28 Şubat sürecinin ürünlerinden olan, üniversitelere Müslümanların gitmesini zorlaştırmayı amaçlayan katsayı adaletsizliği on yılı aşkın bir süredir devam etmekte. Kendisinden doğal bir şekilde hukuk ve adalet beklenen Danıştay yeni bir hukuksuzluğa ve adaletsizliğe imza atarak Türkiye de on birlerce gencin geleceği ile oynayan bir karar aldı. Böylece “eşitler arasında” olmayan bu toprakların dindar gençleri ancak “eşitler arasında daha eşit olan” Beyaz Türklerin arkasından gelmeye, ikinci sınıf vatandaş ve insan olamaya mahkum edilmek istendi. Rejim bürokratik despotizmiyle bir kez daha özgürlükler ve temel haklarımız önüne barikat kurdu.
Danıştay fikri ve zikri ile Despotik Bir Kurum
Danıştay Başkanı, Danıştay’ın 141. kuruluş yıldönümünde yaptığı konuşmada kendisinin de yaralandığı saldırıya bakan savcılara uyarıda bulunup, saldırıyı gerçekleştirenlerle aynı dili kullanmayı tercih etmişti. Konuşmasında savcılara Ergenekoncuların yargılanması konusunda bir kısım medyada çıkan usulsüz delil toplama, haksız yere karalama, zanlının kesin karar verilene kadar suçsuz oluşu gibi evrensel konularda daha dikkatli olmaları gerektiğine vurgu yapmıştı.1
Danıştay Başkanı Danıştay saldırısının yıldönümünde Anıtkabir defterine saldırıyı darbeci-cuntacı örgütlenme değil de başka birileri yapmış gibi laik cumhuriyetti korumaktan ve devrimlerin kazanımlarından bahsetmeyi uygun görmüş.2 Böylece Ergenekoncu saldırıyı İslami kesimin üzerine atma kara propagandasını devam ettirdiğine bir kez daha şahit olduk. Yine saldırının yıldönümünde Danıştay 5.Daire Başkanı Salih Er, saldırının Ergenekon işi ve amacının bu saldırı ile darbe sürecine giden yolda önemli bir adım olduğu artık gün yüzüne çıkmış iken hiç utanmadan ve sıkılmadan “türban, irtica, siyasal İslam vs” kelimelerini kullanarak ajitasyon kokan bir konuşma yapabiliyordu.3 Bu ancak siyasallaşmış bir yargı, katılaşmış bir kalp, düşünmeyen bir beynin ürünü bir konuşma metni olabilirdi.
Eski Danıştay Başkanı Sumru Çörtoğlu yine bir açılış konuşmasında üniversitelere yönelik başörtüsü düzenlemesinin cumhuriyetin temel ilkesi olan laikliğe aykırı olduğunu, dolaylı şekilde laik eğitime zarar verme girişimlerinin bireysel eğitim hakkı kapsamında olamayacağı gibi çıkarsamayla başörtülü bir öğrencinin anayasaya konulmuş ve değiştirilemeyen bir ilkeden dolayı hiçbir hakkının olamayacağı “ilahi hükmünü” çok rahat söylemekteydi.
Danıştay daha önceden de okula başörtü ile giden bir öğretmenin anaokulu müdürü olamayacağı şeklinde bir karar imza atmış ve kamusal alan aldatmacalarının da önüne geçerek direk özel hayata müdahale eden bir konuma kendisini yükseltmişti. Benzer şekilde anayasa mahkemesi gibi kendisini yasamanın çıkardığı kanunları iptali konusunda yetkili gören kararlara imza atmıştı. Bu karar hem yasama yanı hükümet hem de anayasa mahkemesi tarafından tepki ile karşılanmıştı. Hükümetin bazı belde belediyelerini kapatması konusunda Danıştay’ın iptal kararına T.Erdoğan “ikinci bir anayasa mahkemesi” diye, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşım Kılıç ise “gerekçeli karar açıklamaları lazım” diyerek eleştiride bulunmuşlardı.
Danıştay’ın özellikle baktıkları davaların taraflarından biri müslümanlar olduğunda hep Kemalist-laik jakoben zihniyet doğrultusunda kararlar verdiğini görmekteyiz. Ama örneğin Alevi bir baba çocuğunun zorunlu din dersi almaması için bir dava açtığında onu haklı bulmuştu. 2006 yılında Teziç’in YÖK başkanı olduğu dönemde öğrencilerin açtığı katsayı zulmünün iptali için davada yetkinin YÖK’te olduğuna karar vermişti. Ancak şimdi İstanbul Barosu katsayı eşitsizliğinin kaldıran YÖK kararına karşı açtığı davada Baro lehine karar vermekte bir beis görmemekte.
Ergenekon ve Yargının Kutsal Kardeşliği
O baro ki karardan birkaç hafta önce Taksimde cüppeleri ile darbecilere, cuntacılara destek vermek için yürümüş, Taksim meydanında “Darbeci Baro Hoş geldin” diye protesto edilmişti. O baronun başkanı bu davayı açarken “eşitlik ancak eşit insanlar arasında olur” sözlerini sarf eden, kafa tasçı bir eski bakan adına Ergenekonculara ödüller veren bir düşünceyi temsil ediyordu. Ergenekoncularla ilgisi sırf bunla kalmıyor. Baro adına Silivri duruşmaları ile ilgili rapor hazırlamak için Ergenekoncuların avukatlarından birisi tercih edilerek olaylara ne kadar subjektif bakmak istediklerinin ipuçlarını veriyorlar.
