Yaşar Değirmenci/Yeni Akit
Müslümanca düşünelim!
Cihadın da nefsle yapılan cihat, cephede yapmamız gereken cihadı da unutturdu. Belki de uyanmamıza, kendimize gelmemize, özümüze dönmemize vesile olacağından en son Hamas lideri Şehit Heniyye’nin şehadeti bizleri teyakkuz hâline davet etti. Yüce İslâm tebliğ ve temsil mücadelesinde eksen kaymasına müsaade ve fırsat vermeyelim. İslam’ın yanlış yorumlanmasına, istikamet değiştirilmesine fırsat vermeyelim. “Zihniyet-Şahsiyet-Aidiyet-Hareket” inşamız; vahiyden ve sünneti seniyyeden beslensin. Kulluk şuurunu hayat tarzımıza yerleştirelim. Fâni/geçici dünyadayız ama ebedî hayatın burada kazanıldığını unutmayalım. Başıboş bırakılmadık. Yeryüzünde halife olarak en güzel surette yaratılan varlık olduğumuzu da unutmayalım.
Bizim hareketimiz; mesuliyet/sorumluluk hareketidir. Dâvâmız; hayata uymak değil, hayatımızı Hakka uydurmaktır. Her zaman/daimî üç görev bizi bekliyor. Rabbimize karşı vazifemiz, Nefsimize karşı ve topluma karşı görevlerimizin olduğunu da canlı tutalım.
Peygamberler tarihini düşünerek okuyalım. Yaşadıklarımız emperyalist devletlerin yaptıklarını, insanların, toplumların, milletlerin, ümmetlerin ne hâle düşürüldüğünü daha iyi anlarız. Yeryüzündeki siyasetin Firavunun siyaseti, bürokrasinin Hâmân bürokrasisi, Ekonominin Kârun ekonomisi, dini alanın Bel’am yapısının kontrolü altında olduğunu Kur’an-ı Kerim’de çeşitli surelerde bulunan “Musa-Firavun” mücadelesini düşünerek okuyalım. Orada geçen sembol isimleri (Firavunu, Hâmânı, Kârunu, Bel’am’ı) bilelim, bugüne taşıyarak tefekkür ve tezekkür edelim. Düşünme melekeleri dumura uğrayan Müslümanları Müslümanca düşünme çabasına davet eden bizin entelektüelimiz/aydınımızı dinleyelim, uyanalım, Müslümanca düşünelim. Her kafadan bir ses çıktığı, ağzı olanın konuştuğu, dünyanın gidişatının bilmemiz gerektiği bir zeminde dikkatle okuyup üzerinde derinlemesine tefekkür edelim. Yaşanan ve yaşanacak olayları ufuk açıcı bir gözle, basiret ve ferasetle değerlendirelim. Aynı duyguları paylaştığım Yusuf KAPLAN hocamızın yazısının bölümüyle bitiriyorum.
“Gazze direnişi, insanlığın haysiyetini nizam-ı âlem / ümmet fikrine her şeyin anası / kökü olduğu bilincine sahip hakîkî Müslümanların koruyabileceğini ve kurtarabileceğini dünya âleme ispat etti. En zor şartlarda bile insanın haysiyetini sadece Müslümanlar kurtarabilir, dedi Gazze bütün dünyaya. İnsanlığın haysiyetini koruma fikrine sahip güçlü ve asil bir fikir, insanlığa insanca yaşayacağı bir gelecek vaad edebilir.
Batılı insan azmanlaştı, dünyayı kan gölüne çevirdi. Batı düzeni kan, gözyaşı, katliam demekti. Müslüman nizam-ı âlemi ise, inşa, ihya, nizam ve intizam yani sulh düzeni.
Müslüman dünya nizamını yeniden tesis etme potansiyeline sadece Osmanlı’nın çocukları sahipti. Gazze, Osmanlı’nın bedenen yok olduğunu ama ruhen yaşadığını, dipdiri olduğunu gösterdi dünyaya. Osmanlı adalet, merhamet ve hakkaniyet nizamı ve vaadi demekti.
