Değişen Konjonktür ve Konjonktüre Göre Ceza!

‘Çözüm Süreci’ esnasında görmezden gelinen konuşmaların çatışma ortamının başlamasıyla suç teşkil eder hale gelmesi nasıl bir hukuk anlayışının ürünüdür?

Geçtiğimiz hafta yargılandıkları İst. 26. Ağır Ceza Mahkemesince terör örgütünü övmek suçundan ceza alan Selahattin Demirtaş ve Sırrı Süreyya Önder’in 5 yıl önce ceza almalarına neden olan Kazlıçeşme Mitinginde yaptıkları konuşmaların medyadaki yansımalarına değinen Yıldıray Oğur, dün suç teşkil etmeyen şeyin değişen konjonktüre göre suç haline gelmesinin hukuk devleti ilkesiyle çeliştiğine dikkat çekiyor.

Yıldıray Oğur’un Karar’daki köşesinde yayınlanan konuyla alakalı yazısı (10 Eylül 2018) şöyle:

Söz, Devlet Sözü…

17 Mart 2013. Çözüm sürecinin yeni başladığı, barış için umutların zirvede olduğu zamanlar.

Başbakan’ın TRT’de İmralı’yla görüşüldüğünün açıklamasından ve ilk BDP’li (Barış ve Demokrasi Partisi) heyetin İmralı’ya gönderilmesinden üç ay sonra.

Kandil’de Anadolu Ajansı’nın da aralarında olduğu yüzlerce gazetecinin katıldığı bir basın toplantısıyla Karayılan’ın PKK’nın Türkiye’den çekilme takvimini açıklamasından ise bir ay önce

Gözler, Diyarbakır’da 21 Mart günü düzenlenecek Newroz mitinginde okunacak Öcalan’ın PKK’ya silahlı mücadeleyi bırakma çağrısı yapacağı mektupta...

Ondan önceki Pazar günü İstanbul’da Kazlıçeşme Meydanı’nda BDP Newroz mitingi düzenliyor. Mitingin konuşmacıları arasında BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder de var.

Sırrı Süreyya Önder, devletin ikinci heyetle İmralı’ya gönderdiği üç BDP’li vekilden biri. Demirtaş da mitingden bir gün sonra, üçüncü heyet içinde İmralı’ya gidecek.

100 bin kişinin toplandığı ve klasik tabirle “olaysız dağılan” Kazlıçeşme’deki Newroz kutlaması ertesi günkü gazetelerin birinci sayfalarında, sahnenin arkasındaki Öcalan posterini eleştiren bir kaç gazete (Sözcü, Posta) ve görmezden gelenler dışında (Zaman. Bugün), içinde barış ve çözüm kelimeleri geçen pozitif başlıklarla haberleştirilmişti. Bir kaçını hatırlayalım:

Barış Nevruz’u-İstanbul’da BDP’li Sırrı Süreyya Önder ve Sebahat Tuncel barış mesajları verdi. (Hürriyet)

Meydanlarda Barış Yemini- Şölen havasında geçen kutlamalar, barış özlemiyle yüklüydü. İstanbul Kazlıçeşme Meydanı’nda 100 bin kişiye seslenen BDP’li Demirtaş, “Çözüm için herkes elele” dedi. (Sabah)

Meydanlarda Kardeşlik Havası- Terör sorununu bitirmek için başlatılan çözüm süreci, erken kutlanan Nevruz’a da yansıdı. Şiddetten uzak, çoşku içinde geçen kutlamalarda kalabalıklar halaylar çekerken, kürsülerden pozitif mesajlar geldi. İstanbul Kazlıçeşme’deki kutlamalarda ateşi BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş yaktı. (Yeni Şafak)

Nevruz’da Çözüm Havası- Binlerce kişi şarkılarla, halaylarla Nevruz’u kutladı. Meydandan çözüm sürecine destek mesajları yükseldi. Nevruz ateşini yalan BDP Eşbaşkanı Demirtaş “Eğer çözüm öneriniz yoksa susun, gölge etmeyin” dedi. BDP’li vekil Sırrı Süreyya Önder de “Barış iradesini yere düşürmemek için elimizden ne gelirse yapacağız” diye konuştu. (Star)

Savaş Cinayettir- İstanbul’da onbinlerce kişinin katıldığı konuşan BDP Lideri Demirtaş, gençler birbirini öldürmesin diye çözüm sürecini desteklediklerini belirtti. (Cumhuriyet)

Mitingin ve yapılan konuşmaların barış ve çözüm mesajları ile dolu olduğunu düşünen sadece gazeteler de değildi.

Ekim 2013’te yürütülen bir soruşturma için Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talebi üzerine, mitingin polis kamerası kayıtlarını inceleyen İstanbul Emniyeti de savcılığa gönderdiği yazısında mitingde yapılan konuşmaları özetlerken benzer ifadeler kullanmıştı:

“17-03-2013 tarihli Nevruz etkinliğinde konuşma yapan Selahattin Demirtaş’ın konuşmasında daha çok barış sürecine verilen destekten bahsederek “Ama barış süreci barışın dili ve insanların ölmeyeceği gençlerin birbirini öldürmeyeceği bir müzakere masasını desteklemeye devam edeceğiz” şeklinde söylemleri kullandığı, yaşanan sürecin devam etmesi gerektiği, Türk ve Kürt halkının barıl içerisinde birlikte yaşayabileceğini siyasetçilerin konuşarak çözüm üretebileceğini aktardığı tespit edilmiştir. Sırrı Süreyya Önder konuşmasında yapılan mücadele neticesinde barış sürecine geçildiği, barış sürecinin sürdürülmesi gerektiğinden bahsettiği, “Bundan sonra barış mücadelesini devam ettirmek için elimizden ne gelirse her türlü mücadeleyi yan yana omuz omuza yapacağız” şeklinde konuşma ile barış sürecine verilen desteği aktardığı...tespit edilmiştir.”

