Darbeci zihniyet kafayı çoraba da takar!

Serdar Demirel

Uzun bir yolculuğa dair yapılması gereken hazırlıklar, zamanı kontrol etmemize fazla müsaade etmez. Bu sebeple yazılarıma bir hafta ara vermek durumunda kaldım. Bu arada hâlâ gündemi işgal eden önemli gelişmeler yaşandı; hem içeride, hem dışarıda.

İçerideki malûm; “Ak Parti’yi ve Fethullah Gülen Cemaati’ni bitirme darbe planı.” Ülke dışında yaşanan en önemli gelişme ise, İran seçimleri ve seçimler sonrası yaşanan sokak gösterileri.

İki olay hakkında da çok şey yazıldı. İran’daki gelişmelere dair yazılanların önemli kısmı, gerçeğin analizinden çok klasik şabloncu çizginin izdüşümleriydi.

Sistem içi yaşanan iktidar kavgasını, sistem ve muhaliflerinin ideolojik kavgası gibi sunmak; İran’daki siyasi dinamikleri ve aktörlerini tanımamanın, orada yaşananları Türkiye realitesi üzerinden değerlendirmenin bir yanılsamasıydı.

Bir de, Türkiye’de hareket alanı daralan darbe girişimlerine lojistik destek sağlama sadedinde, dinci addedilen bir ülkeden din karşıtı halk ayaklanması varsayımıyla içeride yapılanları haklı gösterip, bununla, iç siyaseti maniple etme ard niyeti olduğunu düşünüyorum.

“İrtica” çığırtkanlığını haklı gösterebilmek için suç ihdas edip cemaatlere bulaştırmayı meşru görebilecek kadar ahlâkın ve hukukun dışına çıkan zihniyetin medyadaki sivil ayağı da üzerine düşeni böyle yapmaktadır, her zaman olduğu gibi.

Zaten ülkemizde bürokrasi bu yüzden aksar, hukuk tarafsızlığını yitirir, siyaset; aklın yolu bir olan siyasi açılımları bu nedenle gerçekleştiremez, bilimsel faaliyetler gidip Darwinizm tartışmalarına toslar ve hatta en özgür alan kabul edilen sanat; yasakçılığın kaldıraç gücüne dönüşür, halkın sesi olması beklenen kimi sanatçılar darbe çağrıları yapar, olmadı darbe yapmadıkları için askere fırça bile atar...

Ülke manzarası bu maalesef.

İran’daki gelişmeleri mi yorumlasam, yoksa Taraf gazetesinde yayımlanan “ihanet belgesi”ni mi yazsam diye düşünüyordum ki, hâl-i pür melâlimizi resmeden bir kara mizah sesi tâ Kemer’den yükseldi!..

Trajikomik olayın haberi şöyleydi:

Kemer’de düzenlenen Altın Nar Kültür ve Sanat Festivali’nde sahneye çıkan Volkan Konak, sık sık Atatürk’e duyduğu sevgiyi anlatırken çorapları kokanlar dediği kitleye; “Onlar Ankara ziyaretlerinde Anıtkabir’i ziyaret etmiyorlarmış. Aman etmeyin. Onlar çorap kokulu adamlar. Onlar topuklarının arkasına basarak girmesinler zaten Anıtkabir’e. Onlar girerse, Anıtkabir’i dezenfekte etmek gerekir” demiş.

“Anıtkabir fetişizmin mâbedi mi?” diye sormayacağım, zira din bilgileri bu soruyu anlayamayacak kadar sığ.

Seçkinlere özenen Karadeniz uşağı Volkan Konak da beni ilgilendirmiyor doğrusu. Beni ilgilendiren, sanat gibi estetiği ifade eden bir alanda uç veren darbeci zihniyetin kaba saba görüntüsü.

Halkın değerlerine yabancılaşmanın sanatçı duyarlılığı zannedildiği, ya da öyle empoze edildiği bir coğrafyada yaşıyoruz velhâsıl.

Daha geçen ay kimi meşhur sanatçılarımız Ergenekon dâvasının sanıklarına destek vermek üzere “Özgürlük ve daha demokratik bir Türkiye için” sloganıyla Galatasaray’dan Taksim’e yürümediler mi!?

Bu ülkenin çocukları başörtülü diye eğitim haklarından mahrum edilirken yasakçıları alkışlayan sistemin gözde sanatçıları, kendilerinden farklı düşünen mevkidaşlarına bile sahip çıkmazken başka ne beklenirdi ki?..

Meselâ, Ahmet Kaya, “Kürtçe şarkı okumak istiyorum” dediğinde dünyayı ona dar etmişlerdi. O zaman özgürlükten yana sanatçılarımızı ortalıkta görememiştik. Ama ne zaman ki, askerin siyasete müdahale alanı daralmaya başladı, “Kazanılmış haklarımızı geri vermeyeceğiz” feveranları eşliğinde sokakta görmeye başladık onları.

Mükteseb hakların elden alınmasını siz ne bilirsiniz beyim, onu bize sorun.

Sizin kazanılmış haklarınız, halkın güvencesine değil de askerin namlusunun gücüne neden ihtiyaç hisseder, anlatabilir misiniz biraz?

Demokrasi demek, hak ve hukukun halkın iradesine paralel tesisi ise, sivil alanın genişlemesi sizi neden rahatsız eder?

Sanatçıların darbeci asker söylemini de aşan kaba retoriği, o zihinlerde aktif İttihatçı kodlardan beslenmektedir.

VAKİT