KCK operasyonları devam ederken BDP'den anlamlı bir muhalefet beklemek elbette zor. Hükümetin sadece yanlış değil, tehlikeli de seyreden operasyon ısrarı, nihayetinde nereye varır bekleyip göreceğiz.
Ama şunu tahmin etmek zor değil; tutuklamaları yapanlar da, varılacak hedef hakkında net fikir sahibi değiller. Görünen; rakibinin bileğini bükme iddiası dışında tutarlı bir gerekçenin aranmadığı. Legal alanın bu kadar boşaltılmasının tekinsizliği yaydığı ve oluşan tekinsizliğin uzun vadede demokratik hedefleri zedelediği ise belli ki sorumlu mevkidekileri ilgilendirmiyor pek.
Pekâlâ, hükümet KCK konusunda bu kadar büyük yanlış içindeyken BDP tümden çıkışsız ve çözümsüz mü? Açıkçası, öznesi insan olan bu meseleye farklı bir açıdan bakmak hepimiz için artık sadece üslup değil, bir görev de.
Sözü dolandırmadan konuşmak, meselenin can damarına işaret etmek bir borç. Kabul edin etmeyin; yaşanan çatışma PKK'nın sisteme entegre olma sancısıdır. Başından itibaren kendini şiddetle yapılandırmış bir örgütün demokratik siyasete dâhil olmasının sancıları ve imkânsızlıklarıyla boğuşuyor Türkiye şu an.
Bu sancılar devam ederken karşımıza meşru bir muhatap olarak çıkan BDP'de ısrar etmenin anlamı bu nedenle büyük. BDP'yi gerektiğinde eleştirerek onun kendi siyasetini etkin kılmasında ısrar etmek hayatın yanında durmakla eşanlamlı çünkü. İmkânsızı imkânlıya çevirmek çabasıdır bu aynı zamanda.
Bir önceki yazıda 'sandığa referansla ekim devrimi yapamayacağınıza göre...' ifadesini kullanırken kastettiğim buydu. Bir sistemden radikal bir biçimde ayrılma şansınız yoksa, o sistemi içinde durarak dönüştürmek akla uygun tek seçenektir. Değişimini arzu ettiğiniz yapının eksikliklerini doğru hesaplayarak, mevcut durumu zorlamaktır bu aynı zamanda.
BDP'nin muhalefet anlayışından söz ederken insan ister istemez 'Demokratik bir sistemin temel araçlarıyla, bilinen mekanizmalarıyla hareket etmek, silah, kan ve gözyaşıyla aldığınız yolun fazlasını kat etmenizi sağlayabilir mi?' sorusunu soruyor. Bunun cevabını net alabilmek için BDP'ye şunu sormak gerekiyor; 'değişimini arzu ettiğiniz devletin Kürtlere karşı politikalarını hangi araçlarla dönüştürmeyi hedefliyorsunuz?'
BDP'nin bilinen argümanlarına bakıldığında, değişimini istediği yapıyı tanımaktan uzak bir siyaset yaptığını görmek zor değil.
Gerçek şu ki, karşınızda bu kadar uzun bir devlet geleneği varsa, ayakları yere oturmamış taleplerde bulunmakla, değişime engel olmak arasında hiç fark kalmıyor. Yani 'ekolojik' ya da 'cinsiyet özgürlükçü' modeller önerip, 'kabul etmezsen, silah zoruyla uygularım' demekle, siyasal sistemi otoriter bir karaktere bürünmeye teşvik etmek arasındaki fark, kabul edin ki hiç belirgin değil.
Hâlihazırdaki politikaların karşısında alternatif olmanın yolu gerçek siyaset üretmekten geçer. Ancak bu şartla rakip olursunuz. Ama BDP bırakın alternatif sunmayı, siyasetten az çok anlayanların bile her fırsatta 'kardeşim bu kavramla ne demek istiyorsunuz' diye müstehzi yaklaştığı, siyaset biliminde de bir karşılığı olmayan teorilerle geldi ve ne yazık ki çok vakit kaybedildi.
Bütün bunların farkına vararak bugüne bakıldığında devletin tavır değişikliğini doğru okumak her zamankinden önemli hale geliyor.
Türkiye'nin bugünkü durumu Tanzimat dönemindeki dinamizmi hatırlatıyor. O zaman da bugün olduğu gibi devlet, kurumsal ve zihinsel bir değişim yaşıyordu. Devletlerin toplumlarına karşı tavır değiştirmek zorunda kaldığı bu gibi dönemlerde, aktif siyaset yapanlar çabalarının karşılığını muhakkak görürler. Çünkü bu tarz dönemler radikal devrimlerden çok, hızlı adaptasyon süreçleridir. BDP ve PKK çevresindeki Kürt siyaseti, gelecek dönemin Türkiye'sinde eşit vatandaşlık temelinde bir statü ve haklar yelpazesi istiyorsa, 'diz çöken namerttir' gibi sığ sloganlardan, Anayasa'nın şu maddesini şu nedenle istiyoruz türünden net ifadelere geçebilmeli. Anayasa başta olmak üzere geleceği belirleyecek olan bütün alanlarda var olmaya çalışmak BDP için hayati önemde çünkü.
ZAMAN