Darbeyi Önceden Hisseden Amerikalı Bilim Adamları...

Darbeyi önceden muştulayan bütün Türk ve yabancı analistler, darbe gecesi aranan ABD Genelkurmay Başkanı da 240 insanın öldürüldüğü, Meclis’in bombalandığı darbeyi soruşturan savcılar ve siyasetçilerin nazik davetlerine icabet ederler...

Yıldıray Oğur / Türkiye Gazetesi

Türkiye, başarılı, başarısız; klasik, postmodern; muhtıra, e-muhtıra biçimlerinde sekiz darbe görmüş bir ülke. Darbe yabancımız değildi.

Ama 2016 yılında askerî vesayet bitmiş, ordu sivillerin kontrolünde, en son darbeci Kenan Evren’i bile uğurlamaya kimse gitmemiş diye düşünüyor, artık olmaz diyorduk.

Yine de darbe olabilir diyenler yok değildi. İktidara nefretinden sopayla tehdit eder gibi iç savaş çıkacak darbe olabilir diye tehditler savuran bazı kanaat önderleri vardı. Bir de her gördüğü olaya darbe girişimi diyerek tersinden korkutmaya çalışanlar. Ordudaki cemaat yapılanmasının farkında olarak darbe ihtimalinden bahseden emekli askerlerin seslerini ise duyan çok yoktu.

Ama bizden kilometrelerce uzakta, bir okyanus ötesindeki ABD’de 2016 yılının ilk aylarından itibaren bizden habersiz harıl harıl bir tartışma başlamıştı; Türkiye’de darbe olabilir mi?

Hakkımızda yapılan bu hayati tartışmadan aramızda ABD’yle en fazla haşır neşir olan bir gazetecinin yazısı sayesinde haberdar olduk.

2 Mart 2016 günü Radikal gazetesinde yayınlanan yazısında yıllarca darbelere ve askerî vesayete karşı çıkmış bir isim olan Cengiz Çandar şöyle diyebildi:

“Kala kala, bir TSK, bir de Anayasa Mahkemesi kalmıştı. TSK, kurumsal olarak, siyasi iktidar bakımından “özerk” konumunu her şeye rağmen koruyor olsa da, son yıllarda yaşanan gelişmelerden ötürü “checks and balances” rolünü bugüne dek uyguladığı biçimde, şu sırada oynamayacak durumda. (Oynayamayacak demiyoruz, “şu sırada oynamayacak” diyoruz.)

Bu rolü, artık bir kez oynayabilir. Düdüğü çalar. Oyunu durdurur. İleride olur mu olmaz mı, bilemeyiz. Ama, buna imkân veren bir yola girilmiş olduğunu görebiliyoruz.”

Tuhaf bir şey oldu. Çandar bu yazısından sonra bir veda yazısı yazarak 40 yıllık gazetecilik kariyerini bitirdiğini açıkladı.

Ama pandoranın kutusu açılmıştı.

Zaten 3 yıldır artan bir şiddetle Türkiye, çöken bir devlet, Erdoğan ise diktatör ilan edilmişti. IŞİD’le iş birliğinden,  çözüm sürecini bitirip savaş çıkarmaya kadar türlü yalanlarla ilerleyen propaganda makinesi, Türkiye’deki meşru iktidarın meşruiyetinin altını oyup, Türkiye’yi darbe yapılabilir ülkeler statüsüne sokmuştu.

Peki bunun için ne yapılacaktı? Çandar’ın işaret fişeğinden sonra ilk somut işaret 8 gün sonra 10 Mart günü Washington Post’ta ABD’nin iki eski Türkiye Büyükelçisi Demokrat Mort Abramowitz ve Cumhuriyetçi Eric Edelman’ın birlikte kaleme aldıkları “Erdoğan ya reform yapsın (kendini düzeltsin) ya istifa etsin” başlıklı yazıyla geldi.

https://www.washingtonpost.com/opinions/turkeys-erdogan-must-reform-or-resign/2016/03/10/80cc9be2-dffe-11e5-9c36-e1902f6b6571_story.html

Washington’da Türkiye ile ilgili karar vericilerin ne dediklerine baktıkları bu iki karşıt eğilimdeki eski Türkiye büyükelçisi kendilerine başlık olarak (“Ya reform yap ya istifa et”) Arap Baharı’nda sık sık Esad ve Mübarek için duyduğumuz bir kalıbı seçmişlerdi.