Ve beş yıl sonra...

Geçen hafta İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi’nde bir davanın karar duruşması vardı.

Sanıklar, tutuklu HDP eski lideri Selahattin Demirtaş ve eski milletvekili Sırrı Süreyya Önder’di.

Suçlama beş yıl önce emniyetin ve medyanın çözüm ve barış mesajları verildiğini söylediği İstanbul Kazlıçeşme Meydanı’nda düzenlenen Newroz mitinginde yaptıkları konuşmalarla "terör örgütü propagandası” yaptıklarıydı. Beş yıl sonra başka bir savcı, beş yıl önce emniyetin raporunda ve gazetelerin haberlerinde geçmeyen cümlelerde ve o günlerde kimsenin problem etmediği Öcalan posterinde suç bulmuştu:

“Sanığın terör örgütü lideri Öcalan’ın posteri ve yasadışı dövizlerin kullanıldığı Nevruz mitingi sırasında söylemiş olduğu sözlerin ağırlığı, sanığın söylemde bulunduğu tarihte BDP Eş genel başkanı olması nedeniyle söylenen sözlerin toplumda oluşturduğu etki gücü, hitap edilen kitle tarafından algılama biçimi, sanığın özellikle “ Bir nöbet kulübesinde bir gece yarısı nöbet tuttunuz mu? Kandil’i dümdüz ederiz diyenler kendilerini davet ediyorum, omuzuna G-3 takıp gitsinler, bir gece Gabar’da nöbet tutsunlar bakalım. Kandil dümdüz oluyor mu?” sözleriyle silahlı terör örgütü olan PKK eylemlerin meşru göstermesi ve övmesi, “Ben bu vesileyle Sakine, Leyla, Fidan arkadaşlarımızın şahsında bütün şehitlerimizi saygıyla anmak istiyorum” diyerek PKK terör örgütü mensuplarını sözde şehit olarak göstererek, örgütün şiddet içeren eylemlerini övmesi.”

(Demirtaş’ın andığı için beş yıl sonra suçlandığı Ocak 2013’te Paris’te öldürülen üç PKK’lı kadının cenazelerinin Diyarbakır’a getirilip, bir törenle kaldırılmasına de devlet izin vermiş hata bazı bakanlar taziyelerini bildirmiş, hükümet bunun çözüm sürecine yönelik bir provokasyon olduğunu söylemişti.)

Sırrı Süreyya Önder’in suçu ise “Size Kürt halk önderi sayın Öcalan’ın selamını getirdim” diye konuşmasına başlaması ve Kürdistan ifadesini kullanması.

Mahkeme, beş yıl önce iktidara yakın, uzak gazetelerin övdüğü mitingdeki konuşmalarda beş yıl sonra terör örgütü propagandası bulup Demirtaş’a 4 yıl 8 ay, Önder’e ise 3 yıl 6 ay hapis cezası verdi.

Halbuki, her iki ismi propagandasını yapmakla suçlandıkları örgütün İmralı ve Kandil’deki liderleriyle devlet tanıştırmış, devlet görevlileri onları resmi araçlarla defalarca adaya ve dağa götürmüş, hapishanede birlikte fotoğraflarını çekmiş, oralardan aldıkları mektupları meydanlarda okumalarına izin vermiş hatta o mesajlardan birinin okunduğu Dolmabahçe Sarayı’ndaki basın toplantısını bizzat hükümet organize etmişti.

Aynı mantıkla başka bir savcının teröre destek, propaganda suçlarına sokabileceği bu işler, kırk yıllık bir meseleyi çözmek, ölümleri bitirmek için atılması gereken cesur ve akıllıca adımlardı.

Ama bu adımlar günün sonunda başarısızlıkla sonuçlanınca, bu sürecin yarattığı iklimde yapılan işlerin, rahatlıkla söylenen sözlerin suç haline getirilmesi o kadar cesur ve akıllıca değil.

Sadece iki siyasetçi değil, son dönemde pek çok memur, belediye çalışanı da dört-beş yıl önce televizyonların canlı yayınlandığı Newroz mitinglerine katıldıkları için, birdenbire ortaya çıkarılan polis tutanaklarından hareketle işlerinden oldular.

Beş yıl önce barış ve çözüm yanlısı konuşmalar olarak övülen, beş yıl boyunca bir suç unsuruna rastlanmayan konuşmalarda, işler bozulup, süreç akamete uğrayınca suç buluvermek hukukla bağdaşmaz.

Ama bu en çok da devletin güvenirliğiyle bağdaşmaz. Çünkü devlet tuzak kurmaz, intikam almaz, hukuku dönemsel ihtiyaca göre yorumlamaz, sözünü de tutar...

 

Yorum Analiz Haberleri

Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?
Kemalizm’e has bu Laiklik Fransa’da bile yok!
İşgal edilen zihinler
AK Parti ve MHP’nin gençlik teşkilatları Filistin davasının neresinde?
Metalaşan değerler ve ahlaki çözülme