Başbakan Ahmet Davutoğlu, Al Jazeera’den Jamal ElShayyal’ın sorularını yanıtladı. Ankara saldırısının ardından saldırının sorumlularının ‘hesabını vereceğini’ söyleyen Davutoğlu, ‘ne zaman ve nasıl olacağına biz karar vereceğiz’ dedi.
Suriyeli muhaliflerin Türkiye’nin desteği sayesinde Rusya, İran, Hizbullah ve rejim saldırıları karşısında hâlâ ayakta durduğunu belirten Davutoğlu, “Eğer bugün rejim ülkenin tüm topraklarını kontrol edemiyorsa bu Türkiye’nin sayesindedir. Bu desteği sürdüreceğiz” dedi.
Suriye’ye askeri müdahale sorusunu yanıtlarken ise Başika krizinde Türkiye’yi kınayan Arap ülkelerini eleştirdi. “Eğer Suriye’ye askeri müdahalede bulunursak Arap ülkelerinin bizi savunacağının ve destekleyeceğinin garantisini bize kim verecek?” diye soran Davutoğlu, Türkiye’yi tehdit eden bir durum olursa kimsenin iznini ve yardımını istemeden gereğinin yapılacağını söyledi.
Davutoğlu’na göre 25 Şubat’ta yeniden başlaması planlanan Cenevre görüşmeleri için Ankara ‘iyimser değil’. Ateşkes görüşmelerinin rejim ve Rusya tarafından suiistimal edildiğini belirten Başbakan, Rusya ile ilişkilerin normalleşmesinin ise Rusya'nın elinde olduğunu söyledi.
Rusya’nın hava saldırılarıyla Suriye’nin kuzeyinde etnik temizlik yapmayı amaçladığını dile getiren Başbakan, Türkiye’nin bu sebeple sınıra akın eden Suriyelileri sınırın diğer tarafında tuttuğunu, ancak hayati risk olursa sığınmacıların Türkiye’ye alınacağını belirtti.
İşte Davutoğlu’nun Al Jazeera’nin sorularına verdiği yanıtlar:
Ankara’daki patlamanın ardından 24 saat geçmeden saldırının arkasında kimin olduğunu ortaya çıkardınız. Suriye’deki silahlı Kürt grup YPG’yi işaret ettiniz. Cuma akşam PKK’dan ayrılmış başka bir Kürt silahlı grup saldırıyı üstlendi. Bu saldırının ardında bu kişilerin olduğuna dair elinizde hangi kanıtlar var?
Öncelikle; bu Türkiye’ye yönelik bir saldırı değil, insanlığa yönelik bir saldırı. Paris’te olan gibi, Ankara ve İstanbul’daki saldırılar gibi insanlığa yapılmış bir saldırı. Çok üzücü bir olay ve terörist grupların nasıl barbar olduğunu gösteriyor. Saldırıdan hemen sonra, diğer olaylarda da olduğu gibi, soruşturma başladı. Gece boyunca tüm olasılıkları kontrol ettik ve bu intihar saldırısını yapan kişinin kimliğini belirledik. Bir araçta oldu ve askeri personeli, sivilleri ve onların çocuklarını da taşıyan servis otobüslerini vurdu.
Bu kişi Suriye’nin Haseke bölgesine bağlı Amude’den. İsmi Salih Neccar. İsmini belirledikten sonra başka kişilerle bağlantılarını da belirledik. Bulduğumuz şuydu; bu kişi Türkiye’ye 2014’te normal bir mülteci olarak girdi. Sonrasındaki kayıtları da elimizde çünkü kayıtlı. Ancak sonrasında PKK unsurlarıyla iletişime geçiyor ve işbirliği yapıyor. Arabayı, silahları ve gerisini onlar sağlıyor.
Adeta bir uyuyan hücre olan ve bu talimatları alan hücrenin neredeyse tüm bağlantıları elimizde. Yani bu YPG ve PKK’nın ortak teşebbüsüdür. Zaten YPG de PKK’nın bir uzantısı. Hiçbir şüphemiz yok. Bunun nasıl gerçekleştiğine dair tüm adımları biliyoruz. Çok hızlı bir soruşturma oldu, aynı İstanbul’da geçen ay olduğu gibi.
