Darbenin hukuku böyle olur! Hayrını görün!

Ahmet Kekeç

Biri değil, ikisi değil, üçü değil, “özel yetkili” savcıların beşi birden görevden alınıyor.

Haklarında bir soruşturma yok.

Soruşturma sonucu elde edilmiş herhangi bir “bulgu” yok.

Hangi suçu işlemişler, nasıl bir “görev ihmali” yapmışlar, azledilmeyi gerektirecek hangi yüz kızartıcı eylemde bulunmuşlar?

Cevabı yok.

Bu “durup dururken görevden el çektirme”nin bir tek izahatı olabilir:

HSYK, Ergenekon soruşturmasından hoşlanmıyor.

Eskişehir Alay Komutanı Albay Recep Gençoğlu önce tutuklanmış, sonra salıverilmiş, ardından tekrar tutuklanmıştı. Üçüncü Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk ifadeye çağrılmıştı. Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner hakkında, Ergenekon örgütüne üye olmak suçlamasıyla soruşturma açılmıştı.

HSYK bunu sevmedi herhalde.

Olabilir mi?

Bizim bildiğimiz HSYK, idari bir kurumdur: Savcılık soruşturmaları ve mahkeme kararları üzerinde söz sahibi değildir.

Peki nerden çıktı bu “durup dururken” görevden el çektirme?

Kurul, üstelik “acele tarafından” toplanıyor.

Her toplantının bir gündemi vardır.

Müsteşar, gündem konusunda bilgilendirilmiyor. Daha doğrusu, bilgilendiriliyor da, “özel yetkili” savcıların durumunun ele alınacağı söylenmiyor. Maksat, karar alınabilmesini sağlamak.

Çünkü, Adalet Bakanı yahut müsteşar olmaksızın, yapılan oylama “karar hükmü” taşımıyor.

Müsteşar, rutin meselelerin görüşüleceği düşüncesiyle toplantıya gidiyor.

Rutin meseleler (hangileriyse onlar) görüşülüyor.

Derken, üyelerden biri, toplantının sonunda, “özel yetkili” savcıların görevden alınması konusunda bir “korsan önerge” sokuştu

ruyor araya... Adeta tuzağa düşen müsteşarın itirazlarına rağmen oylama yapılıyor ve karar çıkıyor.

Bu mudur?

Böyle mi olmalıdır?

HSYK bu “azil” kararıyla ne demek istiyor?

Bize ne anlatmaya çalışıyor?

Türkiye Cumhuriyeti “yargıçlar devleti” midir, demokratik hukuk devleti midir?

Nedir?

HSYK Başkan Vekili Kadir Özbek, vaki yetki gaspını eleştiren Adalet Bakanı Sadullah Ergin için şöyle diyor: “Maalesef kurulmuş zemberek gibi konuşan bir Adalet Bakanı’yla karşı karşıyayız.”

Kadir Özbek böyle diyecek de, Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker geri kalacak... Mümkün mü?

Hasan Bey de, tüm HSYK kararlarının arkasında olduğunu söylüyor ve mahut yetki gaspını değil, buna itiraz eden siyasetçileri suçluyor. Yaptığı açıklamaların “ihsas-ı rey” anlamına geleceğini düşünmüyor bile...

İki kere iki dört:

Türkiye’nin yol almasının önündeki tek engel, yargı kurumu...

Bütün demokratikleşme atakları “yargı duvarına” çarpıyor.

Daha demokratik bir anayasa ihtimali, yargının türlü engellemeleriyle sadece “ihtimalde” kalıyor.

Neredeyse bütün yargı kararlarında “hukuk” değil, “ideolojik öncelikler” belirleyici oluyor.

Ne darbeciler yargılanabiliyor, ne de demokrasiye karşı işlenmiş cürümler açığa çıkarılabiliyor...

Milletin istediği değil, “yargı bürokrasisi”nin dediği oluyor.

Rahmetli İdris Küçükömer, Türk aydınının “gelmiş geçmiş en iyi anayasa” diye pazarladığı 61 Anayasası için, “Bu, demokratik değil, korporatist bir anayasadır” demişti de, üzerinde durmamıştık.

Darbe anayasalarının getirdiği “hukuk” böyle oluyor işte.

Hayrını görün...

STAR