TBMM'de kabul edilen ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylanan kanun değişiklikleriyle Türkiye, sivillerin her durumda sivil mahkemelerde, sivil suç işleyen askerlerin de sivil mahkemelerde yargılanması esasını kabul etti.
Böylelikle asker–sivil ilişkilerinin normalleşmesi yönünde bir adım daha atıldı.
Demokrasi üzerinde bürokratik-askeri vesayetin devamından yana giderek daha kararlı davranan CHP, kanun değişikliklerini Anayasa Mahkemesi'ne götürüyor. Anayasa Mahkemesi'nin kanun değişikliklerini Anayasa'nın 145. maddesine aykırı bularak iptal etmesi muhtemel. Öte yandan şurası muhakkak ki, asker üzerinde sivil demokratik denetimin tesisi için yapılması gereken yasal değişiklikler burada bitmediği gibi, askerin sivil otoriteye bağlı kılınması için gerek askerler gerekse siviller arasında köklü bir zihniyet değişikliğine ihtiyaç var.
Yine de, bir yandan yürümekte olan, meşru hükümete karşı askeri darbe için ortam hazırlamakla suçlanan Ergenekon Terör Örgütü davasında darbe tertipleriyle ilgili 3. iddianame aşamasına gelinmesi, bu dava kapsamında bir düzineden fazla muvazzaf subayın tutuklu bulunması, sivil savcıların "İrticayla Mücadele Eylem Planı"nı soruşturmayı sürdürmesi nedeniyle, Türkiye'de asker–sivil ilişkilerine demokratik esasların hakim olması yönündeki beklentileri kuvvetlendirdiği söylenebilir.
2009 yazında Türkiye'de asker–sivil ilişkilerinin geleceği konusunda, iki temel teori olduğu söylenebilir. Karamsar teoriye göre, bürokratik elitler arasında devletin ve ülkenin sahibinin asker olduğu zihniyeti yaygınlığını koruduğu ve seçmenlerin azımsanmayacak bir bölümü de bunu paylaştığı sürece askerin siyasi rolü devam edecektir. Nitekim, yakın tarihlerde yapılan bir kamuoyu araştırmasına göre, "Ülke sorunları bazen seçilmiş siyasetçiler yerine askeri rejimle çözülmelidir" görüşüne katılanların oranı seçmenlerin yaklaşık dörtte birinden az değildir. (Bkz: Yeni Türkiye'yi Anlamak, Konda, Kasım 2007).
İyimser teoriye göre ise, ordunun siyasete karışmasının asli görevlerini ihmal etmesiyle sonuçlandığı, sorunların büsbütün içinden çıkılmaz bir hal aldığı fikri yalnız siviller değil askerler arasında da yayılmakta. Ergenekon davası, TSK'nın artık saflarındaki darbe tezgâhçılarına göz yummayacağına işaret etmekte. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un çeşitli vesilelerle "TSK'da demokrasi ve hukuk devleti ilkelerine bağlı olmayan personel barınamaz" beyanında bulunması da bunun bir ifadesi.
İkinci teoriye yakın olanların başlıca referanslarından biri de muhakkak ki, 2003–2004 döneminde AB reformlarına destek verdiği gibi darbe girişimlerine engel olduğu da bilinen Genelkurmay eski Başkanlarından Orgeneral Hilmi Özkök'ün sözleri: "TSK personelinin ulaştığı entelektüel seviye, haberleşme teknolojisindeki evrim, demokraside ulaşılmış olan aşama, politik, ekonomik ve diğer milli güç unsurlarındaki gelişmeler, Türkiye Cumhuriyeti'nin gittikçe artan uluslararası kurum ve kuruluşlara katılımı, sivil toplum kuruluşları ve diğer sivil güç unsurlarındaki artış ve gelişim, önceki olaylardan alınan dersleri oluşturma tekniklerindeki gelişmeler, darbeler devrini kapatmıştır. Yakın gelecekte Türkiye, her işin, onu yapması gerekenlerce yapılacağı bir ülke olacaktır. Bence halk rüştünü ispatlamıştır." (Hürriyet, 21 Mart 2009)
Gerçeğin, bu iki teorinin arasında bir yerde olduğu söylenebilir. 1960, 1971, 1980, hatta 1997 türü müdahalelerin devri kapanmış olabilir. TSK bundan böyle "demokrasi ve hukuk devleti ilkelerine bağlı olmayan personel"i saflarından ayıklayabilir. Hatta askerin sözcülüğünü artık sadece Genelkurmay başkanları yapabilir. Ama ulusal çıkarı kendisinin temsil ettiğine inandığı ve ayrıcalıklarını korumaya devam ettiği sürece askerin siyasi rolünün son bulması beklenmemeli.
ZAMAN