Bundan birkaç yıl önce Silivri’de izlediğim Ergenekon Davaları’nda sanıklar söz aldıkça aynı şeyi tekrarlayıp durmuşlardı: “5 Kasım 2007 tarihinde Beyaz Saray’da gerçekleşen Erdoğan-Bush görüşmesinde karar verilen Ergenekon tertibi...”
Bu cümle son beş yılda slogan hâline geldi: Ergenekon yalanı, Amerikan planı. Son bir haftada ABD Büyükelçisi ve Başbakan’ın art arda güya el ele verip tasfiye ettikleri, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tutuklu komutanlarıyla dayanışma mesajları vermesi ulusalcılara mavi ekran hatası verdirmiş olmalı.
Ama panikleyecek bir şey yok. Başbakan dün kimi ziyaret etti. Ergin Saygun’u. 5 Kasım 2007’de Beyaz Saray’da, Oval Ofis’te Başbakan’ın yanında kim vardı: Ergin Saygun. Başka sorum yok...
Hadi diyelim ulusalcılar üç yıl da bununla kendilerini avuttular. Peki ya Başbakan’ın birkaç yıl öncesine kadar savcısı olduğunu ilan ettiği davalarda, kürsüden inip avukatlar bölümüne geçerek tahliye istemesiyle kafalarda mavi ekranların belirdiği karşı cephe ne diyecek?
Ertuğrul Özkök’ü yarını beklemeden kutlamalara başlatan bu açılımı tevil tefsir etmek için ortada pek çok tez dolaşıyor.
En naifleri hasta bir komutanı ziyaret eden Başbakan’ın ne kadar iyi kalpli olduğunu Peygamber’in hayatından düşmanlarına karşı gösterdiği merhamete dair kıssalarla birlikte anlatanlarınkiler.
Biraz daha profesyoneller, hafızasızlığımıza güvenip Ergin Saygun’un Başbakan’a çok yakın bir isim olduğundan bahsediyor. Balyoz ses kayıtlarında “polislere bu harekâtta neden güvenilmeyeceği” bahsinde Ergin Saygun ve başka bir komutanın şu diyalogu bu yakınlıktan olmalı:
Saygun: “Ben Ankara’da seneler önce görev yaparken Mehmet Aydın, Fehim Adak, Hasan Aksay, Necmettin Erbakan ile aynı apartmanda oturdum. Bu kişiler bu ekip işbaşına geldiği zaman bunların koruması için apartmana polisler geliyordu. Bunların hepsi masa üzerlerinde namaz kılan, takunyayla gezen apartman içinden kişilerdi.
Adı bilinmeyen komutan: “Komutanım seçimlerden sonra gazetelerde şöyle bir haber geçti kırıntı gibi bilmiyorum arkadaşlardan da okuyan var mı ben okudum Tayyibi tebriğe gidenlerin arasında çok sayıda emniyet mensubunun olduğuna dair şöyle bir iki haber vardı.”
Bir süre önce Başbakan Balyoz’la ilgili bir soruyu cevaplandırırken “Kendi kulaklarımla duydum, yurtdışına da beraber gittiğimiz bir komutan” derken herhalde Saygun’u kastediyordu.
Geriye kaldı daha ciddi tezler
Bir numaralı açıklamanın merkezinde üzerine ancak bir cehalet şalı örtülerek konuşulan AKP-Cemaat kavgası var.
MİT kriziyle görünür olan ama iki tarafın da hâlâ “vesayet”, “birileri” gibi şifrelerle konuştuğu bu kavganın devlette kadrolaşmadan çok bu davalar üzerinden gittiği biliniyor.
Son açıklamalarından Başbakan’ın bu davalardaki uygulamalardan rahatsız olmasının yanında bir kısmına artık şüpheyle baktığı sonucu çıkarılabilir. Balyoz bunlardan biri mi, zannetmiyorum. Başbakan ve AKP çevresi bu darbeleri daha önceden duyduklarını ifade eden bir sürü kendilerini bağlayan açıklama yaptılar. Ama kavganın sonucunda yeni ittifaklar arayan iki cepheden AKP davalar meselesinde, Cemaat ise Kürt meselesinde statükoya doğru yanaştı. Yani eski statükonun geleceğe dair tek ümidi hâline gelmiş kavga iki tarafa da pek iyi gelmedi. Son yaşananlar da bu kavgadaki yeni cepheleşmenin izdüşümleri.