İslâm dünyasında Ehl-i Sünnet’in kalesi Osmanlı’yı çökerttiler, çocuklarını başsız, sahipsiz bıraktılar ve İslâm dünyasının başına bin yıllık bir çıbanbaşı olarak Şia’yı tarih sahnesine çıkardılar. Önce, son yüzyıla kadar Ehl-i Sünnet Omurga’nın yegâne temsilcisi hilâfetin makarrı Osmanlı’ya saldırdılar, sonunda Osmanlı’yı bedenen de olsa tarihten sildiler.
Ehl-i Sünnetin yerine Şia’yı öne çıkararak, Şia’nın bütün İslâm dünyasına yerleşmesini sağlayarak üçüncü dünya savaşını İslâm’a karşı İslâm üzerinden hayata geçirmek istiyorlar.
İslâm dünyasında yaşanan gelişmelere bu perspektiften bakmak ve İran’ın neden bu kadar öne çıkarıldığını, önünün alabildiğine açıldığını, sürekli olarak hem mağdur durumuna düşürüldüğünü hem de mağdur duruma düşürülen Filistin başta olmak üzere başka Müslüman coğrafyaların hâmisi konumuna yerleştirildiğini göremediğimiz sürece dünyada yaşanan gelişmeleri kavrayamayız.
Filistin hadisesini İran’ın güya sahiplenmesi, İran’ın Suriye, Irak, Lübnan, Filistin, Körfez ülkeleri ve Yemen’e yerleştirmesi, hep İslâm’a karşı İslâm Savaşı stratejisinin bir uzantısıdır. Filistinli mazlumların lideri, güzel adam, mazlum Müslüman İsmail Heniyye’nin Tahran’da suikasta kurban gitmesi aslâ tesadüfi bir hadise değil. Lübnan Hizbullah’ının lideri Nasrullah’a ‘Tahran’a gelme, seni koruyamayız’ diyen İran yönetiminin Nasrullah’tan bin kez daha korumasız olan Heniyye’yi Tahran’a davet etmesi, Heniyye’nin esrarengiz bir şekilde şehit edilmesi hâdisesi söylediklerimi doğruluyor.
Mezhep çatışması üzerinden bizi birbirimize düşüreceklerini, İran’ın önünün o yüzden bu kadar açıldığını söyleyen, İran, İslâm’ı değil Pers emperyalizmini düşünerek hareket ettiğini ifade eden hocamız, öyle olmasaydı son yirmi yılda bölgeye yerleştirilmez ve sadece Suriye’de yarım milyon Sünnî Müslümanı hunharca ve zevkle katletmeye kalkışmazdı diyor.
İslâm’ın tarih yapan gücünü, Ehl-i Sünnet Omurga’yı tarihten silerek, Filistin’de görüldüğü üzere barbar, vahşî düzenlerinin önlerindeki en büyük tehdidi yok edebileceklerini ve böylelikle bir taşla iki kuş vurarak, çöken Batı uygarlığının biz birbirimizle boğuşurken sıyrılıp dünya üzerindeki hegemonyasını sürdürmeyi başaracak bir imkâna kavuşacağını görelim. İran’ın küresel sistem tarafından Ehl-i Sünnet’i çökertmek için maşa olarak kullanıldığını görüyor ve şımartıldıkça şımartılan, İsrail’le ve Batılı güçlerle gizli işbirliği yapan, danışıklı dövüş oynayan İran’ın derhal durdurulması gerektiğini söylüyorum.
İran durdurulamazsa, İslâm dünyasının içerden kan gölüne dönüştürülmesi projesi de engellenemez. Ve İslâm dünyasının sahici, sağlam Ehl-i Sünnet temeller üzerinden yeniden ayağa kalkması ve zorba küresel sistemin sona erdirilmesi asla mümkün olamaz.”