İslami davet, müslümanım diyen herkesin yerine getirmesi gereken bir sorumluluğudur. Zaten imanın yerleştiği bir kalbin, davet ve tebliğ sorumluluğunu yerine getirmekten başka bir seçeneği yoktur. İman bir kalbe yerleşti mi kişiyi harekete geçirir ve imanın kalbine yerleştiği kişi, iman gerçeğini unutmuş kalplerin, bu gerçeği hatırlamasını sağlamaya çalışır.
İmanın tadına varmış ve Rabbinin dinini insanlara tebliğ etmeyi kendisine dert edinmiş bir İslam davetçisi, davetine nereden başlamalıdır? diye sorduğumuzda, alacağımız cevap; kişinin kendisinden başlaması gerektiği yönünde olur.
Nitekim Rabbimiz Kur’an’da, peygamber efendimiz (sav)’e hitaben gönderdiği şu ayetlerde bu gerçeği bizlere hatırlatıyor.
"Ey örtüsüne bürünen! Gece biraz ilerleyince kalk. Gecenin yarısında veyahut biraz öncesinde ya da sonrasında kalk ve Kur’ân’ı tane tane (tertib üzere, düşünerek) oku. Muhakkak ki biz sana çok ağır bir sorumluluk yükleyeceğiz. Şüphesiz gece vakti zihin daha zinde ve güçlü olur, okuma ise daha da berraklaşır. Çünkü gündüzleri seni meşgul edecek çok işler vardır. Öyleyse sen Rabbinin adını an ve bütün varlığınla O'na yönel." (73/1-8)
Bu ayetlerde, Peygamber (a.s) ve onunla beraber İslam davasını omuzlayacak sahabelerin yüklenecekleri yükün ağır olduğu kendilerine hatırlatılıyor ve deyim yerindeyse, bu yükün altında kalmamaları için kendilerini yetiştirip güçlendirmeleri gerektiğine vurgu yapılıyor. Bu yetiştirme ve güçlendirmenin de ancak Kur’an’la yapılabileceği de belirtiliyor.
Bugünün davetçileri de, yüklendikleri bu sorumluluğun ağır bir sorumluluk olduğunu bilmeli, bu sorumluluklarını yerine getirirken, Kur’an’ı anlayarak, üzerine düşünerek okumaları ve en güzel bir şekilde yaşamaya çalışmaları gerektiğini unutmamalıdırlar.
Yine etraflarındaki insanların, kendilerinin söylediklerinden çok yaptıklarına bakacaklarını da bilmeli, bu anlamda söylediklerini yapmayan insanların sözlerinin çok dinlenmeyeceği gerçeğini göz önünde bulundurmalıdırlar. Bu konuyla ilgili Kur’an’da geçen, ‘’Ey iman edenler! Niçin yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz Allah katında çok çirkin bir davranıştır.’’ (61/2-3) ayetlerini de kendilerine rehber edinmelidirler.
Davet ve tebliğ çalışmalarında kişilerin kendilerinden başlamaları gerektiğini söyledik ve kişinin kendisinden başlamanın neden önemli olduğu hususuna değindik.
Peki Kendinden Başlamak Derken Neyi Kastediyoruz?
Kendinden başlamak derken, en önemli hususun, kişinin İslamı anlayıp yaşamaya çalıştıktan sonra, insanları İslama davet ederken nefsini kirlerden arındırması ve niyetini düzeltmesi gerektiğini kastettiğimizi söyleyebiliriz. Kişi eğer davet ve tebliğ çalışmalarını halis bir niyetle, Rabbinin rızasını önceleyerek ve karşılığını sadece Rabbinden bekleyerek yapmazsa; işin içerisine, Allah korusun, şahsi menfaatler, nefsi duygular, maddi çıkarlar girer ki, bu durum davetçinin yaptıklarının tamamını boşa gitmesine sebep olur. Bu anlamda, Kur’an’da islam davetçilerinin, davetlerinin karşılığında muhattablarından herhangi bir karşılık beklemediklerini açık bir şekilde görebiliyoruz. (25/57, 36/21)
Yine kişinin kendisinden başlaması gerekir derken; en temelde kişinin, tebliğin ve insanları İslama davetin bir ibadet olduğu bilinciyle hareket etmesi gerektiğini kastediyoruz. Nitekim bizim namazımız, ibâdetlerimiz, hayatımız ve ölümümüz hepsi âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. (6/162) Tebliğ ve davet çalışmaları bu bilinçle yapılmadığında, davetin devamlılığı sağlanamaz.
