Darbe ürünü Anayasa ile nereye kadar?

Cüneyd Altıparmak, reform vaatlerini değerlendirdiği yazısında anayasanın sorunlu yapısına dikkat çekerek “Türkiye'de temel haklar meselesinin kendi mecrasında ele alındığı ve kendisini kuran bir iradeyle ortaya çıktığı düzenlemelere ihtiyaç var.” diyor.

Cüneyd Altıparmak’ın Star Açık Görüş Eki’nde yayımlanan yazısını ilginize sunuyoruz:

Reform, Anayasayı da kapsamalı

Ülkemiz, hukuk ve yargı reformu konusundaki gelişmeler bağlamında –kim ne derse desin- önemli işlere imza attı. Bundan yirmi yıl öncesi ile şimdi arasında çok büyük farklar olduğunu yapılacak her insaflı değerlendirme tescil edecektir. Bu hiçbir sorunumuzun olmadığı, problemlerin tümünün çözüldüğü anlamına gelmez. Hukuki sorunları, adli meseleler yapısı gereği, dinamiktir. Bu dinamizm, bitmeyen bir eleştiri ve sonsuz bir “tartışma” durumu doğurur. Ortaya çıkan metinler ve atılan adımların hepsi eleştiriye tabidir. Beğenilmeyebilir veya azımsanabilir. Bu normaldir. Ancak tüm süreçte değişen dünyayı, insan hakları ilkelerinin değişen gündemini ıskalamadan adımlar atmalıyız. “Yaşayan ağaç” olmak bunu gerektirir. İşte bu yazımızda “reform” gözlüğü ile “anayasa” konusunu değerlendirmek istiyoruz. Zira temel hak ve hürriyetlerin ana metni olan anayasanın bu bağlamda değinilmediğini, ele alınmadığını görüyor, bu noktaya dikkat çekmek istiyoruz.

En üst norm

Daha önceki yazımızda da “ne olsa reform olur?” sorusuna yanıt aramaya çalışmış ve daha çok “pratiğe dönük” tespitlerde bulunmuştuk. Burada ise “en üst norm” ve temel haklar bağlamında meseleye bakmak gerektiği kanaatindeyiz. Bilindiği üzere haklar ve özgürlükler konusunda “reform” ifadesi karşımıza kabaca iki tür koymaktadır: “Hukuk reformu” ve “yargı reformu”. Bunlar birbirinin yerine kullanılan kavramlar olmasına karşın, süreçleri ve sonuçları itibarıyla farklıdır. “Hukuk reformu”, hukuk alanında yargı reformuna göre daha geniş bir alanı kapsar. Hukuk reformu, hukuka dair tüm enstrümanları kapsar ve köklü, esaslı değişiklik önerir. Yargı reformu ise yargı organları ve işleyişi üzerine yoğunlaşır. Ancak her iki reformun da başat noktası, çatısı, ana ekseni anayasadır. Zira anayasalar devletin yapısı ve işleyişini, temel hak ve hürriyetlerin sınırlarını düzenleyen ana metinler olduğu kadar, ülkenin “vitrini” konumundadır. Bir ülkeyi tanımak için Anayasasına bakmak, pek çok veriyi sunar. Devletin görevi ve unsuru olan yargının doğru gitmediği düşünülen yönlerine bu noktadan da bakmak elzemdir.

Hukuk ligimiz

İçinde bulunduğumuz hukuk geleneğimiz “içtihat hukuku” sistemi değildir. Biz, içtihatlar yoluyla hukuki durum değerlendirmeyiz. Toplumsal meseleleri sadece mahkemelerin ürettiği kararlar ile çözmeyiz. Bulunduğumuz gelenek “kural hukuku” sistemidir. Mahkemeler karşılaştıkları sorunlara ilgili mevzuatı tatbik ederek karar verirler. Mahkemelerin hükme esas alacakları normlar vardır bu sistemde. Bunun tepesinde de Anayasa yer alır. Bir diğer yönden ülkemiz, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Mahkemesinin (AİHM) ilkeleri ve kararlarını esas alan bir sistemin de içindedir. Bu sisteme dâhil olmasından bu yana Sözleşmeye göre gerekli uyumlaştırmayı yapmakta mahir sayılabilecek düzeyde adımlar atmıştır. Son olarak “kararlarının uygulanmaması tartışması” ile gündeme gelen Anayasa Mahkemesinin (AYM) “hak ihlali” kararlarının kökeninde de bir anayasa kuralı bulunmaktadır. Zira, AİHM “yargıda yerellik” ilkesi gereğince, hak ihlalleri noktasındaki değerlendirmeyi ilkin ülkelerin yapmasının daha doğru bir yol olduğunu benimsemiş ve AİHS disiplininde olan ülkelere kendi iç mekanizmalarını kurması gerektiğini bildirmiştir. AYM’nin bu yönüyle devreye girmesinden sonra, ülkemizin AİHM önündeki dosya sayısı ciddi manada azalmıştır. Konu dağılımına göre bakarsak, yaşam hakkı ihlali, işkence yasağı, kötü muamele, etkin soruşturma yokluğu bağlamındaki dava sayılarındaki düşüş dikkat çekicidir. Gerçekten de bu noktadaki ihlallerin aza indiğini, artık AYM ve AİHM gündemine mülkiyet, adil yargılanma, ifade özgürlüğü gibi konularının geldiğini görmekteyiz. Bu bir ilerleme olmakla beraber, üzerinde düşünülmesi ve geliştirilmesi gereken bazı durumlar olduğunun da işaretidir.