Yazıda “17 Şubat günü Ankara'da PKK uzantılı bir grubun gerçekleştirdiği korkunç saldırı, âdeta Türkiye'nin 1970 ve 80'lerde yaşadığı ve sokaklarda insanların öldürüldüğü iç savaş ortamına geri dönüşün işareti gibiydi” cümlesiyle darbe yılları hatırlatıldıktan sonra ilgililere şöyle sesleniliyordu: “Eğer Erdoğan başta söylediğimiz gibi Türkiye'nin parlak bir geleceğe sahip olduğu konusunda aynı fikri koruyorsa, o hâlde bunun gerçekleşmesi için ya şimdiki tutumundan uzaklaşacağı tipte bir reform gerçekleştirmeli ya da istifa etmelidir.” (Çeviren: Şivan Okçuoğlu/ODA TV)

İki gün sonra bu kez Rusya devletinin sözcüsü Sputnik’in İngilizce sitesinden benzer bir ses yükseldi. Sputnik’te 12 Mart günü çıkan başyazının başlığı şöyleydi: “Erdoğan açmazı: Türkiye’de bir askerî darbeyi ne başlatabilir?”

http://sputniknews.com/middleeast/20160312/1036172919/turkey-erdogan-tensions.html

Yazı, Moskova Devlet Üniversitesi Asya ve Afrika Araştırmaları Enstitüsü’nden Doç. Dr. Pavel Shlykov’un Carnegie Moskova Merkezi’nde sunduğu “Türkiye’de bir askerî darbe ihtimali var mı” sorusuna cevap arayan raporuna dayanıyordu.

Türkçe bilen, Türkiye’de USAK, TASAM gibi kuruluşların toplantılarına gelip gitmiş genç bir Türkiye uzmanı neden durup dururken böyle bir rapor yazmıştı bilinmiyor, ne dediğine bakalım:

 “Türkiye’deki mevcut kriz birçok spesifik özellikle tanımlanabilir: Birincisi, ülkenin siyasi ve toplumsal hayatının her alanı ve devlet kurumlarının tamamı bir kriz içinde. İkincisi, halkın geleceğe dair şüpheleri artıyor. İnsanlar mevcut toplumsal ve siyasal kalkınma modelinin çok yorduğunun farkında. Üçüncüsü, Türk ordusu giderek siyasi nüfuzunu artırıyor ve böylece askerî bir darbenin temellerini döşüyor.  Ordunun siyasal sürece aktif müdahalesi Türk tarihinin bir parçası olageldi. 2000’lerde Erdoğan orduyla sivil kurumlar arasındaki ilişkilerde reformlar yaptı. Onun siyasi yönetimi altında ordu hükümete kendi politikalarını dayatamayacaktı. Ancak eğer üç kriter aynı anda gerçekleşirse Türkiye’de bir askerî darbe ihtimali belirebilir: siyasi krizin daha da derinleşmesi, dış tehdidin artması ve Kürt meselesinin aniden tırmanması. Şu anda her üçü de mevcut.

Ankara’nın Türkiye Kürtleriyle barış sürecini askıya almasının ardından Erdoğan, orduyla bir nevi taktik ittifak kurmak zorunda kaldı. (...) bilhassa 2015 sonbaharında (...) O dönem Ankara, ordu komutanına açık çek verdi. Durumdan faydalanmak için Erdoğan orduya yönelik önceki politikasının yanlış olduğunu kabul etti. Üstelik kendi “hataları” için bir de günah keçisi buldu: şu anda Pennsylvania’da sürgünde yaşayan Türk vaiz Fethullah Gülen... Tabii şu anda ülkedeki en güçlü siyasi kuvvetlerden biri Türk ordusu. Ama (1960, 1971 ve 1980’de olduğu gibi) bir darbe yapması mümkün değil. Zira ordu geniş halk desteği alacağından şüphe duyuyor” (Çeviren: Zahide Tuba Kor- http://ortadogugunlugu.blogspot.ae/2016/07/darbe-ihtimaliyle-ilgili-dis-basinda.html)

Türkiye’de neredeyse kimsenin gündeminde değilken dünya Türkiye’de darbe olup olmayacağını tartışmaya başlamıştı artık.

