Darbe Bildirisinin İdeolojik Dayanağı Atatürkçülük
Yrd. Doç. Dr. Yusuf Özkır / Star Açık Görüş
FETÖ üyesi askerler tarafından 15 Temmuz gecesi yapılan darbe girişimi milletin feraseti, mücadelesi ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın liderliği ile püskürtüldü. Milletimiz, canı, kanı ve malı pahasına darbeyi durdurdu ve iradesinin teslim alınmasına izin vermedi. Darbe girişiminde bulunanların FETÖ üyeleri olduğu açık şekilde ortaya çıktı. Fakat darbe girişimi başarılı olsaydı darbeyi yapanların FETÖ adına değil de “Atatürkçülük” adına bu darbeyi yaptıklarını gösteren onlarca emare çıkacaktı ortaya. Bunun ilk işaretlerini de 15 Temmuz gecesi TRT’de silah zoruyla okuttukları darbe bildirisiyle vermişlerdi. Bildirinin içeriğine neresinden bakılırsa bakılsın 1960 model bir Atatürkçülüğün izlerini görmek mümkündür. Bildiri, daha önceki darbe bildirilerine göre biraz uzun olsa da pek çok yönden ortak nitelikler taşıyordu. Başta ideolojik dayanak noktası olmak üzere darbe bildirisinde yer verilen ifadeler irdelendiğinde üç noktanın öne çıktığı görülür.
1-Bildirinin ideolojik omurgası.
2-Darbecilerin kendi ajandalarına vurgu yapan ifadeler.
3-Küresel güçlere verilen mesajlar
Bu üç maddeyi biraz açmak ve detaylandırmak gerekiyor. Darbe gecesi herkesin kafasında olan soru bu darbeyi kimin yaptığı bağlamındaydı. Toplumun kâhir ekseriyeti darbeyi FETÖ’nün yaptığı konusunda kuşku duymasa da darbecilerin asker olması farklı soru işaretlerini gündeme getirmişti. Ayrıca darbe bildirisinin ideolojik omurgasını oluşturan ifadeler de bu açıdan destekleyici argüman sunmaktaydı. O ifadelerin bir kısmını burada da alıntılayalım:
“Bu ahval ve şerait altında yüce Atatürk’ün önderliğinde milletimizin olağanüstü fedakârlıklar ile kurduğu bugünlere getirdiği Cumhuriyetimizin kurucusu olan Türk Silahlı Kuvvetleri Yurt’ta Sulh, Cihan’da Sulh ilkesinden hareketle vatanın bölünmez bütünlüğünü, milletin ve devletin bekasını devam ettirmek, Cumhuriyetimizin kazanımlarının karşı karşıya kaldığı tehlikeleri bertaraf etmek, hukuk devleti önündeki fiili engelleri ortadan kaldırmak milli güvenlik tehdidi haline gelmiş olan yolsuzluğu engellemek terörizm ve terörün her türlüsü ile etkin mücadele yolunu açmak temel evrensel insan haklarını mezhep ve etnisite ayrımı gözetmeksizin tüm vatandaşlarımız için geçerli kılmak laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti ilkesi üzerine oturan Anayasal düzeni yeniden tesis etmek...”
Darbe bildirisinden alıntıladığım bu ifadelere bakıldığında yoğun bir Atatürkçülük vurgusu ilk bakışta göze çarpıyor. FETÖ’nün asker içindeki cuntası ideolojik dayanak noktası olarak TSK’nın darbecilik geleneğinde yer alan benzer argümanları kullanmış. Yani eğer bu darbe başarılmış bir darbe olsaydı bugün herkes bunun “Atatürkçülük” adına yapılmış olduğu konusunda şüphe etmeyecekti. Darbe gecesi bildirinin altında TSK imzasının olduğunu belirterek bu yönde tezvirata başlanmıştı bile. Türkiye’nin darbeler tarihine bakıldığında aynı ideolojik dayanakların bütün darbelerde gerekçe olarak kullanıldığı görülür. 27 Mayıs 1960 darbesi, 12 Mart 1971 muhtırası, 12 Eylül 1980 darbesi, 28 Şubat 1997 post modern darbesi ve 27 Nisan 2007 e-muhtırası dönemlerinde hem okunan bildirilerde hem de kamuoyuna sunulan gerekçelerde Atatürkçülüğün ve ülkenin laik, demokratik temellerinin zedelendiği yönünde pek çok ideolojik iddia üretilmişti. Dolayısıyla bu iddialara bakıldığında bütün darbelerin “Atatürkçülük”bahane edilerek yapıldığını söylemek zor değildir. 15 Temmuz kalkışmasını yapan askerler de bunu bildikleri için aynı argümanları bildirilerinin ideolojik omurgası olacak şekilde metne eklemişler. Kendileri açısından stratejik bir adım. Fakat bu adımın Atatürkçüler açısından gözden geçirilmesi gereken pek çok yönü var.