Size İstanbul’u da sormak istiyordum çünkü bu son beş ayda gerçekleşen üçüncü büyük saldırı. Ankara’da yaklaşık 100 kişinin hayatını kaybettiği iki bombayla yapılan saldırı, İstanbul’da IŞİD tarafından yapılan saldırı... Sizi eleştirenler hükümetin halkını korumayı başaramadığını söylüyor.
Bizi eleştirenler, Türkiye’nin çevresinde hükümetlerin topraklarının tümünü kontrol edemediği altı ülke olduğunu unutmamalı. Sadece Irak ve Suriye ile bin üç yüz kilometrelik sınırımız var ve Türkiye’nin etrafında bir yangın var. Bizi eleştirenler bu açıdan şunu da unutmamalı; Türkiye’de oldukça dinamik bir demokrasi var. Geçen yıl iki genel seçim vardı. 2014’te de iki seçim vardı ve ekonomimiz hâlâ büyüyor. Fransa’da bir yılda iki saldırı oldu. Başka birçok ülkede terörizm tehdidi var ve biz de aynı zorlukla karşı karşıyayız.
Türkiye’de daha fazla risk var çünkü diğer taraftan kontrol edilemeyen sınırlarımız var. Aynı zamanda Türkiye’de iki milyon altı yüz bin mülteci de var.
Elbette tümü masum ancak Salih Neccar gibi kötü niyetli kişiler de onların arasından sızabiliyor. Sınırları tamamen kapatırsanız diğer tarafta bir insani trajediye yol açmış olursunuz. Suriyeli kardeşlerimizi barbar bir rejimin ve müttefiklerinin, bir de terör gruplarının insafına bırakamayız. Bu sebeple risk her zaman var. Türkiye’nin böyle kritik bir coğrafyada, hatta ‘jeopolitik depremde’ de diyebilirim, istikrarını, demokratik değerlerini koruyabilmesi ve ekonomisini büyütmesi aslında bir başarıdır.
Dediğiniz gibi mülteci akınının asıl kaynağı şu an Suriye. Suçlu olarak silahlı Kürt grupları göstermenin yanı sıra bu grupların aslında rejim tarafından desteklendiğini ve suçlunun onlar olduğunu da söylediniz. Türkiye bunlara yanıt olarak hangi önlemleri almayı planlıyor?
Bu sadece bizim suçlamamız değil, Suriye’nin BM temsilcisi de YPG ile bağlantıları olduğunu söyledi. Yani bu açık bir bağlantı, YPG rejim ve bugün Rusya tarafından destekleniyor. Bu, rejim tarafından desteklenen bir terör saldırısıydı.
'Türkiye'nin her saldırıya yanıt verebileceğini herkes görecek'
Buna nasıl yanıt vereceksiniz?
Nasıl ve ne zaman yanıt vereceğimizi biliyoruz. Halkımıza bu saldırıyı yapanlar kesinlikle hesabını verecekler.
Türkiye’ye karşı olanlar da hesabını verecekler ancak ne zaman nasıl olduğuna biz karar vereceğiz. Bu olduğu zaman herkes Türkiye’nin her saldırıya ve meydan okumaya yanıt verebileceğini görmüş olacak.
Gerçekçi olmak gerekirse seçenekleriniz sınırlı. Burada Rusya, Suriye üzerindeki gökyüzünü kontrol ediyor. Eğer Rusya ile bir çatışmaya girmek istemiyorsanız seçeneğiniz sınır ötesinden kısa menzilli atışlar yapmakla kısıtlı. Rusya’nın YPG’yi de desteklediğini söylediğinizi akılda tutarak; bunu yapacak mısınız?
Rusya’nın gökyüzünü kontrol ettiğini söylediniz ama Türkiye de halkın kalbine sahip. Suriye halkının kalbi bizimle ve hiç kimse halkı yenemez. Bu başka ülkelerde de oldu. Azez’deki son saldırılarda bile angajman kurallarımızı ihlâl ettiklerinde üç gün boyunca YPG mevzilerine yanıtımızı verdik.
Türk sınırı tehdit edilirse her şeyi yapmaya devam edeceğiz. Eğer daha da fazla mülteciyi Türkiye’ye gönderme girişimi olursa, elbette ki Türkiye mümkün olan her şeyi yapma hakkına sahiptir ve her türlü önlem alınacaktır.