Türkiye’de bu tartışmanın sesi, daha az itibarlı olduğu için çok daha açık sözlü olabilen eski Pentagon görevlisi, neocon Michael Rubin’in yazısıyla duyuldu: “Türkiye’de bir darbe olabilir mi?” Tarih 21 Mart 2016’ydı.

https://www.aei.org/publication/could-there-be-a-coup-in-turkey/

Türkiye, ama özellikle AK Parti Erdoğan düşmanlığıyla malul bu neocon uzman son olarak 2014 yılında Brüksel’de Demirtaş’ın da konuşmacı olduğu Kürt Konferansı’nda görülmüştü. Yazı bir analiz değil, darbecilere ne yapmaları gerektiği konusunda bir rapor gibiydi. En korkutucusu da günün sonunda darbeciler bu tavsiyelere göre hareket ettiler (darbe bildirisinden anlaşılacağı üzere) ilk 3 saat bekleyen Washington da onun dediği gibi davrandı:

 “Uzun zaman önce, Erdoğan, Türk ordusunun elini kolunu bağlamanın yollarını aradı. İktidarının ilk on yılında ABD ve AB bu konuda onu destekledi. Bu, dışarıdan ona destek verenlerin, Erdoğan çılgınlığa ve otokrat tutuma kaymasından önce idi. Yani, Türk ordusu Erdoğan’ı düşürmeye ve yakın çevresini içeriye almaya kalkışırsa bunu becerebilirler mi?

Bu davranışı savunma düşüncesiyle değil de, durumun değerlendirmesi olarak yanıt; Evet. Eğer darbe liderleri, demokrasiyi hemen geri getirecek bir yol belirlerse, ABD’de seçim havasında olan Obama yönetiminin yapacağı, bir kınamadan öteye geçmeyecektir. Mısır’da Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye gösterilen sempatiyi de göremeyecek Erdoğan. Mursi düşürüldüğünde, demokrasiye bağlılığı tartışma konusu idi; Türk diktatör için böyle bir şey olacak gibi değil.

Ne Demokrat, ne de Cumhuriyetçilerin önde gelenleri, Türkiye’yi darbe öncesi duruma geri getirmek için ABD’nin prestijini riske atacak değiller; darbeye karşı yapmacık bir kınamadan sonra yeni gelen rejimle işlerini yürütecekler. 

Darbe liderleri ilk iş olarak, tutuklu gazetecileri ve akademisyenleri salarak, el konulmuş gazete ve televizyonlarını yasal sahiplerine geri vererek, Avrupa ve Amerikan insan hakları, sivil toplum kuruluşları ve gazetecilerinin eleştirilerini sonlandırabilirler. Türkiye’nin NATO üyesi olması darbeciler için bir engel değil; ne Türkiye, ne de Yunanistan, daha önceki darbelerde NATO üyeliğini kaybetmedi.

Darbeyle gelen yeni liderliğin Türkiye Kürtlerine yapacağı içten bir çağrı karşılıksız kalmayacaktır. Avrupa halkı da, Amerikan halkı da Erdoğan’ın, damadının veya Egemen Bağış ve Cüneyd Zapsu gibi kilit noktalardaki yardımcılarının idamına olumlu bir gözle bakmayacak fakat yolsuzluklar için yargılanmalarını ve uzun süreli hapis cezalarını normal olarak görecek.

Erdoğan, dostlarının onun yardımına koşacaklarını bekleyebilir fakat dostlarının çoğunu çeken -Türkiye içindekiler de, uluslararası ortamdakiler de- onun gücü. Saraydan atıldıktan sonra, mahkemede kendini yapayalnız, Saddam Hüseyin gibi büzüşmüş ve allak bullak olmuş bulabilir.