Batı pusuda bekliyordu
Darbe millet tarafından püskürtüldüğü için darbeye kalkışanların Fetullah Gülen’e bağlı teröristler olduğu net şekilde ortaya çıktı. Deliller ve ifadeler de bunu destekliyor. Ayrıca darbenin arkasında olan esas gücün de Amerika içindeki bazı yapılar olduğu yönünde pek çok yayın var. Avrupalı siyasilerin ve medya organlarının da bu darbenin gerçekleşmesi için pusuda beklediğini gösteren yüzlerce yayın yapıldı. Belki en büyük delil olarak demokrasiye ve milli iradeye yönelen böylesine kanlı saldırılar karşısında suskun kalınması ve Türkiye’deki siyasi istikrarı korumak yönünde bir açıklama yapılmaması gösterilebilir. Tüm bunlar darbe başarılamadığı için biliniyor. Fakat darbe gerçekleşmiş olsaydı Fetullahçı teröristler Atatürkçülük kılıfı altında kendi faşizan yönetimlerini kurmuş olacaktı.
Burada darbe bildirilerinden yola çıkarak Atatürkçülük ile darbecilik arasında bir ilişki kurmak teorik olarak mantıklı görünmese de pratikte bunun defalarca gerçekleştiğini söylemek lazım. Bu yüzden özellikle kendini Kemalist veya laik olarak tanımlayan yurttaşların kendi önlerine çıkartılan her Atatürk gölgesine kanmamaları için pek çok neden var. Maalesef Atatürkçülük cumhuriyet tarihi boyunca siyaseti yeniden dizayn etmek isteyen toplum mühendislerinin kullandığı en işlevsel aparatlardan birisi olmuştur. Milli iradeye ipotek koymak, kendi hegemonyasını kurmak isteyen bürokratik güçler ve Fetullah Gülen gibi sapkın ideolojiye sahip olanların da Atatürkçülüğü kılıf yapması her seferinde bu ideolojik dayanağı darbe girişimlerinin omurgasına yerleştirmiştir. 15 Temmuz gecesi okunan darbe bildirisindeki “gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde” ifadesi ile “bu ahval ve şerait altında” gibi ifadeler Atatürk’ün Gençliğe Hitabesinden alınarak doğrudan metne eklenmiş ve böylece Atatürkçülerin gönlü kazanılmaya çalışılmıştır. Bildirideki “yüce Atatürk, yurtta sulh, cihanda sulh, TSK, Cumhuriyetin kurucusu TSK” gibi ifadelerin defaatle kullanılması da aynı amaçla metne giydirilmiş görünüyor.
Yolsuzluk ajandası
Darbe bildirisinde öne çıkan ikinci nokta ise darbecilerin kendi ajandalarını uygulayacakları bir arka planın oluşturulması için çaba sarf edildiğini gösteriyor. Bildiride geçen “bozulan düzenin yeniden tesis edilmesi” ifadesi hem eski darbe bildirilerinin değişmez ifadesi olarak hafızalarda geçmişe dönük bir arka plan bilgisi oluşturdu hem de dinleyenler için gerçeklikle ilgisi olmayan tarih dışı bir ifade gibi algılandı. Darbenin hemen ertesinde 16 Temmuz’da bile İstanbul sokaklarında cenazelerin defin işleminden şehrin kritik kurallarına kadar her şey tıkırında işliyordu. Darbecilerin iddiasının aksine düzen o kadar yerli yerine oturmuştu ki, darbeciler yüzlerce kişiyi katletmiş olmalarına rağmen mevcut düzen bozulmamış ve herkes yapması gereken işi yerine getirmekte tereddüt etmemişti. Bununla birlikte darbe bildirisinde en fazla vurgu yapılan ifadeler arasında “yolsuzluk, anayasa ve kanun ihlalleri, hırsızlık, Cumhurbaşkanı, Hükümet, yargının bozulması, ideolojik ayrımcılık ve terörle mücadele edilmemesi” gibi ifadelerin kullanılması da darbecilerin kendi ajandalarında nelerin olduğunu göstermesi açısından dikkat çekicidir. Bu iddiaların izi geçmişe dönük olarak sürüldüğünde FETÖ tarafından gündeme getirilen yaklaşımlar olduğu görülür. Şayet darbe başarılmış olsaydı böylece hem bundan sonra yapacakları için bir altyapı oluşturmuş oluyorlardı hem de geçmişe dönük iddialarının da haklılığını topluma dayatmış olacaklardı.
