Darbeyi önlemenin altın kuralı

Ekrem Dumanlı

Öteden beri darbecilik bu milletin geleceğini tehdit ediyor. Toplumun şuuraltında korkuya sebep oluyor. Boşuna değil bu korku. 36 padişahtan 12'si askerî isyanlarla tahttan indirildi.

Bunun birkaç katı sadrazam da aynı metotla alaşağı edilmişti. İttihat ve Terakki'nin gizli örgütlenmesi, ilerleyen yıllarda bir cuntacılık geleneğinin doğmasına sebep oldu. Cumhuriyet'in ilanından sonra Atatürk, devleti, önemli bir oranda, İttihatçılardan temizledi. Büyük bir tasfiye yaşandı.

Cumhuriyet dönemindeki cuntacılığın şirazeden çıkışı 27 Mayıs darbesiyle başladı. Cuntacılar sadece demokrasiyi altüst etmedi; TSK'nın köküne kibrit suyu döktü. Binlerce subay emekliye sevk edilirken bazı gazeteler darbe yanlısı yayınlar yaparak "Ordumuz gençleşti" diye manşet atıyordu. 27 Mayıs bir virüstü. Başka hastalıkları da tetikledi. Art arda cuntalar oluştu. Bugün bile cuntacılık o müptezel pervasızlığın devamıdır. Her on senede bir demokrasiye bir şekilde müdahale edildi. Hâlâ da müdahale edilebilir...

VERGİ ALIRKEN HERKES VATANDAŞ

Darbe geleneğini ortadan kaldıracak pek çok önlem söylenebilir. Hepsi de önemli. Ancak öyle bir konu var ki, o konuda gereken şuur oluşmadıkça hiçbir mesele halledilemez. Darbeyi sorgulayacak en önemli faktör, insanların ödediği verginin arkasında durmasıdır. Çünkü askerin elindeki silah o vergilerle alınıyor. Vatandaşın ödediği vergiyle alınan ve görevi gereği emanete verilen silahların vatandaşa çevrilmesi mümkün değildir. Hangi mantıkla bütün temel masrafları karşılayan halka karşı silah doğrultulabilir?

Ne yazık ki Türkiye'de insanların büyük bir kısmı vergi verdiğinin bile farkında değil. Maaşlardan yapılan doğrudan kesintiler devletin en büyük gelir kapılarından biri. İşadamlarının ödediği vergiler olmasa devlet aslî işini yapamaz hale gelir. Üstelik her fert, araba alırken, ev alırken, benzin alırken, cep telefonu kullanırken vs. vergi ödüyor. Vergisiz aldığımız tek şey nefesimiz. Doğrudan ya da dolaylı olarak ödediğimiz vergiler bu devleti ayakta tutuyor. Ayakta kalsın, sonsuza kadar payidar olsun; ancak devletin halk için var olduğunu, millet olmadan devletin bir anlam ifade etmeyeceğini, üstelik hayatiyetini sürdüremeyeceğini bilsin...

Vergi meselesinin bir başka boyutu daha var: Devlet denilen mekanizma vatandaşlar arasında ayrım yapmaksızın herkesten vergi talep eder. Bu talebi yaparken vergi mükellefleri arasında hiçbir ayrım yapamaz. Vergi toplanırken insanlara "sağcı, solcu, dinci, dinsiz, Alevi, Sünni, Kürt, Türk" gibi ayrımlar yapamaz. Kılığına, kıyafetine bakmaksızın herkesten vergi toplayan devlet, her ferdi de inanç ve hayat tarzına bakmaksızın askere alır, 'vatanî görevi'ni yerine getirmesini ister, emreder. Vergi alırken ayrım yapamayan devlet ya da o devletin kurumları, hizmet verirken halkın arasına nifak sokamaz. Vatandaşın somut bir suçu varsa, güvenlik güçleri ve mahkemeler harekete geçer ve suçun hesabı sorulur. Ortada suç yoksa insanlar "iç tehdit" ya da "iç düşman" muamelesine maruz kalamaz, kalmamalı. Çünkü insanlar kanunlara riayet ettiği ve vergisini ödediği sürece birinci sınıf vatandaş olmayı hak etmektedir. Modern devlet anlayışı da budur; vatandaşlık tanımı da bu çerçevede yapılmaktadır.