Bir kehanetim yok. Türkiye’de gün geçtikçe büyüyen huzursuzluğa ve Türk ordusu, Abdülfettah el Sisi’nin planının kopyasını Türkiye uyguladığında fazla bir zarar görmeyeceğine bakılırsa, Türkiye’nin çalkantılı politikası daha da çalkantılı olduğunda hiç şaşmamalı." (Çeviri: Erkan Güçiz. http://www.guncelmeydan.com/pano/darbe-olursa-abd-erdogan-i-kurtarmaya-gelir-mi-t41726.html)

Darbe tartışmasının başladığı tarih de ilginçti. Mart ayı sonunda dünya liderlerinin katılacağı bir zirve için ABD’yi ziyaret edecek Erdoğan’ın işleri düzeltme ihtimali olan gezisinden bir süre önce...

Cumhurbaşkanı ABD’deyken sürpriz bir açıklama geldi. Bu kez Genelkurmay Başkanlığı’ndan.  Tarih: 30 Mart 2016. Açıklamadan dört gün önce Sabah’ta Rasim Ozan Kütahyalı’nın yazdığı ve ordu içindeki Fethullahçı yapılanmayla yeterince mücadele edilmediğini söyleyen yazıya bir cevap olduğu düşünülen açıklamanın hedef kitlesi daha daha genişti:

 “Hâl böyle iken bazı medya organlarında hiçbir dayanağı olmadan yapılan haber ve yorumlar doğal olarak kahraman silah arkadaşlarımızın moral ve motivasyonunu olumsuz etkilemekte, tüm mensuplarımızı rahatsız etmektedir.

Milletinin engin sevgi ve güveninden güç alan, demokrasiye bağlılığını her ortamda dile getiren Türk Silahlı Kuvvetlerinde idari ve adli mekanizmalar sürekli ve etkin olarak çalıştırılmaktadır. Türk Silahlı Kuvvetlerinde disiplin, mutlak itaat ve tek emir komuta esastır. Hiçbir yasa dışı, emir-komuta hiyerarşisi dışı oluşum ve/veya harekete taviz verilmesi söz konusu değildir”

Amerikan medyasındaki Türkiye’de darbe tartışması bu açıklamayla devam etti.

7 Nisan 2016’da bu kez yine bir cemaat gazetesi olan (Moon Tarikatı tarafından kurulmuştu) muhafazakâr Washington Times’ın ödüllü uzman Pentagon ve Dışişleri muhabiri Guy Taylor imzalı bir haberiyle: “Erdoğan darbe tehditini kullanarak gücünü artırıyor, muhalafeti eziyor”

http://www.washingtontimes.com/news/2016/apr/7/recep-tayyip-erdogan-uses-turkey-military-coup-buz/#.VwgANUQJsd8.twitter

Michael Rubin’in yazısı, Sputnik’te çıkan başyazısı ve Genelkurmay’ın açıklamalarına yer verilen yazıda en ilginç paragraf gazeteye konuşan adı açıklanmayan ama “Ankara’da çok geniş siyasi kontakları olduğu söylenen bir Türk kaynak”ın söyledikleriydi. Benzer analizlerinin hepsinde tekrarlanan Türkiye’de AK Parti’nin orduyu kontrol altına aldığını, askerlerin darbe yapacak durumu olmadığını söyleyen kaynak ama diyerek eklemişti:

 “Türkiye’de bir darbe olmasının tek yolu ABD’den açık ve net bir destek gelmesidir. Washington, darbe başarılı olmadıkça o desteği kabul etmeyecektir. Yani aniden bir darbe olursa ABD, Erdoğan’ın göreve dönmesi için parmağını kıpırdatmaz ama ABD’nin başından itibaren bir darbeyi gizlice destekleyeceğini düşünmek fantezidir” (Çeviren: Şevket Zaimoğlu/ http://iradeimilliye.blogspot.com/2016/07/15-temmuz-yabanc-medya-ve-analistlerin.html)

Washington Times’ın Pentagon muhabirinden sonra topu bu kez Wall Street Journal’ın eski Pentagon yeni İstanbul muhabiri  Dion Nissenbaum aldı: “Türk ordusunun nüfusu yeniden artıyor” başlıklı haberin tarihi 19 Mayıs 2016. Darbeye 2 aydan az kalmıştı:

http://www.wsj.com/articles/turkish-militarys-influence-rises-again-1463346285

Haberin manşeti veren tespiti şöyleydi:

