Ergenekon'un ikinci iddianamesinden çıkan iki ilginç mektup var. 'İhanete itaat olmaz. Siz itaat edilmeyi şu yaptıklarınızla hak etmiyorsunuz' diyor birinde 'genç subay'. Mektup, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'e gönderilmiş.
Subay, komutanını 'onuruyla istifa etmeye' çağırıyor sonra; yoksa, 'gereğini yaparız' diye ekliyor.
Darbeciliğin orduyu getirdiği noktaya bakın. En tepedeki komutanını dahi ihanetle suçlayan bir düşünce biçimi... Böyle bir zihniyetin halkı, sivil toplumu, parlamentoyu nasıl gördüğünü tahmin etmek zor değil.
İkinci mektup, Özkök'e destek veren 'demokrat generaller'den geliyor. Aslında bu da bir o kadar vahim, çünkü pek zihniyet farkı yok; meşru hükümeti 'şeriatçı' olmakla suçlamalar, TSK'nın gereğini yapmadığına, proaktif bir tavır almadığına ilişkin yakınmalar... Yine de şimdilik 'demokrasi dışı' yollara başvurulmaması öneriliyor. Kaygılarının, AK Parti iktidarının toplumsal desteği ve uluslararası konjonktür olduğu anlaşılıyor. Yani, darbeyi 'mümkün' görmüyorlar, yoksa 'meşruiyet'inden kuşkuları yok. Kişisel hırs ve ikbal peşinde koştuklarını iddia ettikleri 'darbeci generaller'in sayılarının 'bir düzine'yi bulmadığını da ekliyorlar mektuba.
Ben, 'bir düzine' darbeci general düşünemiyorum bir orduda. Az mı? 27 Mayıs'ta neredeyse general yoktu cuntada, ama yine de darbe yapmayı başarmışlardı. Anlaşılan 27 Mayıs'tan bu günlere ordumuz 'darbeci general yetiştirmekte' oldukça ilerleme kaydetmiş.
Tablo, çok vahim. Bir ordunun bu kadar siyasallaşması ve 'darbecileşmesi' kadar 'milli güç'ü aşındırıcı bir gelişme olamaz. Acaba şimdi nasıl? Mevcut generaller ve genç subaylar 'iş'lerini nasıl tanımlıyorlar acaba? Bıraksalar da bir araştırma yapsak; ordu mensupları arasında TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesinin bir darbeye 'cevaz' verdiğini düşünenlerin oranı nasıl acaba? Darbeyi konuşmayı, tasarlamayı, davet etmeyi bir 'düşünce özgürlüğü' olarak mı anlıyorlar?
Malum, sivil hayatta bazıları öyle düşünüyor. Eski bir Yargıtay başsavcısı, 'ordu mensupları müdahaleyi düşünmüş, müzakere etmişlerse TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesi gereği kendilerine tevdi edilen koruma ve kollama vazifesini yerine getirmişlerdir' diyebiliyor. Bir eski anayasa profesörü, 'darbe girişimin suç olmadığını' savunabiliyor.
Yazık. Bu ülkede hâlâ utanmadan 'darbe istemek düşünce özgürlüğüdür' diyebilen insanlar var. Darbe, şiddettir. Şiddetin sınır tanımaz bir biçimde yürütülmesidir. Çağdaş hukuk, 'şiddeti övmeyi, teşvik etmeyi ve çağırmayı' düşünce özgürlüğü çerçevesinde görmez. Darbe çağrısı yapmak cinayete azmettirmek kadar 'lanet' ve 'suç'tur.
Kendileri de biliyor; darbeciler ve darbeseverler giderek marjinalleşti, etkisizleştiler; şimdi de yargılanıyorlar. Deniz bitti darbeciler için, ve de istikbalini, kazancını, makamını, darbelerde görenler için...
Üstelik iki gün sonra seçim var. Yani, söz yeniden millette. Bir yandan, yargı darbecileri hesaba çekerken öte yandan da halk sandıkta dersini verecek bunlara; sadece darbecilere değil, onların siyasal uzantıları ve medya destekçilerine de. Çünkü halkın elindeki tek güç demokrasi. Halk, sahip olduğu yegane güç olan demokrasiyi ve sandığı darbe ile ellerinden almak isteyenlere karşı tepkisini gösterecek. Hep gösterdi zaten. Sandık, modern dünyanın en büyük keşfi. Sandıktan korkulur. İçinden hikmet de, adalet de, kötek de çıkar!
Seçimlerden sonra, haklarında Ergenekoncuların operasyon planları yaptıkları siyasi partiler bir araya gelerek öncelikle, her darbede kullanılan şu meşum 35. maddeyi kaldırmalılar. Tabii ardından da 12 Eylül darbecilerinin yaptığı anayasayı değiştirmek gelmeli.
NOT: BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu hakkında henüz net bir haber yok. İnşallah korkulan olmamıştır. Muhsin Yazıcıoğlu'nu 28 Şubat sürecindeki 'adam gibi' duruşuyla hatırlıyorum; bir de 12 Eylül sonrası Mamak'ta 'kutsal' addettiği devleti tarafından işkenceden geçirilen idealist bir gencin hayal kırıklığı olarak...
ZAMAN