İkinci açıklama da bununla ilgili. Açık ki yüzde 50 oyla iktidarını sağlamlaştırmış AKP, artık daha fazla kutuplaşma istemiyor. Başbakan herkesin Başkan’ı olarak Çankaya’ya çıkmak istiyor. Bunun için neredeyse 1919 şartlarındaymış gibi yaşayan, Başbakan’ı Damat Ferit’e benzeten geniş laik kesimlerin güveninin kazanılması gerekiyor. Kürtlere, Alevilere olduğu gibi Ergenekonculara da açılım yapmak gerek. Zaten iş işten geçmiş, laik kesimin süngüleri düşmüş durumda. Hırsız evine kadar kovalanmaz. Türkiye dalga dalga operasyonlarla da istikrara kavuşmaz. Bunun için sessiz devrim, sürekli devrim ve devrimci olağanüstü koşullara uygun hukuk isteyen çocuklarını da yiyebilir.
Üçüncü açıklama da diğer ikisiyle alakalı. Artık sivil siyasetin atadığı ilk Genelkurmay Başkanı olan Necdet Özel’in eli güçlendirilmeli, orduevlerine yüz akıyla girmesi sağlanmalı, yeni ve demokratik bir TSK ancak böyle kurulabilir. Bu da generallerin yarısı tutukluyken yapılamaz. Tabii Necdet Özel’in atanmasının arkasında Balyoz davasına kızan eski Genelkurmay Başkanı ve komutanların istifa etmiş olduğunu hatırlamakta fayda var. Yani Genelkurmay’daki bu mevzi de Balyoz davasıyla kazanılmıştı. Ama her şeyin bir son kullanma tarihi vardır.
Ve sonuncusu. Benim aklıma en çok yatanı. Kürt meselesinde çözüm yakın, PKK silah bırakabilir. En azından Öcalan’ın bunu istediğini görüşmeden bir ay sonra öğrenebildik. Hem de kimden: Doğrudan Başbakan’dan. BDP’lilerin açıklayamadığını açıklamak Başbakan’a düştü. Çok şeffaf bir süreç herkesin gözü önünde ilerliyor.
Peki, nasıl olacak bu barış? Şiddete karışmamış KCK tutuklularının serbest kalmadığı, eyleme katılmamış PKK’lıların eve dönemediği bir barış olabilir mi? Peki bu yapılırken o PKK’yla mücadele etmiş komutanların içeride kalması topluma nasıl açıklanır? Bu Ergenekon açılımı yeni anayasa ile birlikte hem KCK ve PKK’ya hem de Ergenekon ve Balyoz’u da kapsayacak bir siyasi affın ilk işaretidir. Galiba affetme sırası bu kez demokratlara geldi. Darbecilerimizi yeni bir beyaz sayfa açmak için affedebilecek miyiz? Bunu darbecilere iade-i itibarmış gibi yapmadan yapabilir miyiz? Aksi son dört yılın bütün demokratik kazanımlarını harcamak demek olur. O kazanımlar sayesinde bugün hükümet İmralı sürecini rahatlıkla yürütüyor.
Bu yazı iki gazete kupürüyle bitecekti yer kalmadı. 21 Şubat 1962’deki darbe girişimi sonrası. İlk kupürde Talat Aydemir ve arkadaşları serbest kalmış, evlerinde aileleriyle hasret gideriyor. Bir gün sonraki ikinci kupürde TSK’yı en iyi tanıyan Milli Şef İnönü, “Türkiye’de ihtilal devri kapanmıştır” diyor.
20 Mayıs 1963’te Aydemir ve arkadaşları yeniden darbe yapmışlardı.
Tarih ibret alınırsa tekerrür etmez derler...
yildirayogur@gmail.com
TARAF