Rusya’yla ilişkilere gelince… Rusya Türk hava sahasını ihlâl ettiğinde uçağın vurulmasını kim emretti? Pişman mısınız?
Her şeyden önce hava sahamızı koruduğumuz için asla pişman olmayız. Tabii ki Rus uçağı vurulduğunda onun Rus uçağı olduğunu bilmiyorduk. Suriye rejimine de ait olabilirdi. Ama biz demokratik bir ülkeyiz. Sınırlarımız ve hava sahamızı korumak için bir prosedür var. Ordumuza çok net bir talimatımız var; Türk sınırlarını kim ihlâl ederse bunu yapmasına izin verilmeyecektir. Buna ‘angajman kuralı’ diyoruz.
Bu angajman kuralları ilk olarak 2012’de Suriye rejimi Türk uçağına saldırdığında ve bu uçak düştüğünde açıklanmıştı. Suriye sahasından veya havadan gelen bir şey olursa buna izin verilmeyeceğine dair çok net bir talimat zaten vardı. Bu duruma özel değildi. Buna özel olamaz çünkü 30 saniyede, bir, iki dakikada olan bir olaydı. Bu kadar sürede başbakana ya da bakana ulaşıp bu talimatları alamazsınız. Bu her zaman geçerli olan bir talimattır.
'Angajman kuralları Rusya'ya özel değil'
Rusya’nın Suriye’ye müdahalesinden sonra bunu yeniledik. Rusya’ya açıkça angajman kuralları olduğunu, Türkiye’nin ciddi bir ülke olduğunu ve bir şeyi duyurursa bunu uygulayacağını söyledik. Bu özellikle Rusya’ya ya da başka bir ülkeye özel bir durum değildi. Bu havadan, karadan ya da denizden sınırımızı ihlâl eden bütün güçlere yönelik bir kural.
Biz bu olay olmadan önce Rusları defalarca uyardık. Bu olayda da uçak on kez sınırımızı ihlâl etmemesi için uyarıldı. Sadece sınırımızı ihlâl etmiyordu, sınırın diğer tarafındaki sivilleri bombalıyordu. Suriye’de daha fazla kardeşimizi öldürmek için bizim hava sahamızı kullanamazlar. Tüm tanklara, gemilere, uçaklara, askerlere yönelik verilen bu talimat hâlâ geçerli. Umarım hiç kimse başka bir hata yapmaz.
Peki şimdi ne olacak? Suriye’deki sorun daha da kötüye gidiyor, artık sizin de kapınızda. Bu saldırı sizin konvoyunuza veya başka birinin konvoyuna da yapılabilirdi. Açıkça diyorsunuz ki YPG ve saldırıyla ilgisi olan gruplarla Rusya’nın bağlantıları var. Rusya’yla bu anlaşmazlığı nasıl çözeceksiniz?
Öncelikle bu anlaşmazlığın sorumlusu biz değiliz. Türkiye çok riskli bir bölgede. Sorun Rusya’yla Suriye üzerinde farklı fikirlere sahip olmamızdan kaynaklanmıyor. Aynı farklılık son dört yıldır zaten vardı. Ama biz ilişkimizi en iyi şekilde tuttuk. Suriye’de barış olması için ne yapabileceğimize dair Rusya’yla birlikte çalışmaya karşılıklı gayret gösterdik. Ancak herhangi bir yabancı güç Suriye’ye gelirse ve sınırımızı ihlâl ederse, hangi ülke olduğu önemli olmaksızın biz de sınırımızı koruma hakkına sahibiz. Bu uçağın bir Türk şehrine saldırdığını düşünün; önceden kimse bilemez. Önceden bilgilendirilmezsek ve bu uçağın sınırımıza yanaştığına dair mesaj iletilmezse, açıkça aldığımız pozisyon budur ve bu hiçbir zaman değişmeyecek.
