaşmaktan bütünüyle sakınması gerekir.
Müsbet olan, teceddüt, yani yenilenmedir; bunu gerçekleştirmeye de tecdit (yenileştirme) denir. Cenab-ı Allah (cc), ölçümü mümkün olmayan her bir an kâinatı yeniler; aynı fıtrat üzerinde yeni baştan yaratır. Her an, her saat, her gün, her ay, her mevsim, her yıl, her asır, yenilenmenin takvim cetvelidir. Bu, insanın nefes alıp vermesine benzetilmiş ve bu açıdan kâinata nefesü'r-Rahman denmiştir. İnsan da, biyolojik olarak sürekli yenilenir. Ama bütün bu yenilenmeler, daima sabit kaideler üzerinde cereyan eder. İnsana ve Müslüman'a gereken, başkalaşmadan İslâm temelinde sürekli yenilenme, her kalb atışına, vücudumuzdaki kanın sürekli temizlenmesine paralel imanda, İslâm'ı yaşamada, Allah ile münasebetimizde eskimeye, kokuşmaya imkân tanımama, iman ve İslâm adına her şeyi yeniden duyma, yeniden yaşama ve sürekli tekâmül etmedir. Bunun gibi, İslâm'ı anlama ve yaşamadaki tebeddül/tebdil ve tağayyür/tağyirler karşısında mücedditler de tecditte bulunur; bu da, asla tebdil ve tağyir değildir.
ZAMAN