Darbelerin devrimci şiddeti

Mümtazer Türköne

70'li yıllarda tırmanan kitlesel şiddeti sol mu yönetti, yoksa sağ mı tahrik etti?

Solun geleneksel propaganda üstünlüğü zihin bulanıklığına yol açtı. Ancak aradan onca yıl geçtikten sonra mızrağın saklandığı çuval tel tel dökülünce gerçek ortaya çıkmaya başladı. 1 Mayıs 1977 tartışmasında gerçeği faş etme suçuyla Halil Berktay'ın linç edildiği kampanya bile, artık gerçeği saklamak için yeterli olamıyor. 1970'lerin sol ideolojileri bugün birer fosil hükmünde. Devamı ve karşılığı yok. Savunmalar geçmişe yönelik bir nostaljik özlemin sınırlarını aşamıyor. Bitmiş ve kapanmış bir tarih sayfasına gösterilen nostaljiye saygı göstermek gerekir. Ama gerçeklere saygı, gelecek kuşaklara karşı ortak sorumluluğumuz. Ayrıca benim kendi geçmişime saygı bekleme hakkım var.

Sol şiddet, başından itibaren ülkede askerî darbe şartlarını oluşturmak için uygulandı. Millî Demokratik Devrim tezi, "darbelerin devrimci şiddeti" olarak geliştirildi. Deniz Gezmiş, darbecilerin oyununa gelmiş bir gençlik lideriydi. Darbeciler başarısız olunca iki arkadaşıyla birlikte ilahlara kurban edildi. Mahir Çayan, 9 Mart darbesinin şartlarını olgunlaştırmak uğruna hayatını kaybetti. Bu kayıplar bir model oluşturmak için yeterliydi. 70'li yılların ikinci yarısında bir cinnete dönüşen şiddet, bu modelin üzerine inşa edildi. Karşıtı kolaylıkla üretildi ve Türkiye bir kan deryasının içine yuvarlandı.

68 kuşağının, sosyalist bir devrimin değil cunta eseri bir darbenin peşinde oldukları aradan geçen 44 yıldan sonra, dönemin tanıklıkları ile artık ayan-beyan ortaya çıktı. Merak edenler ilk elden Turhan Feyizoğlu'nun "Mahir" biyografisine ve Hasan Cemal'in "Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım" isimli otobiyografisine bakabilir. Deniz Gezmiş'in silah arkadaşı Mustafa Celil Gürkan'ın Bedri Baykam'a verdiği mülakatta da bu konuda açık bilgiler var. Sol devrim peşinde değil, açıkça bir darbe peşindeydi. Eylemlerinin tek amacı da bu darbenin şartlarını olgunlaştırmaktı. 70'li yıllara intikal eden bu mirasın kendisi artı darbecilerin himayesi olmadan da yol göstermek için yeterliydi.

Bu dönemde Dev Yol'un İstanbul sorumlusu olan Celalettin Can'ın, Taraf'a verdiği röportajda "Solun silahtan başka çaresi yoktu" iddiasını, bu çerçevenin içine yerleştirdiğiniz zaman mesele anlaşılıyor. Sol, sistematik olarak şiddet üretti. Bu şiddet, Türkiye şartlarından değil Latin Amerika devrim modellerinden kopya edildi. "Silahlı propaganda" tezi, tek başına küçük bir militan grubun ürettiği şiddetin devrime yol açacağı hayalini ifade ediyordu. "Faşizme karşı birleşik cephe" ve "anti-faşist mücadele" tezleri de, bu şiddetin besleneceği karşı kaynağı gösteriyordu. Teori, Latin Amerika'dan ama pratik doğrudan darbecilerden gelmişti.

İçinde benim de yer aldığım sağ gruplar, tıpkı sol gibi darbecilerin oyununa geldiler. Bizler de ülkenin bir Sovyet işgali tehdidiyle karşı karşıya olduğuna inanmıştık. Artan sol şiddetle somutlaşan bu tehdidin durdurulması adına, aynı yöntemlerle mücadele edilmesi gerektiğine ikna olmuştuk. O kadar ki, CHP iktidara geldiği zaman sağ şiddetin çoğalmasına, Milliyetçi Cephe hükümetlerinde ise azalmasına katkıda bulunmamız gerekiyordu. Ancak sağın ürettiği şiddet ile solunki arasında adil bir karşılaştırma yapabileceğimiz sağlam araçlar var. Sol, 68 kuşağının açtığı yolda "öncü sosyalizm" ile güya bir teorinin pratiğini icra ediyordu. Sağ ise solun ürettiği şiddete mukabele etmek adına sadece anti-komünist refleksler gösterebiliyordu. Kısaca sol şiddet olmasaydı, sağ şiddet hiçbir zaman vücut bulamazdı.

"Solun şiddetten başka çaresi yoktu" sözü, en az sağdan gelecek "sağın şiddetten başka çaresi yoktu" sözü kadar, koca bir yalandan ibaret. Sol'un çocukluk hastalığı olarak başlattığı şiddet, sağdan aynı şekilde karşılık görmeseydi 70'li yıllar, beş bin genci ile birlikte heba olmayacaktı. 12 Eylül darbesi ise belki yine olacaktı, ama "kardeş kavgasını önlemek" gerekçesini darbeciler bu kadar rahat kullanamayacaktı.

ZAMAN