Rusya’yla ilişkilerimizi diğer ülkelerle olduğu gibi geliştirmek istiyoruz. Bu sebeple bu zamana kadar ilişkilere daha da fazla zarar vermemek için çok dikkatli olduk. Ancak maalesef Rusya tarafı gerilimi tırmandırdı. Sınırımızda, Azez’de, Halep’te, Tel Rıfat’ta ve birçok yerde insani trajediye yol açan, okulları ve hastaneleri de hedef daha ağır bombardıman yaptılar.
'Uçağın vurulması Rusya'ya bir mesaj değildi'
Bu artık Ruslara bağlı. Biz hazırız ve tüm bunları tartışmak için bir ortak komisyon önerdik. Kabul etmediler. Biz her kanalı açmaya hazırız ancak ulusal güvenlik meselelerimizi, ülkenin itibarını konuşmaya hazır değiliz. Umuyoruz ki Ruslar Türkiye ile ilişkilerin önemini anlar. Söylediğim gibi bu Rusya’ya yönelik kasıtlı bir hareket değildi, bunu da Ruslara söyledik. O uçağın vurulması Rusya’ya gönderilmiş bir mesaj değildi. Hava sahamızı ihlâl eden saldırgan bir harekete karşı savunmaya yönelik bir yaklaşımdı.
Temelde olan budur. Söylediğim gibi biz konuşmaya hazırız ancak karşılığı ne olursa olsun sınırlarımızı koruyacağız.
BM özel temsilcisi Cenevre’deki görüşmelerin bu ayın 25’inde yeniden başlaması için çalışıyor. Suriye’de bir ateşkesin sağlanabileceğiyle ilgili ne kadar umudunuz var?
Elbette ki Suriye’de ateşkes ve barış istiyoruz. Bu konuda Türkiye kadar etkin başka bir ülke yok. Ama ne kadar iyimser olduğumu soruyorsanız; gerçekçi olmalıyız. Biz iyimser değiliz çünkü şu ana kadar bütün bu diplomatik müzakereler rejim, Rusya, İran ve sahadaki İranlı unsurlar tarafından daha fazla insanı öldürmek üzere suiistimal ediliyor. Çok açık olmalıyım.
Cenevre’deki son görüşmeler de Rusya’nın devam eden saldırıları sebebiyle dağıldı. Hava saldırısı yapmamaya söz vermeleri, Suriye halkı ve sivillere yönelik tüm saldırıların durdurulması Suriye Ulusal Konseyi’nin, Riyad Grubu’nun birinci haklı koşuluydu. İkinci koşul da muhalefetin SUK çatısı altında temsil edilmesiydi ve bu gerçekleşti. Ama ilk koşul gerçekleştirilmedi ve Madaya’da olduğu gibi insanların açlığa terk edilmesi gibi barbarca taktikler sona ermedi.
Sonuç olarak Suriye ve müttefikleri son görüşmelerin devam etmemesinden sorumludur. Eğer aynı davranışı sürdürürlerse, yani bir tarafta zaman kazanmak için konuşurken diğer tarafta sivillere saldırmaya devam ederlerse, aynı şey yine olursa bu girişim başarılı olamaz. Eğer ciddilerse göreceğiz. Azez’de, Halep’te bombardıman olmazsa, bu onlar için bir turnusol testi olacak.
'Rus hava saldırılarının amacı etnik temizlik yapmak'
Bu saldırılar her gün devam ediyor ve bu sebeple mülteci sayısı da artıyor. Türkiye savaşın başından bu yana büyük bir farkla en fazla mülteciye ev sahipliği yapıyor. Ama şimdi sınırların kapandığını görüyoruz. Bu Türkiye’nin Avrupa Birliği’yle yaptığı anlaşmanın bir sonucu mu?
Hayır, sınırlarımız kapalı değil. Sınırın diğer tarafına tüm lojistik ihtiyaçları karşılıyoruz. Sınırı kapatmadık ama aynı zamanda Halep’te ve çevresinde etnik temizlik yapma çabalarına yardımcı olmayacağız. Rus hava saldırılarının amacı açıktır. Etnik temizlik yapmak istiyorlar. Tüm rejim karşıtı grupları, tüm Sünnileri göndermek istiyorlar. Kürt, Türkmen, Arap olması onlar için önemli değil; rejime karşı olanların hepsi…
İnsani zeminde biz mültecileri kabul ediyoruz. Onlar da bu insanları Türkiye sınırına doğru ittirmeye ve etnik temizlik çabasına devam ediyor. Yapabildiğimiz kadar bu insanları sınırın diğer tarafında Suriye toprağında tutacağız ve onlara orada yardım edeceğiz. Ancak yine de gelmek isterlerse ve o bölgede hayati tehlikeleri olursa sınırımızı asla kapatmayacağız. Suriyeli kardeşlerimizi barbar rejimin, DAEŞ’in, İran’ın ya da sahadaki diğer güçlerin insafına bırakmayız. Söylediğim gibi onlara yardım edeceğiz.