Hak ihlalleri

1982 Anayasası bir darbe anayasasıdır. Geçen süre zarfında yirmi dolaylarında bir sayıda değişikliğe maruz kalmıştır. Bu değişikliklerden en önemlileri, parlamenter hükûmet sisteminden, cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçilmesi; sıkıyönetimin olağanüstü hal rejimlerinden birisi olma niteliğine son verilmesi, askeri yargı düzeninde yapılan değişiklikler ve AYM’ye bireysel başvuru hakkının getirilmesi olmuştur. Temel hak ve hürriyetler bağlamındaki değişimlerin özünde anayasayı, uluslararası insan hakları standartlarına uyumlaştırma saiki bulunmaktadır. Yani, uluslararası metinlerdeki kriterleri ve kuralların Türk hukuk sistemine aktarmak için yapıldı bu değişiklikler. Böylece yargısal olarak tam bir ahenk görmememizin temelinde yatan nokta şu: Anayasa’nın kendisi “darbe” de üretildi, değişiklikler ise bir “maruz” kalma sonucuyla ortaya çıktı. Türkiye’de temel haklar meselesinin kendi mecrasında ele alındığı ve kendisini kuran bir iradeyle ortaya çıktığı düzenlemelere ihtiyaç vardır. Ülkenin “uyumlaştırma” ve “ihtilal” olguları dışında gelişecek bu üçüncü yola olan ihtiyacı açıktır. Türkiye’deki birçok sorunun altında yatan başat neden Anayasanın yetersizliği problemidir.

Reformun yol haritası

Yargı Reformu Strateji Belgesi, son dönemki adalet reformunun yol haritasıdır. Bu metindeki tespitler, öneriler ve öngörülere bakılınca adaletin işleyişine dönük olan; “sistemin şeffaflığının artırılması”, “yargısal süreçlerin basitleştirilmesi”, “adalete erişimin kolaylaştırılması” gibi başlıkların yanında “hukukun üstünlüğünün güçlendirilmesi”, “hak ve özgürlüklerin daha etkin korunup geliştirilmesi”, “yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının güçlendirilmesi”, “savunma hakkının güçlendirilmesi” ve “makul sürede yargılanma hakkının daha etkin korunması” gibi anayasal düzlemde ele alınmasına ihtiyaç duyulan meselelerin olduğunu görürüz. Bu bağlamda Strateji Belgesi, insan haklarının vazgeçilmez bir parçasını oluşturan ifade özgürlüğü, demokrasilerin en önemli koşulu ve unsuru olduğunu ve bu alanda başta Anayasa değişiklikleri olmak üzere çok sayıda düzenleme yoluna gidildiğine vurgu yapmaktadır. Yine “işkence ve kötü muameleye sıfır tolerans” anlayışının benimsemiş olmasının bir sonucu olarak günümüzde sistematik işkence ya da kötü muamele iddiaları artık bulunmadığı yapılan tespitler arasındadır. Bu belge, ülkemizde güçlendirilmesi gereken hususları ve unsurları da tespit etmektedir. Temel haklar bağlamındaki vurgu aslında bir ihtiyacın varlığını da teyit etmektedir.

Dayanışma hakları

Son yirmi yıllık süreç, ciddi değişimlerin olduğu ve insan hakları bağlamında önemli adımların atıldığı bir dönemdir. Ancak halen güçlendirilmeye ve onarılmaya ihtiyaç duyulan bir takım alanlar söz konusudur. Bunların başında “ifade özgürlüğü” ve “adil yargılanma” konuları gelmektedir. Ülkemizin bu iki konuyu artık tartışmayacağı düzeye gelmesi gerekir. Eskiye göre gelinen aşama mühimdir ancak bunun ilerletilmesi gerekir. Yine bunların yanında “dayanışma hakları” çerçevesinde Anayasal düzenlemelere ihtiyaç vardır. Adil yargılanma hakkı çerçevesinde bakarsak; “mahkemeye erişim hakkı” “masumiyet karinesi” “makul sürede yargılanma” “silahların eşitliği” “isnat edilen suçu öğrenme” konularında yeni düzenlemelere ve özellikle anayasal hükümlere ihtiyaç vardır. Bu düzenlemeleri anayasada detaylı düzenlenmesi iyi olacak ve bir çok tartışmayı bitirecektir. Zira, kanuni düzenlemeler hakları koruma noktasında yetersiz kalmaktadır. Bunun en bariz örneği tutuklama kararlarında, tüm değişikliklere rağmen gerekçe olmadan verilen kararlardır.

