Başbakan R. Tayyip Erdoğan'ın Davos'ta yaptıklarını nasıl anlamalı? Akla gelenleri sıralayalım: Bu bir seçim yatırımı mıydı? Hayır. Sonuçları itibarıyla başta İstanbul ve Ankara'da olmak üzere bütün Türkiye'de AK Parti'nin oylarına birkaç puan ekledi, ama Başbakan bunları bir seçim yatırımı olarak tasarlayıp yapmadı.
Başbakan, hükümetin, hatta Türkiye Cumhuriyeti'nin belirlenmiş çerçevesinin dışına çıkarak mı Davos'u terk etti? Buna da hayır. 2008'in son MGK toplantısında İsrail'in Gazze saldırısıyla ilgili açıklanan karardan anlıyoruz ki, Türkiye bundan böyle bölgeye müdahil bir güç olarak sahneye çıkmaktadır. Bu, devletin politikasıdır.
Pekiyi, Başbakan, ABD ile ilişkileri risk altına sokma pahasına mı bunları yaptı? Benim kanaatime göre, bu soruya da "hayır" cevabını vermek lazım. Özellikle Türkiye'deki İsrail lobisi ve muhalefet çevreleri bu konuyu işliyorlar. Yanlış. Şöyle ki: Yönetimi devralan Obama ve ekibi, Amerika'nın dünyada aşınmış bulunan imajını düzeltmek, yükselen Amerikan aleyhtarlığına bir son vermek üzere yeni stratejiler belirliyorlar. İçine girdikleri büyük ekonomik krizi aşmak amacıyla da, gelişmekte olan ülkelerle işbirliği yapmayı planlıyorlar.
Bir başka husus, ABD'nin bundan sonra ağırlığını Pakistan-Afganistan hattına vereceği yolundaki kuvvetli mesajlar... Bu, ABD'nin Ortadoğu'yu bütünüyle terk etmese de en azından ikinci derecede ilgi alanına indireceği anlamına gelir. Bu da Türkiye'nin bölgede daha aktif rol oynamasını ve bu arada İran'la süren pürüzlerin düzeltilmesini gerektirir. Daha açık ifade etmek gerekirse, Türkiye'nin "bölgesel bir güç" sıfatıyla Ortadoğu'ya yapmakta olduğu giriş, ABD'nin orta vadedeki stratejik çıkarlarının dışında değildir. Daha ilginci, hatta sürpriz olanı, ABD'nin İran'la da daha yüksek düzeyde sorun yaşamak istememesidir. Amerika'nın öngörüsü, Türkiye bölgede aktif rol oynarken, tahterevallinin öbür ucundaki İran'ı belli bir mesafeden takip etmesidir.
Eğer Obama ve ekibi belirledikleri doğrultuda hareket edebilme başarısını gösterebilirlerse -ki bunun hiç de kolay olmadığını söylemek lazım- bundan İsrail'in, ABD ve Avrupa'da faaliyet alanı hayli geniş ve derin olan Yahudi lobisinin hiç de hazzetmediğini belirtelim. Çünkü İsrail'in temel stratejisi, sürgit ABD'nin bölgede askerî varlığını sürdürmesi, Avrupa'nın açık ve gizli desteğini arkasında bulundurmasını gerektirir. İsrail, işgal ettiği toprakları elinde bulundurup yeni işgallere hazırlanırken; her defasında uluslararası hukuk ve ahlak normlarını çiğneyip sivil katliam yaparken; bir yandan Arap âlemini ve Müslüman dünyasının gözünü korkutup diğer yandan Filistinlileri kendisinden merhamet dilemeye mecbur ederken -maalesef Filistinlilere sadece merhamet dilemeyi tek çıkar yol gösterenler var- her zaman Amerika'nın ve Avrupa'nın mutlak onayını ve desteğini arkasında bulundurmak istemektedir. Batı'nın desteği yoksa İsrail de yoktur.
Ama İsrail'in artık Batı'nın sırtında giderek büyüyen bir kambur olduğunu, Batı'nın bu kamburla daha fazla yol almasının mümkün olmadığını görenlerin sayısı artıyor. İsrail Batı'nın defosudur. Bunu örtbas etmek imkânsızdır.
İsrail, ABD'nin bölgeye ilgisini azaltmasından ve Türkiye'nin bölgesel rol oynamasından korkuyor. Türkiye'nin yeni vizyonu aslında İsrail dahil herkesin lehinedir. Çünkü belli ki "bu İsrail"le ne bölgede barış olur ne küresel istikrar sağlanır. Ve her geçen gün çatışmanın faturası ABD ve Avrupa'ya çıkmaktadır. Batı'da milyonlar şunu soruyor: Bu ağır maliyet neyin pahasına!
Son bir nokta: Batı'da İsrail'i eleştiren siyasetçilere özür dilettirilir ve istifaya zorlanır. Ecevit'i iktidardan eden bir faktörün de o günlerde İsrail'in giriştiği katliama karşı gösterdiği tepkiydi. Elbette İsrail'in Türkiye'ye gücü yetmez. Ama Başbakan'ı kara listeye alabilir. Yazık ki demokratik yollarla iktidar olamayan muhalefet umudunu, Başbakan'a karşı kurulacak komplolara bağlamış görünüyor. Bu noktayı zihnimizin bir köşesinde tutalım!
ZAMAN