Danıştay ikinci bir provakasyonu bu sefer kendisi yapmıştır. İlkinde Ergenekoncular Danıştayı basarak Kemalist-laik elitleri sokağa dökmek istediler. Döktüler de. Binlerce insan sokaklarda “Kahrolsun Şeriat” diye yürüdü. Kendi çocuğunu kendi dikta rejiminin devamı için feda etmekten çekinmeyenler için öldürülen arkadaşlarından daha çok “laiklik ve Kemalizm” önemli idi. Yine bu zihniyet değimliydi kendi gazetesini sırf darbe için bombalatan.
Danıştay’a saldırıp istediklerini alamayanlar şimdi yeni bir provakasyonu yine Danıştay üzerinden yapmak istiyorlar. Burada hem Müslüman kitleler hem de hükümet ajite edilmek isteniyor. Yargının darbeci sicili artık hiçbir şekilde saklanamaz bir hal almışken Müslümanların temel hakları üzerinden kendi iktidar oyunlarında hamleler yapmak istiyorlar. 367 kararında olduğu gibi yargı yeri geldiğinde kendi putunu yemekten asla çekinmiyor. Akıl hocalarından birinin “dün dündür bugün bugündür” sözünü hatırlatırcasına kararlar alıyorlar. HSYK toplantısında açıktan Ergenekon soruşturmasını bitirmek için günlerce mücadele verenlerin, YARSAV eski Başkanın davasını aynı vakıf üyesi ve verdiği kararlar ile darbeci bir zihniyetle aynı kulvarda koştuğu gün gibi ortada olan bir hakime verilebiliyor.
Yargı üzerinden sürdürülen bu iktidar savaşlarında artık hukuk ve adalet beklemek özellikle imkansız bir hal almıştır. AHİM’de en çok şikayet edilen bir hukuk sistemi ve zihniyetinin özellikle Müslümanların taraf olduğu konularda özgürlükçü ve hakkaniyet çerçevesinde karar almasını beklemek yeterince saflık olmakta.
Brifinglendirilmiş Yargı Özgürlük Meşalesini Söndüremez
AK Parti’nin yargının bu açık tavrı karşısında daha cesur adımlar atarak sistemin bu çarpık işleyişine çomak sokması lazım gelmektedir. Yargı artık askerin yerini alıp, oligarjik iktidarlarının devamı için elinden geleni hiç çekinmeden ortaya koymaya başlamıştır. Hükümetin geçmiş HSYK toplantısında ortaya daha belirgin çıkan Yargı-Ergenekon birlikteliğini iyi okuması gerekmekte. Yargı organların başında bulunanların her yıl açılış konuşmalarında bireysel özgürlükler ve hakların korunması ve genişletilmesi yerine laik-Kemalist devletin bekasını önceleyen söylem ve tutumları ile totaliter bir zihniyeti devam ettirmek istediklerine şahit oluyoruz. Yargı yeri geldiğinde bildirilerle birbirinin vereceği kararları etkilemeye çalışıyor (Anayasada üniversitelere Başörtüsüyle girmeye olanak sağlayacak değişiklikle ilgili ) yada diğerinin verdiği kararlar yada açıklamalara destek vererek aralarında dayanışma içine giriyorlar.
Yargı tarafından bizzat hakları ellerinden alınmak istenen halk özelde ise Müslümanlar olup bitenlerin sırf bir iktidar savaşı olarak görüp topu mevcut hükümete atmak doğru bir davranış şekli olamaz. Hakları elinden alınanların kendileri için savaşım vermesi, mücadelesini kendi özgün iradesi ile sürdürmesi gerekir. Susup, bizim adımıza başkalarının konuşmasına izin vermek ya özgürlük taleplerinin ertelenmesine yada verilen ile yetinilmesine neden olacaktır. Ancak ne özgürlükler ertelene bilir nede birileri tarafından bahşedilip, bir lütufmuş gibi başımıza kakılabilinir.
Başta yargı despotizmine ve cuntacı örgütlenmeyenlere karşı daha bilinçli ve örgütlü bir mücadele vermek gerektiği bu kararla daha belirginleşmiştir. Çünkü sırf bir karar yada olay ile yada sırf kendimizi ilgilendiren konularda tepki koyarak sorunların çözülemeyeceği ortadadır. Müslümanların temel hak ve özgürlüklerinin karşısına yeri geldiğinde panzerlerle, yeri geldiğin de yargı kararlarıyla, yeri geldiğinde TUSİAD bildirileriyle, yeri geldiğin de gazete manşetleriyle çıkanlar, uzun soluklu bir mücadele vermemiz gerektiğini bize göstermiş olmalıdır. Bugün okuluna yada işine eskiden başörtüsü ile giremezken şimdi girenlerin darbeler ve cuntalar karşısında suskun kalmaları, sırf kendi önlerinde ki bir barikat kaldırıldığında yada zaten kendisinin olan özgürlüğe yeniden kavuştuğunda susan yada sessiz kalanların günü ve kendini kurtarma bencilliğinden, bireyselciliğinden kurtulması gerekmektedir. Kuranın bize emrettiği inanç kardeşliğiyle, dayanışma ve mücadele ruhuyla despotik anlayışa, özgürlüklerimiz önünde ki barikatlara “la” diyerek onurlu, izzetli yürüyüşümüzü sürdürmemiz gerekmektedir.
Dipnotlar:
1- http://www.danistay.gov.tr/baskanin_konusmasi_141.htm
2- http://www.danistay.gov.tr/mayis17_2009_anitkabir.htm
3- http://www.danistay.gov.tr/mayis17_2009_konusma.htm