Batı’yı selamlamak
Darbe girişiminin ABD ve Avrupa tarafından desteklendiğini gösteren pek çok yayın yapıldı. ABD ve Avrupa medyasının darbenin başarılamamış olmasına ağıt yakması, darbecileri eleştirmek yerine Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı hedef alan yayınlara yönelmesi ile Batılı siyasetçilerin suskun kalmaları ve orta yolcu açıklamaları gerçeği görmek isteyen için delil olarak yeterlidir. Batılı ülkelerin son kertede Türkiye’de milli iradenin egemen olması, siyasi istikrar ve ekonomik büyüme gibi pozitif içerikleri desteklemek yerine kendi güdümlerinde olan her hangi bir yapıyı tercih ettiklerini gösteren onlarca örneği Cumhuriyet tarihinden ve bilhassa darbe dönemlerinden verebiliriz. Bu bilgiye darbeciler de sahip oldukları için darbe bildirisine “BM, NATO ve diğer tüm uluslararası kuruluşlar ile oluşturulmuş yükümlülüklere bağlıyız” ifadesini koymayı eksik etmemişler. Benzeri ifadeler 27 Mayıs ve 12 Eylül darbe bildirilerinde de karşımıza çıkıyor. Ayrıca Batılıların Türkiye’ye atfetmeyi çok sevdiği oryantalist bir yaklaşımın ürünü olan otoriterlik vurgusu da darbe bildirisinde “evrensel temel insan haklarının göz ardı edildiği, korkuya dayalı otokrasi ile yönetilen bir ülke” cümlesiyle yer almış. Bu ifadeyle de darbenin aslında demokrasi adına yapıldığı mesajı Batılılara verilmek istenmiş.
Toplama kampına dönecekti
Darbe bildirisinin son kısmında yer alan “meşruiyetini kaybetmiş siyasi iktidara görevden el çektirilmiştir” ifadesi darbenin doğrudan milli iradeyi hedef aldığını gösteriyor. Hem yüzde 52 oy alarak seçilen Cumhurbaşkanı Erdoğan’a verilen oylar hem de henüz 7 ay önce yüzde 50 oy alarak hükümeti kuran AK Parti’ye verilen oyların geçersiz olduğu ve doğrudan milli iradenin hedef alındığı böylece dile getirilmiş olunuyor. Darbe bildirisinin ipucu verdiği konulardan birisi de şayet darbe başarılmış olsaydı Türkiye’nin ne tür bir yere dönüşeceğiyle ilgili. Bildiride yer alan “vatana ihanet içerisinde bulunan tüm kişi ve kuruluşların” ifadesi 16 Temmuz’dan itibaren Türkiye’nin bir toplama kampına dönüştürüleceğini ve cinayetlerin sıradanlaştığı bir ülke olacağına işaret ediyor. Dolayısıyla ideolojik omurgasını Atatürkçülüğün oluşturduğu bu darbe bildirisini yazanların Fethullahçı teröristler olduğunu yeniden hatırlamakta yarar var. Darbe başarılmış olsaydı, hayatta kalanlar, Fetullahçılar eliyle Atatürkçülük adına anayasal düzenin yeniden tesis edildiği bir ülkede yaşıyor olacaktı. Atatürkçülüğün böylesine kullanışlı bir aparat olması ve özellikle TSK’nın darbecilik geleneği içinde yer alan her cuntanın darbe yapmak için Atatürkçülüğü kendine kalkan yapması konusu üzerinde başta Atatürkçüler olmak üzere herkesin kafa yorması ve Atatürkçülüğü darbecilerin işlevsel aparatı olmaktan çıkartacak adımlar üzerinde düşünmesi gerekiyor.
Çok şükür ki milletimiz darbecileri püskürttü ve bu darbe bildirisini yırtıp tarihin çöp kutusuna fırlattı.