Darbeci baro 'canlı kalkan' oldu
Kurtuluş Tayiz / Akşam
2011'de Güneydoğu'da artan terör saldırılarına karşı bayraklı eylemleriyle gündem oluşturan Ankara Barosu'nda ilginç bir değişim yaşanıyor. Baro, düne kadar elinden düşürmediği Türk bayrağını bir tarafa bırakarak, PKK'ya yönelik askeri operasyonların önünü almak için adeta 'canlı kalkan' oldu. Baro yöneticileri, Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun,
"81 ilde terör saldırılarına karşı tedbirlerin artırılması amacıyla askerlerin ihtiyaç duyulan her yerde görevlendirilmesi" için yayımladığı genelgenin iptalini istedi. Başvuruyu "Fişleme" iddiasıyla gerekçelendirse de Baro'nun girişiminin savunulacak bir yanı yok.
Ankara Barosu'nun PKK'dan yana tavır almasının aslında bir önemi yok. İster DHKP-C'li, ister MLKP-L'i, ister PKK'lı, isterlerse de Gülenci olabilirler. Üzerinde durmak istediğim konu daha çok bu tür meslek örgütlerinin, sivil toplum kuruluşu ve derneklerin bugüne kadar gözümüzden kaçan işlevi. Bu örgütlerin asıl işlevi devleti kontrol etmek; bizdeki sivil toplum, paralel yapıların yan kuruluşu işlevi görüyor.
Arşivi tararken rast geldiğim bir fotoğraf dikkat çekiciydi; 2011 yılına ait olan fotoğrafta Ankara Barosu, Çukurca'da gerçekleşen terör saldırısına karşı bayraklı eylem gerçekleştiriyor. Peki geçen sürede Ankara Barosu'nu elindeki bayrakları yere atıp PKK bayrakları almaya yönelten gelişme neydi? Bir baro kısa sürede nasıl bu kadar değişebilir? Bu değişim iki üç yöneticisinin gitmesi veya gelmesiyle mümkün değil herhalde. Barolar da diğer çok sayıdaki meslek örgütü ve sivil toplum kuruluşu gibi devlet içi güç mücadelesine göre hareket eden bir yapı. Devlet içindeki çatışmanın uzantısı veya tarafı konumundalar her zaman. Ama bugüne kadar nedense seçilmişlerin tarafına hiç adım atmadılar, hep devlete hâkim olmaya çalışan paralel yapılarla ortak hareket ettiler.
Darbe kışkırtıcılığı ve Kürt düşmanlığı yaparken, birdenbire PKK yandaşı olup çıkmaları da AK Parti'ye karşı oluşturulan "kutsal ittifak" ile ilgili. Eski Türkiye'nin muktedirleri ve arkasındaki uluslararası güç, AK Parti'yi zayıflatabilmek için Kürt kartını masaya sürerek PKK ile ittifak yaptı. Cemaat'in, Doğan grubunun, Cumhuriyet'in, Nişantaşı'nın, sanatçıların, Beyaz Türklerin düne kadar "bölücü terör örgütü", "bebek katili" olarak markalaştırdığı bir örgütü şimdi yüceltme yarışına girmelerinin sebebi bu değişiklik veya yeni ittifak ilişkisi. Binalarına dev Türk bayrakları asılı olan Nişantaşı ve Cihangir'in bugün PKK sempatizanı olacağına kim inanabilirdi?
"Türkiye Türklerindir" sloganıyla gazete çıkaran medya patronunun kanallarında, gazete ve web sitelerinde terör propagandası yapılmasına izin vermesi normal mi? Bazı sanatçılar bile öyle; birkaç sene öncesine kadar gördüğü her kameraya 10. yıl marşını faşist bir ruhla okuyan, Ahmet Kaya'yı linç eden, Kürt düşmanlığı yapan sanatçılar 7 Haziran’da "Oyum PKK'ya -pardon HDP'ye- moduna geçti. Bu değişim gerçekten nasıl mümkün oldu?
Devleti ve toplumu kuşatan karanlık yapının müdahalesiyle elbette. Rakel Dink'in bahsettiği "Bebekten katil yaratan karanlık" bu. Soyut bir "karanlık"tan bahsetmiyoruz burada; pek göz önünde durmasa da paralel devlettir kastımız. Nişantaşı'nı dev Türk bayraklarından arındırıp HDP bayraklarıyla donatan; "Türkiye Türklerindir" sloganı altında terör propagandası yaptırtan; 10. yıl marşını söyleyen sanatçılara PKK marşları okutan, Ankara Barosu'nun bayraklı eylemleri terk edip PKK'ya canlı kalkan olmaya koşturtan siyasal sistemi ve sivil toplumu yönlendiren paralel devlettir.