Kişinin davet ve tebliğ çalışmalarında devamlılığını sağlayacak bir diğer husus da bu çalışmaların karşılığında erişeceği hayırlardır. Rabbimiz Kur’an’da, iman edip, salih amel işledikten sonra hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin güzel bir mükafatla karşılaşacakları müjdesini bizlere veriyor. Yine peygamber efendimiz (s.a.v), bir kişinin hidayetine vesile olan kişinin, o kişinin yaptığı tüm güzel işlerin aynısının sevabını alacağını da bizlere müjdeliyor.
Sonra Ailemizden
Rabbimiz bizlere, kendimizi ve ailemizi yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden korumamızı emretmiştir. (66/6)
Bir İslam davetçisinin ailesi, onun ana karargahıdır. En önemli cephesidir. Eğer bu cephede iyi bir mücadele verilmezse, davetçinin diğer cephelerde başarılı olma ihtimali çok azdır.
Aile, toplumun çekirdeğini oluşturur. Eğer toplumun değişip dönüşmesini istiyorsak, işe ailelerimizden başlayacağız. Ailesini ihmal etmeyip, onlarla gerektiği bir şekilde, onların İslami eğitimleri ve terbiyeleriyle ilgilenen kişinin daveti daha güçlü ve emin adımlarla ilerleyecektir. Aksi durumda davetçi sürekli sıkıntı yaşayacak ve davetini insanlara götürme konusunda da zorlanacaktır.
Hz. Musa’nın yanına kardeşi Harun’un da peygamber olarak görevlendirilmesini istemesini bu bağlamda tekrar düşünmeliyiz. Yine Resûlullah (a.s)’ın davetini en yakınlarından başlayarak sürdürdüğünü de unutmamalıyız. Hz. Hatice, bu çileli yolculuğunda onun teselli kaynağı ve en önemli destekçisiydi. Onun için hiçbir fedakârlıktan kaçınmamış, elinden geldiğince ona yardımcı olmaya çalışmıştı.
Dava Arkadaşlarımızı İhmal Etmemeliyiz
Bizler çoğu zaman aynı yolda yürüdüğümüz kardeşlerimizi unutabiliyoruz. Uzaktakilere ulaşalım derken beraber tebliğ çalışmaları yürüttüğümüz kardeşlerimizi ihmal edebiliyoruz.
Davet çalışmalarını beraber yürüten kardeşler, birbirlerini ihmal etmemeli, birbirlerini desteklemeli, birbirlerinin eksik yönlerini tamamlamaya çalışmalıdır. Daha çok hayra ulaşabilmek için sürekli birbirlerine hatırlatmalarda bulunmalıdır. İslam davetçisi, kardeşinin derdiyle dertlenebilmeli, yeri geldiğinde kardeşini kendisine tercih edebilmelidir. (59/9)
Yakın Akrabalarımızla Devam Etmeli Ve Halkayı Öylece Genişletmeliyiz
Suya atılan bir taş misali veya kuru soğan örneğinde olduğu gibi davetimizi merkezden çevreye doğru devam ettirmeliyiz. Ailemiz ve beraber tebliğ faaliyetlerinde bulunduğumuz kardeşlerimizden sonra akrabalarımız, aynı mahallede oturduğumuz komşularımız, belki çalışma arkadaşlarımızla devam etmeliyiz. Gücümüz nispetinde bu halkaları genişletebildiğimiz kadar genişletmeliyiz. Tabi merkezi ve yakınındakileri ihmal etmeden ve merkeze ve yakınındakilere boğulmadan yapmalıyız; yani dengeli olmalıyız. Öncelik sırasını bozmamalı, ona riayet etmeliyiz. Öyle yapmalıyız ki, davetimiz emin adımlarla ilerlesin ve yarınlar bizlerin olsun.
Yazımızı Peygamber efendimizin bir hadisiyle nihayete erdirelim.
“Kıyamet gününde bir kişinin yakasına hiç tanımadığı biri yapışır. Adam: ‘Benden ne istiyorsun? Ben seni tanımıyorum.’ der. Yakasına yapışan kişi de: ‘Dünyada iken beni hata ve çirkin işler üzerinde görürdün de ikaz etmez, beni o kötülüklerden alıkoymazdın.’ diyerek o kişiden davacı olur.”