Dedim ki eyvah!

Ali Bayramoğlu

Ç ocukların gittiğini duyduğumda, dizlerime vurdum ve dedim ki: 'Eyvah kardeşim de gitti.' Hâlâ dinmesini bekliyorum. Yıllar geçse de o acı taze...

Her şeyi ayrı ayrı yerlere koyuyorsun. Acıyı, gülmeyi, üzüntüyü.

Tamamen yıkıldım. İki kardeşten hangisine ağlayacaktım?

Hüseyin niye gitti bilmiyorum. Nereye gitti? Hüseyin gitti ne demekti, aklım almıyordu. Biri bana anlatsaydı keşke.

Acıyı kendin yaşamadıkça bilemiyorsun. Dışarıdan farklı görünür.

Gittiği gün Hüseyin'in öleceğini biliyordum. Ona tekrar sarılacağıma hiç inanmadım.

Öldürüldüğü gün, daha haber almadan karşıdaki tepeye gittim. Oturdum. Anneme 'öldürülenler var' denmişti. Annem, içlerinde Hüseyin var mı diye bakmaya gitmişti.

İki gün sonra ağlayabildim. Uzaktan bazı şeyleri izlersin. Onu idrak ettiğimde içimdeki bebeği de öldürdüm. Keşke aylarca şokta kalmış olsaydım. O acıyla karnımdaki bebeği de öldürmüş olmazdım.

Kardeşimin cansız bedeni eve geldiğinde evimizde bir odaya kapattılar. Görmek istedim. Hüseyin'in kanlar içinde olduğunu söylediler. Durdurmak istediler. Ama görmek istedim.

Daha sonra söylediler. Yüzü yokmuş. Yüzünün bir tarafı yokmuş. Parçalanmış. Ama ben onu görmedim. Yüzünün olmadığını görmedim. İyi ki görmemişim. Onu hep öyle hatırlayacaktım. Yüzü vardı baktığım Hüseyin'in (...)

Islık sesi... Kayıp olduğu yıllar boyunca duyduğumuz ıslık.

Hâlâ duyuyorum Oruç'un ıslığını. Hüseyin'in..."

Geride kalan bir kız kardeşin öyküsü...

Maraşlı...

O anlatmış, Bejan Matur yazmış...

Çok kuvvetli...

İçinde insan var, içinden insan geçiyor...

Bejan Matur'un Timaş'tan çıkan yeni kitabı, "Dağın Ardına Bakmak" etkileyici bir kitap, önemli bir kitap...

Anlamaya, düşünmeye, insanı görmeye, sert sorunlara başka açıdan bakmaya davet ediyor insanı...

PKK'lardan, onların yakınlarından söz ediyor bu kitap, onları konuşturuyor...

Bejan şu satırlarla başlıyor kitabına:

"... 'dağdakiler' kim bilmiyoruz (...) bu insanların ne yaşadığı bilinmiyor. Neden dağa çıktılar, neden dağda yaşadılar, dönenler neden döndü ve kalanlar neden hâlâ oradalar?

Bunları samimiyetle sormak ve gerçekle yüzleşmek zorundayız. Haklı çıkarmak ya da mahkum etmek için değil. Anlamak için. Bu soruların cevaplarını almak için önce doğduğum topraklara, yüzlerce evladını kaybetmiş komşu köylere, şehirlere, sonra çoğunluğu için daha büyük bir acı, bir sürgün olan Avrupa'ya gittim. Dağa çıkmış, çatışmalara katılmış, yakalanmış ya da teslim olmuş, cezaevinde yıllarını geçirmiş kişilerle konuştum. Ve (...) Kandil'e gittim..."

Etkilendim Bejan'ın yaptıklarından ve kitabından...

İçinde onlarca öykü var bu kitabın, içinde soru sorduran ve bellekten, insandan, siyasete açılan kapılar var.

Hatırlıyorum yıllar önce Nadire Mater, müthiş bir çalışma yapmıştı, Güneydoğu'da çatışmalara girmiş, tezkere almış, evine dönmüş Anadolu delikanlılarıyla o anları, askerlikte yaşadıklarını konuşmuştu...

Çalışmanın adı, Mehmet'in Kitabı'ydı.

Kimilerini öfkeye boğmuştu o kitap. Yasaklanmıştı, yargılanmıştı, Genelkurmay ayağa kalkmıştı, "Türk ağlamaz, Türk'ün zaafı olmaz, Türk pişman olmaz, hele asker hissi, resmidir, millidir..." diyorlardı o günlerde...

"Düşünme, hissetme, görevini yap" dedikleri günlerdi...

Ve o günlerde Bejan'ınki gibi bir kitap yazmak mümkün değildi.

Bejan Matur bu öykülerin bazılarını Zaman Gazetesi'nde yayınladı...

O günlerde bu, hiç mi hiç mümkün değildi.

Bugün farklı bakıyoruz, farklı düşünüyoruz...

Ama hâlâ yeteri kadar değil...

"Siyaset" kadar "insan", "çıkar" kadar "duygu ve ahlak" devreye girecek bir gün ve o gün doğacak "toplumsal meşruiyet dalgası"yla çözüm kolay olacak...

YENİ ŞAFAK