Üzerinde asker üniforması bulunan bir kişinin benim arabama çarpması nasıl askerî bir suç değilse; askerlerin ellerindeki silahı bana çevirip iktidarı gasp etmeleri ve benim temel siyasî hak ve özgürlüklerimi ortadan kaldırmaları da bir askerî suç değildir.
Konuyu hukuk tekniği açısından merak edenler II. Ergenekon İddianamesi'nin 299. sayfadan başlayan 302. sayfaya kadar devam eden bölümüne bakabilirler. (İddianameyi bulamayanlar 20 Haziran 2009 tarihli Zaman'ın Yorum sayfasına bakabilir.) Savcılar, iddianamenin bu bölümünde, herkesin anlayabileceği bir dille "Darbecilik neden sivil yargı alanına girer?" sorusunun cevabını veriyorlar. Genel suçlardan ayrı bir kategori olarak "askerî suç" ihdas edilmesinin amacı askerî, yani ülkenin güvenliğiyle ilgili bir yararın korunmasıdır. Ancak askerî niteliği olan bir yararı korumak için askerî suç ihdas edilebilir.
Darbe planlamak, darbe yapmak için çete kurmak ve nihayetinde darbeye teşebbüs etmek herhangi bir askerî yararı korumak üzere ihdas edilen suçlar değildir. Bu yüzden askerî yargının görev ve yetki alanına girmez. Öyleyse askerî savcı, konusu darbe planlamak olan bir iddiayı soruşturamaz ve takipsizlik kararı veremez.
"Dünyada birçok demokratik ülkede askerî yargı var" gerekçesinin arkasına saklananlara da sormak lâzım. Bu ülkelerden hangisinde, konusu anayasal düzene karşı "darbe planlamak" olan bir iddia, askerî yargı mercilerinin yetki alanına girer ve böyle bir iddia, salt askerî savcının tek başına vereceği bir takipsizlik kararı ile sonuca bağlanır?
Durumun vahametini, belki de anormalliği göstermek için önceki gün Genelkurmay Başkanı'nın söyledikleri arasında yer alan ve yargıyı hedef alan talimatı hatırlayalım: "Bizim istediğimiz şudur: İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan istiyoruz, diyoruz ki: Bu belgenin gerçek olmadığı noktasından hareketle bu kâğıt parçası kimler tarafından, ne amaçla hazırlandı? Bunu bulun. Yoksa İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan bu belge doğru mudur, yanlış mıdır noktasının açıklığa kavuşturulmasını şu anda mevcut soruşturma şartları çerçevesinde istemiyoruz." Bu cümle, hukuk devletinde rastlanmaması gereken iki temel faciayı barındırıyor. Birincisi, Genelkurmay Başkanı'nın iddialarının aksine askerî yargının bağımsız olmadığını. İkincisi, Genelkurmay Başkanı'nın Anayasa'nın 138. maddesini aleni olarak çiğneyerek doğrudan doğruya yargıya müdahalede bulunduğunu, hatta açıkça talimat verdiğini. Cümleler çok açık. Demek ki yargı, bu belgenin sahte olduğunu karine olarak kabul edecek, aksine bir ihtimali peşinen reddedecek. Sonra da Genelkurmay Başkanı'nın talimatı doğrultusunda bu sahteliği ispatlamakla sınırlı bir soruşturma veya yargılama yürütecek. Peki bu, nasıl mümkün olacak?
Sorulacak tek soru var: Neyi saklıyorsunuz? Bulamadığınız bir varlığın yokluğu ispatlanamaz. Hukuk usulüne göre tersinden varlığı ispatlanamayan bir nesne delil olmaktan çıkar.
Üstelik arkanıza bütün kuvvet komutanlarını ve otuz kadar generali oturtarak. Bir hukuk meselesi, ordunun sembolik olarak hazır bulunduğu bir basın toplantısında nasıl açıklanır?
Dört sayfalık bir belge gerçek veya sahte olabilir. Sahte olması da onun ehemmiyetini, hatta vahametini ortadan kaldırmaz. "Kâğıt parçası" adı üzerinde bir kâğıdın, anlam taşımayan bir parçasıdır. Arkanıza o kadar generali alıp, dört sayfalık bir metni "kâğıt parçası" diye aşağıladığınız zaman sizin sadece duygusal bir tepki verdiğiniz anlaşılır.
Otuz generalle desteklenmiş bir duygusal tepki, orduya da bu ülkeye de, hele hele Türkiye'yi ordusundan daha çok koruyan hukuk güvencesine de zarar verir.
Darbe planlamak, anayasal bir suçtur. Bağımsız yargı, Genelkurmay Başkanı'nın koyduğu sınırlamalara uymadan bu iddiayı soruşturacaktır.
ZAMAN