Vatandaşlık görevini yerine getirmek, vatandaşlık hakkını kazanmak anlamına gelir. Siyasi tercih de vatandaşlık hakkıdır. Sandık ortaya çıktığında herkesin bir oy hakkı var. İnsanlar istiyorsa oraya iradesini koyar ve tercihini yansıtır. Türkiye'deki seçime katılım dünyanın pek çok ülkesinden çok ileride. Amerikan seçimlerinde seçmenlerin yüzde 50'sinin oy vermesi çoğu kez sağlanamıyor. Türkiye'de ise halkın seçime katılımı yüzde yetmişlere, seksenlere ulaşıyor. Demek ki vatandaş nasıl bir yönetim istediğine dair sorumlu bir tutum sergiliyor. Manzara buyken, "Bu insanlar nasıl yönetilmesi gerektiğini bilemiyor. Bu cahilleri tedip etmek lazımdır." diyerek silahlı güçleri devreye sokmak korkunç bir hatadır.

Tam da bu noktada karşımıza şu çarpıcı soru çıkar: Niçin her fert silah taşımaz da asker-polis silah taşır? Çünkü güvenlik güçlerinin silah taşıması vekâleten ve emaneten yapılan bir iştir. Devlet, bireylerden vergi toplayarak bir bütçe oluşturur ve o bütçeyle hem yol, baraj gibi hizmetler verir hem de asayişi sağlar ve dıştan gelecek tehlikelere karşı önlemler geliştirir. Dolayısıyla vatandaş, ödediği vergilerle polise ve askere der ki: "Benim ödediğim paralarla silah ve mühimmat al ve beni, benim ülkemi koru." Askerdeki silahın meşruiyeti halkın o kişilere verdiği görevden dolayıdır. O görevlendirme başta Meclis olmak üzere devlet denen mekanizmayı yöneten meşru yönetimle gerçekleştirilir. Tek tek her ferdin kamu hizmetini yapması ve genel güvenliği sağlaması mümkün olmadığı için devlete bu tür görevlendirmeler yapılır ve yetkiler verilir. Meşruiyetini halktan alan silahlı güçler, halkın iradesini temsil eden Meclis'e ya da o Meclis'i oluşturan iradenin doğrudan kendine silah doğrultamaz. Bu nedenle darbecilik suçtur; insanlık suçudur.

BAŞBUĞ DA DİKKAT ÇEKMİŞTİ

Sayıştay'ın bütün devlet birimlerini denetleyebildiği halde TSK'yı denetleyememesi de kocaman bir demokrasi ayıbıdır. Buna modern bir ordunun karşı çıkması düşünülemez. Tam da bu nedenle Türkiye, AB raporlarında ağır eleştirilere hedef oluyor. Çünkü demokratik bir ülkede her kurum şeffaf bir yapıya kavuşmak zorundadır. Özel durumların istisnai hali, sınırlı bir çerçevedir; o çerçeveyi bütün bir kuruma şemsiye yaptığınızda çağın dışına çıkmış olursunuz...

Kilidi çözecek formül şu: Bir yandan insanlar ödediği verginin ve elde ettiği vatandaşlık haklarının arkasında durarak güvenliğini sağlama görevini verdiği güçlere, "Hayır! Sana silah kullanma hakkını ben verdim. Onu bana karşı kullanamazsın." diyecek. Diğer yandan da askerler modern orduların mantığı çerçevesinde kendini yeniden tanımlayarak vatandaşlara karşı mükellef, her türlü sorgulamaya açık olduğunu bilecek. Zaten Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ da, 14 Nisan 2009 tarihli Harp Akademileri konuşmasında bu konuya dikkat çekerek, "Silahlı Kuvvetler'in halkın vergileriyle oluşturulduğu unutulmamalıdır." demişti. Özellikle sivillerin, Silahlı Kuvvetler'in bu özelliğini unutmaması şart.

Halkın bir siyasi partiyi iktidara taşımasına askerin saygı duyması şart. Çünkü herhangi bir siyasi partiye emaneten iktidar koltuğunu veren vatandaş, askere de üniformasından tankına kadar her şeyi emaneten veriyor. Vergi verenin en tabii hakkı emanetin muhafaza edilmesidir. Hem sivil buna saygı duymak zorunda hem asker...

ZAMAN