 “1960 yılından bu yana dört sivil hükümeti deviren Türk ordusu, uzun bir süre orduyu kendisine karşı tehlike oluşturan bir rakip gibi gören Erdoğan'ın yanında, yeniden önemli bir aktör olarak ortaya çıkıyor"

WSJ’nin analizinde Erdoğan’ı durduran bir denge unusuru olan orduya Pentagon referanslı övgüler dikkat çekiciydi:

"Ordunun, Cumhurbaşkanı'nı en açık şekilde denetim rolü üstlendiği mesele Suriye. Eski Türk yetkilileri ve Erdoğan'ın müttefiklerinin söylediğine göre, Erdoğan geçen sene savaştan kaçanlara güvenli bölge oluşturulması için Türk ordusunu Suriye'ye göndermeyi tartışırken, ordu liderleri ise güçlü çekincelerini dile getirdi."

Türkiye ile ABD ilişkilerinin tarihinin en kötü döneminden geçtiği günlerde, Pentagon yetkilileri Türk ordusuyla ilişkililerinin bugüne kadarki en güçlü ilişki olduğunu söylüyor, “İngilizce bilen” Hulusi Akar’ın komutanlığını övüyordu:

 “Yeni jenerasyon Türk askerî yetkilileri yeniden inşaya doğru ilerlerken, Türkiye'nin IŞİD'le mücadelede yakın çalıştığı ABD ve NATO'yla da güçlü bağlar oluşturdu.

ABD'li bir yetkili, 'Ordular arası ilişki ABD hükümetinin Türkiye'yle geleneksel olarak sahip olduğu en güçlü ilişki. Belki de şimdi, hiç olmadığı kadar güçlü' dedi."

Ama haberin en ilginç kısmı Türkiye’de darbe tartışmalarının ele alındığı kısımdı. Özellikle de adı verilmeyen bir kaynağa dayandırılan şu iddia:

"Konuya yakın isimlerin aktardığına göre Türk ordusunun etkisini yeniden inşa etmesi Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda generallerin, Erdoğan'ı devirmeye çalışabileceği endişeleri de doğdu" (Çeviri: BBC Türkçe)

Darbeye iki ay kala “Türkiye bir askerî darbenin eşiğinde mi?” başlıklı 19 Mayıs 2016 tarihli Peter Corzun imzalı yazının en ilginç tarafı iddialı başlığından sonra, Peter Corzun diye birinin olmama ihtimali. Pek çok kaynağa göre bu Michael Rubin’in mahlaslarından biri. Zaten darbe PR’ı yapan yazı Michael Rubin alıntılarıyla doluydı. En ilginci ise yazının yayınladığı Strategic Culture Foundation’un Kanada merkezli görünen ama aslında Moskova merkezli bir Rus propaganda sitesi olmasıydı

http://www.strategic-culture.org/news/2016/05/19/turkey-brink-military-coup.html

Türkiye ile darbe kelimelerini neredeyse kulak dolgunluğu olsun, olunca yabancılık çekilmesin diye yan yana kullanıldığı yazılar sadece böyle propaganda sitelerinde kalmadı.

ABD dış politikasının düşünce merkezlerinden, 90 yıllık yarı resmî Amerikan Council on Foreign Relations’ın dergisi Forreign Affairs, 30 Mayıs 2016 günü Gönül Tol imzalı bir analiz yayınladı. Başlık: “Türkiye’nin gelecekteki darbesi.”  Darbeye 45 gün kalmıştı. Fena bir tahmin sayılmazdı.

 (Council on Foreign Relation demişken, başındaki 2003’te ABD Irak’ı işgal ederken Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın yakın ekibinde bulunan tecrübeli diplomat Richard Nathan Haas’ın iki tweetini hatırlayalım. İlki 2013’te Mısır’da darbe olurken: “Asker Türkiye’de on yıllar boyunca demokrasinin yeşermesi için kritik bir rol oynadı, ABD, Mısır’da ordunun böyle bir rol oynamasını reddetmemeli”

Ve ikinci tweeti. 15 Temmuz 2016 darbe gecesi 00.20’de attığı: “Türkiye darbesi ABD ve Avrupa hükümetlerine bir ikilem sunuyor: Anti-demokratik bir darbeyi gittikçe anti-demokratikleşen otoriter bir lidere karşı destekler misin?)

