Danıştay’ın son dönemde gösterdiği olağan üstü yüksek performansın sebebi de hedefi de “Atatürk’ün ölümsüz önder olduğu” inancına sadakatten kaynaklanıyor hiç şüphesiz. Öyle ki “ideolojik yargı” veya “devlet’in ideolojik aygıtı” filan gibi söylemlerin pabucunu dama attıracak kadar ileri düzeyde bir fanatizmi temsil ederek “Atatürk’e yer verilmeksizin yapılan tüm düzenlemeler eksiktir” hükmüyle çıktı şimdi de kamuoyunun karşısına. Evet, 6 Kasım 2013’te Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Devlet Madalya ve Nişanları Yönetmeliği’nde bir değişikli yaparak Atatürk kabartmasının kaldırılmasına ilişkin düzenlemeyi tam beş yıl sonra Danıştay reddetti.
Aynen beş yıl aradan sonra oy çokluğuyla alınan “Bütün okullarda Andımız tekrar okutulmalı” kararının ardından siyaset ve topluma karşı Danıştay’ın ikinci kritik hamlesi oldu. Aidiyet duygusunu güçlendiriyor, pedagojik formasyona uygun ve 1933’ten günümüze istikrar kazanmış bir uygulamanın kaldırılması eşitlik ilkesine aykırıdır gibi bazı gerekçeler sıralandı Danıştay’ın kararında. Fakat bu karar esasen ucu ırkçı-ayrımcı söylem ve politikalara kadar uzanan Ata/Türkçülüğü ve buna bağlı olarak okullarda kışla mantığını yani militarizmi hâkim kılan bir töreni eğitim öğretimin tekrar asli unsuru haline getirmeyi hedefliyordu.
Yargı’nın Sadakati Kemalizm’e
Hâlbuki Devlet Madalya ve Nişanları Yönetmeliği’ne ilişkin düzenlemenin 1. ve 3. maddesinin iptali ve yürütmesinin durdurulmasına ilişkin dönemin Türk Kamu-Sen Başkanı İsmail Koncuk adına yapılan itirazı, Danıştay Mayıs 2014’te reddetmişti. Koncuk, itiraz dilekçesinde madalya ve nişanlarda Atatürk kabartmasına yer verilmemesi telafisi güç veya imkânsız zararların doğacağını iddia etmişse de Danıştay bu iddiayı haksız bulmuştu. Çünkü Başbakanlık tarafından düzenlemenin gerekçesi ve savunması adına yapılan izahta “Davalı Başbakanlığın savunmasında, nişanların diğer ülkelerdeki tasarımların incelenerek tasarlandığı, genel olarak devletlerin uygulamalarında nişanlarda, milli ve kültürel simgeler üzerinden uluslararası düzeyde temsiliyetin ifade edilmeye çalışıldığı” belirtilmişti. İlaveten devlet madalya ve nişanlarında bu temsilin “hilal, haç” gibi dini semboller ile “bayrak, defne ve zeytin dalı” gibi milli ve kültürel semboller kullanılarak ifade edilmişti. Bu anlamda yeni tasarımlarda kullanılan Türk bayrağının ve Cumhurbaşkanlığı armasının milli, tarihi ve kültürel değerleri yansıttığı ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini temsil ettiği de belirtilmişti.
Evvele belirtelim ki; Danıştay, Hükümetin değişiklik kararını makul, somut ve kabul edilebilir bir nedenden tümden yoksun görüyor. Üstüne bir de bu (veya benzeri bir) düzenlemeyi Anayasa hükümlerine aykırı olarak değerlendiriyor. Çünkü Anayasa’nın ruhu diyerek tüm siyasal ve toplumsal talep ve kararları “milli birlik ve beraberliğimizin simgesi olan Ulu Önder Atatürk” sloganıyla susturmaya ve boğmaya kendini muktedir ve yetkili görüyor.