'Avrupalılar güvenli bölgeye ihtiyaç olduğunu anlıyor'
Bu AB ile yapılan müzakere meselesi değildir. AB Türkiye’nin tüm bu insanları kabul etme çabasını çok iyi biliyor ve takdir ediyor. Gelecek nesil bunu asla unutmayacak. Aynı zamanda Merkel’in söylediği gibi artık herkes, özellikle Avrupalılar, mültecilerin Suriye’de kalması için bir güvenli bölgeye ihtiyaç olduğu gerçeğini anlıyor. Bu bizim AB ile ortak pozisyonumuz. Hem onlar hem biz gayet iyi biliyoruz ki şu an uygulanan taktiklerin amacı AB’de ve Türkiye’de bir mülteci krizi yaratmaktır.
2013’te konuştuğumuzda Halep düşerse ortaya çıkacak tehlikelerden bahsetmiştiniz. Halep’in rejimin eline geçmesinin Türkiye için bir kırmızıçizgi olabileceğini söylemiştiniz. O günden bu yana Suriye muhalefeti büyük kayıplar yaşadı, kimyasal silah kullanıldı, Rusya kontrolü eline aldı… Tüm bu sürede Türkiye ve müttefiklerinin kınama dışında hiçbir şey yapmadığı görüldü. Şimdi söylediğiniz gibi Suriye’nin kuzeyinde etnik temizlik girişimleri var ve hâlâ harekete geçme anlamında bakarsak; İran ve Rusya’nın eylemleriyle karşılaştırdığınızda Türkiye ve müttefiklerinin, NATO’nun, Suudi Arabistan’ın eylemleri çok hafif kalıyor. Türkiye ve diğer ülkelerin Suriye halkını desteklemek üzere müdahil olması için ne gerekiyor?
Her şeyden önce iki şeyi düzelteyim. Suriye rejimi ve destekçilerinin zafer kazanıyor olduğu algısı varsa, bu doğru değil. İkinci varsayım ise Türkiye ve Katar, Suudi Arabistan gibi müttefiklerinin, Suriye’nin Dostları’nın diyelim, kınama dışında bir şey yapmadığı varsayımı.
Önce ilk varsayımı değerlendireyim. Bir ülke ve hava, kara, kuvvetleri ve Şebihalarla birlikte tam kapasiteye sahip bir rejim ordusu düşünün. Son beş yıldır Halep’e saldırıyorlar, insanları öldürdüler ancak başarılı olamadılar. Hizbullah’ı çağırdılar. Hizbullah, İsrail’e karşı operasyonlarında başarılarıyla bilinir. Hizbullah Suriye halkını yenmekte başarılı olamadı. Sonra İran’ı çağırdılar. İran da geldi ve saldırdı. Ardından milisler geldi. DAEŞ geldi, Suriyeli muhaliflere saldırdı. DAEŞ’in arkasında tabii çok karanlık güçler vardı. Rakka’yı, Deyrezzor’u Suriyeli muhaliflerden aldı, rejimden hiçbir yer almadı. Son olarak, kahraman Suriye halkını yenmeye hiçbirinin gücü yetmeyince Rusya’yı çağırdılar. Rusya saldırıyor.
Tüm bu kuvvetlere rağmen, hâlâ Halep’i, İdlib’i ve birçok şehir ve ilçeyi ele geçiremediler. Bu demektir ki zafer kazanan taraf Suriye halkıdır. Tüm bu kuvvetlere rağmen Halep ve Suriye’nin diğer bölgelerindeki kahraman Suriye halkını selamlıyorum. Rejime, Hizbullah’a, İran’a, radikal Şii mezhepçi teröristlere, DAEŞ terörüne direndiler. Şimdi Rusya’ya direniyorlar. Suriye’nin önemli bölümlerini kontrol etmeyi başardılar. Temmuz’da Esed ülkenin sadece yüzde 12’sini yönettiğini açıkladı. Bu sebeple Rusya geldi.