Middle East Institue uzmanı, bir zamanlar hükümete yakın Akşam gazetesinde de yazmış, Obama yönetimine ve ABD Dışişlerine çok yakın think-tanklerle yakın ilişkileri bulunan Gönül Tol’un bu vaatkâr başlıklı yazısının içeriğinde ordunun geri planda olduğu ama PKK’yla çözüm sürecinin bitmesiyle yeniden öne çıktığı şeklindeki diğer yazıların hepsindeki analiz tekrarlanıyor ama ardından darbe olması için şartlar sıralanıyor:

 “Fakat bugün, ordu gayet iyi biliyor ki %50 oy oranına sahip Erdoğan ve partisi AKP'ye karşı olası bir darbe girişimine karşı ufak ölçekli de olsa bir halk desteği ile karşı çıkılabilir ve toplumun yönetimini eline almaya kalkışan ordunun gayretleri boşa çıkabilir.

Sadece bir senaryodan ibaret olsa da, bir darbe olasılığı bugün de var.  AKP iktidarının 14 yılında ordunun laiklik duruşu bir ölçüde yumuşatıldı, fakat Kürt ayrılıkçılığı hâlen silahlı kuvvetlerin kırmızı çizgisi olma özelliğini koruyor. Eğer PKK ile devlet sarmalı arasında süregelen savaş kontrolden çıkacak olursa, eğer kitlesel şiddet batı şehirlerinde güvenlik zaafiyetinin ortaya çıkmasına neden olursa ve büyük bir ekonomik düşüş yaşanır ve eğer hükümetin otoriter tavırlarında artış sözkonusu olursa, ordu harekete geçebilir. Şartlar hükümet karşıtı protestoların artışa geçmesine neden olabilir. Bu durumda eğer Erdoğan gaddar bir polis baskısı oluşturur ve daha fazla kaos oluşmasına neden olurken kanlı katliamlar yaşanacak olursa, toplum generallerin yönetimi ele almalarını isteyebilir. Bu hoş olmayan senaryoların yaşanması durumunda generaller belki de askerî müdahale yerine politik süreçleri tercih edebilir ve hükümete istifa etmeleri için baskı uygulayabilirler. Türkiye artık askerî cunta yönetiminde politik ve ekonomik gelişim gösterebilecek durumdan oldukça uzak.”

 “Şimdilik ilgilendikleri alanlarda aynı çizgide olabilirler fakat, her iki tarafı birbirinden ayıran hâlen çok sayıda sorun da bulunmaktadır. Erdoğan'ın artan otoriter tutumları, Kürt sorununa istinaden sık aralıklarla görülen yan çizmeleri ve Orta Doğu odaklı agresif dış politikasının Türkiye'yi geleneksel Batılı müttefiklerinden uzaklaştırması, ordu içerisindeki rütbeli askerlerin kaşlarının çatılmasına neden olabilir” (Şivan Okçuoğlu/ ODA TV)

Yazının yayınlanmasından sonra yazıda bahsedilen darbe şartlarından birinin daha Vezneciler ve Havalimanı saldırılarıyla gerçekleştiğini hatırlayalım.

Ve darbeden bir ay önce. Profil iyice yükseliyor. Bu kez kalemi eline alan Clinton dönemindeki dışişleri bakanları Warren Christopher ve James Baker’in danışmanı, Bush’un başkanlık döneminde yardımcısı Dick Cheney’in  Orta Doğu danışmanı, ikinci dönemde ulusal güvenlik danışmanı olan John Hannah. Son pozisyonu ise Washington’daki Likud’a yakın İsrail lobisi Foundation for Defence of Democracies’in yönetim kurulu üyesi.

Yazının başlığı yine iddialı: “Erdoğan gibi bir problemi nasıl çözebilirsiniz?” Meşhur sözle başlıyor yazı: “Houston we have a problem.” Sonra da Erdoğan probleminden demokratik yollarla baş edilemeyeceğini anlatıyor eski diplomat ve devam ediyor:

 “Kabul etmek gerekir ki ancak olasılığı düşük gerçekten kara kuğu denecek ender bazı olaylar Erdoğan’ı devirebilir. 2013 Gezi Parkı benzeri uzun süre milyonlarca vatandaşın uzun süreli sokaklarda sürdüreceği barışçıl eylemler onu durdurabilir. Erdoğan’ın despotizmine ve anayasayı yok saymasına karşı yükselen kitlesel muhalefetle birleşmiş bir çeşit askerî müdahale de en baştan yok sayılmamalıdır.