Anayasa reformu

“Anayasa, toplumdaki tüm sorunlara genel, hızlı, hatta kapsamlı ve acil çözümler sağlar” mı bilinmez ama birçok sorunun temelinde halen anayasamızın olduğunu dikkatten kaçırmamak gerekir. Aradığımız yapısal reformların birçoğunun “kanunlar” yoluyla ihdas edilmesi bir çözüm noktasında zayıf kalmıştır. Bunun başlıca birkaç nedeni vardır:

1) Anayasamız her ne kadar değişikliklere uğramış olsa bile, formülasyonu itibarıyla “devleti önceleyen” bir yaklaşımı vardır. Ancak çağdaş dünya “bireyi önceleyen” bir evrededir.

2) Ortaya çıktığı dönem itibarıyla temel haklar düzeyinde ihlaller varken, artık dünya ve ülkemiz dayanışma haklarını (çevre, katılım, barış, kent vb) tartışmak da gündemleştirmektedir. Bugün, imar konusu; mimari ve mühendislik alanını konusu değil, kentleşme ve kentli haklarının konusudur da. Tarihi eserlerin korunması, kanuni değil anayasal koruma altına alınmalıdır. Bu tip konulara bir satır veya bir ifade ile değinen bir anayasanın yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir.

3) Temel hakları ve ikinci kuşak hakların yorumu da değişmiştir. Önceleri üretilen insan hakları metinleri ilke ve değer ortaya koyarken, ortaya çıkan ulusalüstü mahkemeler ile yorumlanarak genişlemesi sağlanmıştır. Mesela 1950 yıllarındaki “mülkiyet hakkı kutsaldır” ifadesinin o yıllardaki kapsamı ile bu dönemki kapsamı aynı değildir.

4) Düşünce özgürlüğü bağlamındaki konsept değişmiştir. Yargı kararları ve uluslararası metinlerle ortaya konulan yeni durum daha geniştir. Bu genişlemenin kanunlar yoluyla düzenlenmesi, bir biçime sokulma gayreti nakıstır. Dünya bu noktada “anglo-amerikan” bir yaklaşıma doğru ilerlemektedir.

5) Anayasanın yeni haklar disiplini ve temel hakların yeni yorumuna göre tekrar ele alınmasının yanında, bunları tatbik edecek yargı birimlerinin bu konuda (hak ihlali) AYM kararlarının yorumuna bakarak meseleye yaklaşmaları, AİHM kararlarına göre yorumlamaya girişmeleri daha net bir biçimde anayasa da yer almalıdır. “Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun AB müktesebatı çerçevesinde gözden geçirilmesi, makul sürede yargılanma hakkının ihlali konusundaki başvuruları incelemek ve gerekiyorsa tazmin kararı vermek üzere yeni bir iç hukuk mekanizması oluşturulması” da yerinde olacaktır.

Anayasal koruma

Ülkemizin mevzuat anlamındaki en yetersiz metni maalesef anayasamızdır. Kanunlarımızın bu konuda daha yeterli olduğunu söyleyebiliriz. Bir diğer sorunlu alan ise uygulamadır ki buna önce değinmiştik. Uygulamanın en sorunlu alanı “adil yargılanma” ilkesi içindeki iki başat unsurdur: “yargı bağımsızlığı” ve “etkin yargı”. Bunların da çözüm yeri yine Anayasadır. Anayasamızın adalet reformu kapsamında gündeme alınması gerekiyor. İşin köklü çözümü burada yatıyor. Nitekim, usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi hâlinde milletlerarası andlaşma hükümlerinin esas alınması, kişisel verilerin korunması, bilgi edinme hakkı, çocuk hakları, ombudsmanlık meselelerinin anayasal düzenlemelerde yer almasının akabindeki değişim ve katkı ivmesi bunun en bariz örneğidir. Uygulamaya dönük temel hak ve özgürlüklere dair duyarlılığının artırılmasına ilişkin çalışmalar yapılması pek tabii olarak mühimdir. Bu konuda özel kanunlarda yapılacak/yapılan düzenlemeler önemlidir. Ancak bir takım hususların anayasal korumaya alınması şarttır. Örneğin, haber verme ve sınırları, tutuklama tedbirlerine dair ölçüt ve ölçünün, eleştiri hakkının, ifade özgürlüğü bağlamındaki içtihatlara uygun yeni bir içerik gibi hususları anayasada yer alması gerekmektedir. Yine, dış yatırım ve ekonomik güvence konusundaki en yapısal tedbir bu konuların açık ve net biçimde anayasal güvenceye kavuşmasıdır.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!