'Rejimin tüm ülkeyi kontrol edememesi Türkiye sayesinde'
Eğer Suriye halkına Türk desteği yoksa kendilerini nasıl savundular? Halep’i savunabilirler miydi? Hayatta kalmaları mümkün olabilir miydi? Eğer bugün gerçek Suriye ılımlı muhalefeti varsa bu, Türkiye’nin desteği sayesindedir. Eğer bugün rejim ülkenin tüm topraklarını kontrol edemiyorsa, Türkiye’nin diğer bazı devletlerin desteği sayesindedir. Eğer geçen hafta Rusya’nın DAEŞ’i hedef almadan Tel Rıfat, Halep ve Azez’e 500 uçuşla yaptığı ağır bombardımana rağmen Suriye halkı hâlâ oradaysa ve topraklarını savunuyorsa, bizim desteğimiz sayesindedir. Biz bu desteğe devam edeceğiz. Yani sadece kınamıyoruz, onları destekliyoruz.
Sorumla şunu kastetmiştim: Evet destekliyorsunuz, adeta Suriye muhalefetini koruyan yaşam destek ünitesi gibisiniz. Ama onlar hayatta kalırken ülke yıkılıyor. Mülteciler günün sonunda hâlâ mülteci, ülkeleri harap olmaya devam ediyor.
Biz sadece mültecileri desteklemiyoruz, biz Suriye’deki halkı da savunuyoruz. İki milyon altı yüz bin mülteciyi kabul ettik.
Demek istediğim; bombardımanı kim durduracak? Rusya’yı, İran’ı, Suriye rejimini kim durduracak? Savaşı kim bitirecek?
Hepimiz. Ama öncelikle kahraman Suriye halkı. Afganların Sovyetlere karşı savunduğu gibi. Eminim bir gün kahraman Suriye halkı tüm bu kuvvetleri yenecek ve Türkiye Suriye halkıyla birlikte olacak.
Bana aynı soruyu sorduğunda, 'Suriye’ye neden müdahalede bulunmuyorsunuz' dediklerinde, çok önemli bir Arap devlet adamına şunu söyledim: Başika’ya Musul’un özgürleştirilmesi için askeri eğitmenler ve onları koruması için bazı birlikler gönderdik. Ve Arap Ligi Türkiye’yi kınadı.
'Askeri müdahalede bulunursak Arap ülkelerinin desteğinin garantisi kim verecek'
Şimdi bize bu soruyu soranlar dönüp kendilerine bakmalı, hangi Arap ülkesi Türkiye’den daha fazlasını yaptı? Arap arkadaşlarımı yarıştırmıyorum.
Peki neden Türkiye Musul’u özgürleştirmek, oraya destek olmak için Musul’a gittiğinde Arap Ligi Türkiye’yi kınadı ve geri çekilmemizi talep etti? Eğer Suriye’ye askeri müdahalede bulunursak Arap ülkelerinin bizi savunacağının ve destekleyeceğinin garantisini bize kim verecek?
Türkiye sınırlarını ve topraklarını korumak için her şeyi yapacaktır. Türkiye’ye yönelik bir tehdit olursa kimsenin iznini de istemeyeceğiz.
İkinci olarak, Türkiye hiç kimseden destek talep etmeden Suriyeli kardeşleri için, hem mülteciler hem de Suriye’nin kahraman halkı için her şeyi yapacaktır. Araplar, Türkmenler, Kürtler, Sünniler, Aleviler, Nusayriler, Müslümanlar ve Hristiyanlar… Rejimin, YPG ve DAEŞ gibi teröristlerin, bugün Suriye’yi istila eden Rusya ve İran gibi yabancı güçlerin saldırganlığına karşı sesini yükselten tüm Suriyelileri, sivil güçleri Türkiye destekleyecektir. Eminim ki günün sonunda Suriye’nin vatansever halkı kazanacaktır.
Kaynak: Al Jazeera