Darbeseverler-Darbesavarlar

Ali Bulaç

Türkiye kritik bir dönemden geçiyor. Bu seferki dönemin merkezî konusunu "darbe" teşkil etmektedir. İttihat ve Terakki'den beri darbeler sürecini yaşıyoruz. En büyük tarihsel kırılmalarımız darbelerle gerçekleşmiştir. Bu yüzden toplum ile bürokrasi ve bürokrasinin himayesinde para kazanan ve halka tepeden bakan mutlu ve ayrıcalıklı zümreler arasında gerilim bitmiyor.

Şimdiki darbe teşebbüsünün diğerlerinden iki farkı var: İlki, darbelerin tümü halka karşı yapılmışlardır. Sıradan halktan İslamcılara varıncaya kadar, Abdülhamid'in hal'ine cevaz verenlerin amacı "istibdad"ın kalkması, yerine halkın iradesine açık bir idarenin tesis edilmesiydi. Kimse istibdada karşı istibdat istemiyordu. İslamcıların hatası, istibdada karşı değişim ve müzakereci siyaset talebiyle karşı çıkacaklarına darbecilere ses çıkarmamalarıydı. Bunun bedeli ağır olacaktı. İttihatçılar, Abbasiler gibi haklı bir iktidar değişimini gerçek mecrasından saptırıp Abdülhamid dönemine rahmet okuttular, onu mumla arar hale getirdiler.

Cumhuriyet kurulduğunda kurucu fikir 1. Meclis'te kendini tezahür ettirmişti. Bu demokratik, müzakereci ve çoğulcu bir ruhtu. 1925'ten başlamak üzere kanallar tıkandı, 27 sene sürecek bir tek parti dönemi başladı.

1950'de DP'yi iktidara getiren, halkın demokratik talepleriydi. 27 Mayıs bunun kökünü kurutmak istedi. Hâlâ süren darbe teşebbüslerinde ruh İttihatçılara, şekil 27 Mayısçılara aittir. Şu var ki yeni dönemde halk darbeye karşı.

İkincisi, bütün darbelerin arkasında belli belirsiz bir "dış destek" söz konusudur. Almanların desteği olmasaydı, Abdülhamid'i devirip Osmanlı Devleti'ni savaşa sokmak mümkün olmazdı. Darbeseverler, dış dünyadan -yerine göre Alman ve İngiliz, yerine göre ABD- yeşil ışık görmedikçe darbelere teşebbüs etmeye cesaret edemezler. Yüz yıldır, "dış dünya" faktörü iç politikada ve alınan kritik kararlarda şu veya bu düzeyde etkileyici olmuştur. Keçecizade Fuat Paşa'nın "papuç doktrini" her dönemde etkisini göstermiştir.

Bu seferki darbe konusu biraz farklı görünüyor. Fuat Paşa, "Kuvvet ya yukarıdan ya aşağıdan gelir. Bizde yukarıdan gelen kuvvet halkı eziyor, alttan, yani toplumdan ise kuvvet gelmiyor. Bu durumda papuççu gibi yandan yandan vurmalı." diyordu. "Yandan yandan vurmak" demek, "yatay dış destek" alarak içeride reform veya darbe yapmak demekti. Söz ve retorikte en "bağımsızlıkçı ve ulusalcı" görünenin dahi bir gözünün dışarıda olması bundandır ve bunun istisnası yoktur.

Ne var ki darbeseverlerimiz bu sefer dış dünyadan yeterince yeşil ışık göremiyorlar. Çünkü darbe yapıp da bir kere daha iktidarı ele alacak olsalar, ne "Türkiye bölgede kendisinden beklenen rolü oynayabilecek", ne de arkalarında bir toplumsal destek olmadığından uzun süre ayakta durabilecekler. Bu ise hâlâ bizim de içinde yer aldığımız hinterlandın patronajlığına soyunan ABD'nin işine gelmiyor. Bu, öteden beri darbelerden çok çekmiş, iradesi baskı altına alınmış toplumun darbesavar bir pozisyon takınmasını kolaylaştırmaktadır. Sevindirici olan husus şudur: Tarihimizde ilk defa, iç toplumsal talepler ile dış reform talepleri belli bir noktada örtüşmektedir. Ancak demokratik bir Türkiye bölgeye rahat nefes aldırabilir, bu da darbeseverlerin talihsizliğidir.

Toplumun büyük bir bölümünün darbesavar pozisyon alması sadece dış faktörle açıklanamaz. Bunu böyle değerlendirmek gerçekten haksızlık olur. Toplumun ana gövdesi, artık darbe istemiyor. Bunun belirgin göstergesi, dindar, mazbut, muhafazakâr kesimlerin Ergenekon davasına karşı hassasiyet göstermeleri, darbeseverlere karşı darbesavar pozisyon almalarıdır. Dış dünyanın değerlendirmesi ne olursa olsun, bu Türkiye'nin modern tarihinde bir ilktir. Belki tarihimizde ilk defa kuvvet alttan gelmeye başlamış bulunmaktadır. Türkiye darbeseverler ile darbesavarlar arasında mücadeleye sahne olmaktadır.

ZAMAN