Eğer Türkiye’nin durumu kötüye gitmeye devam ederse, teoriye devam edelim, terörizm yükselir, Batılı müttefiklerle geleneksel ilişkiler daha da bozulursa, ordunun İslami bir diktatörlük ve devletin çöküşüne karşı Türkiye’yi kurtarmak için Erdoğan’a sırtını dönmesi tasavvur edilemez değildir”

 “Türkiye’nin Erdoğan sorunu, yıllardır inşa halinde. ABD yetkilileri, yıllardır sorunun korktukları kadar kötü olmadığını ya da meselenin kendi kendine hallolacağını ve böylelikle yeryüzündeki en önemli jeo-stratejik toprakların bir bölümü üzerine kurulu eski bir müttefik hakkında zor kararlar alma durumuyla karşı karşıya kalmaktan kurtulacaklarını umdular. Ancak ihtiyat galip gelmedi. Tersine, Erdoğan problemi giderek kötüleşiyor, metastas yapıyor ve ABD çıkarları için büyük tehlikeler oluşturmaya devam ediyor. Er ya da geç bir hesaplaşma günü yaşanması ihtimal dahilinde. ABD, zararlarını azaltma hazırlıklarına şimdiden başlamalı.” (Şivan Okçuoğlu/ ODA TV)

Darbeye bir ay kalmıştı.

Peki ne olmuştu da ABD’de birden bir Türkiye’de darbe tartışması çıkıvermişti. Bu konuşan ama adları verilmeyen Türk ve Pentagon kaynakları kimdi? Hangi kaynaktan bu darbe olabilir iddiası piyasaya sürülmüştü. Darbeden sonra verdiği bir röportajda Gönül Tol, darbeden 1.5 ay önce neden “Türkiye’nin gelecekteki darbesi” başlıklı bir yazı yazdığını açıklarken “Washington’da iki kamp ortaya çıkmıştı. Bir taraf Türkiye’de darbe olmaz artık diyordu, bir kanat ise darbe geldi geliyor görüşündeydi. Bu tartışmaya cevap olarak yazdım” dedi.

Peki Washington’daki bu tartışmanın tarafları kimlerdi? Tartışmanın zemini neresiydi? Bu okuyabildiğimiz yazılar dışında Türkiye’deki darbe olasılığının konuşulduğu toplantılar, projeksiyonlar yapılmış mıydı? Bu görüşlerin ortaya çıkmasında ABD’deki cemaatçilerin, cemaatçi askerlerin, Türkiye Genelkurmay’ındaki cemaatçi generallerin etkisi olmuş muydu?

Darbe bildirilerinde “Uluslararası ortamda barış, istikrar ve huzurun temini için daha güçlü bir ilişki ve iş birliğini tesis etmek maksadıyla yönetime el koymuştur”, “Yurtta Sulh Konseyi, BM-NATO ve diğer tüm uluslararası kuruluşlarla oluşturulmuş yükümlülükleri yerine getirecek her türlü tedbiri almıştır…” diyen darbeciler darbeden önce bu vaatlerini ABD’li yetkililere iletmişler miydi?

Darbe gecesi Hulusi Akar’ın telefonundan darbeciler Afganistan’daki ABD Genelkurmay Başkanı’nı niye aramışlardı, tam olarak ne konuşulmuştu?

Bu soruların cevaplarını gazetecilerden çok savcılar ve Meclis’e kurulacak darbeyi araştırma komisyonu aramalı...

Herhalde darbeyi önceden muştulayan bütün bu Türk ve yabancı analistler, darbe gecesi aranan ABD Genelkurmay Başkanı da 240 insanın öldürüldüğü, Meclis’in bombalandığı darbeyi soruşturan savcılar ve siyasetçilerin nazik davetlerine icabet ederler...

Yorum Analiz Haberleri

Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?
Kemalizm’e has bu Laiklik Fransa’da bile yok!