Hani bir bürokratik oligarşi vardı tarihe gömüldüğü sanılan. Hani bir takım eski Türkiye alışkanlıkları vardı geride bırakıldı zannedilen. İşte onlar parça parça, ufak ufak ama öfke ve nefretle tekrar geri dönmek üzere kafa kaldırıyorlar. Sembolik ya da önemsiz alanlarda kararlar çıkıyor, fazla önemsemeye ve gereksiz yere büyütmeye gerek yok türü yaklaşımlar tarih ve siyaset bilincinden yoksun, basiret ve ferasetten nasipsizdir kesinlikle. Yerel seçimlere, seçim ittifaklarına, kazanılacak belediyelere odaklanmaktan yoğunlaşan sisli ve baygın hava ideolojik ve hukuki zeminin ciddi ciddi kaydığını perdeliyor anlaşılan.
Devletin İdeolojisi ve Kadroları
Demokratikleşme paketlerini anlaşılan o ki bürokratik oligarşinin paketleyip paketleyip tarihe gömmesinde bir beis görülmüyor. Cumhur İttifakı’na neden mecbur kalındığı ve getirdiklerine karşın neler götürdüğü üzerine kafa yormak fazlasıyla şüphecilik ve müşkülpesentlik olarak değerlendiriliyor olsa da gelişmelerin riskleri büyüttüğüne şüphe yok. Ordudan, yargıdan, emniyetten, bürokrasiden panikle ve fakat hukuki süreçleri atlamayı pek de sorun etmeden hiç durmaksızın ‘Fetöcüleri’ temizleyerek, kazıyarak daha fazlasıyla Kemalist ulusalcı fanatizmin önünü açıyor nihayetinde.
Muhafazakâr-demokrat siyasiler arasında “ülkenin, devletin, milletin DNA’sı Atatürk’tür” benzeri söylemlere ağırlık vererek güya toplumsal kutuplaşmanın önünü almaya çalışan mantıksız ve esasen ahlak dışı gayretlere şahit oluyoruz. Türk Dil Kurumu’nun uzun yıllar süren çalışmasının hasılası olan Latin Alfabesi’yle basılan ilk Türkçe sözlük Cumhuriyet Matbaası’nda 1944’te basıldığında “din” maddesi şöyle yazılmıştı: “İnsanların Tanrıya inanış ve bağlanışları. Bu konuda tutulan yollardan her biri. İnanılıp çok bağlanılan fikir veya ülkü. Kemalizm Türkün dinidir.” Evet, Kemalizm Türkün dinidir” tanımı 1969 senesine değin Türk Dili Kurumu tarafından basılan bütün Türkçe sözlüklerdeki yerini korudu. Andımız ve devlet madalyalarında Atatürk kabartması gibi meselelerde gösterilen aşırı tepki ve fanatik tutum Danıştay’dan akademiye, siyasetten medyaya işte bu özde yani Türk’ü Kemalizm’le anlamlı kılma ideolojisinde kök buluyor.
Bürokratik oligarşinin ideolojik ve sınıfsal karakterini Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve Yargıtay’ın nasıl temsil ettiğini çok taze acılar, sarsıntılar ve kayıplar tecrübe etmiş bir ülkeyiz. Danıştay’ın çizeceği rota tartışmasız Kemalizm rotasıdır, Tek Parti dönemine referanstır ve Kemalist ideolojinin hegemonyasını toplumun aleyhine genişletebildiği kadar genişletmektir. Siyasal iktidarı kaybetmemek için gösterilen çabalar kadar ahlaki, hukuki ve ideolojik meşruiyeti de kaybetmemek üzere çaba sarf etmek gerekiyor. Ahlaki, hukuki ve ideolojik meşruiyetini kaybetmiş bir siyasi çizgi ve kadronun iktidarı korumuş olması gün gelir hiçbir değer ifade etmez çünkü. Her şeyden daha çok siyasal bekaya odaklanmışken ahlaki ve hukuki bekanın seri suikastlarla ortadan kaldırılmak istendiğini görememekse en kötüsü.
Yeni Akit