Danıştay cinayetiyle ilgili son haberin epey “şaşırtıcı” olduğunu söyleyebiliriz. Ama, ne bakımdan? Bu “silinme” olayının olması değil, bana şaşırtıcı gelen; silindiğinin bir kurum tarafından açıklanması.
Üstüne konuştuğumuz, “Acaba şöyle mi, böyle mi?” tartışması yaptığımız bir dolu olay var. Bunların hepsiyle ilgili, bu nitelikte bilgiler olduğundan hiç şüphem yok. Ama şu somut durumda TÜBİTAK’tan gelen açıklamanın bir benzerini yapacak kişi ya da kurum ortaya çıkmıyor. “Normal” davranış, konuyu örtbas eden yargıcınki.
Evet, bütün bu olaylarda, Hrant’ın öldürülmesinde, Santoro’nun veya misyonerlerin öldürülmesinde, işin içyüzüne dair bir bilgi belirir belirmez, açmaya başlayan bir çiçeği çiğner gibi bir resmî ayak gelip eziyor onu. Ama, gene bütün bu olaylarda, sanırım Danıştay cinayetinin özel bir yeri var. “Ucundan dönmüşüz” diye bir deyim vardır. Sanırım bunu kullanmak için, bunca çarpıcı olay arasında Danıştay cinayeti en uygun olanı. Burada ciddi bir plan ve uygulanması için ciddi bir hazırlık olduğu görülüyor.
“Roller paylaşılmış” denebilir mi? Fiilen bu yolda bir işbölümü yapılmış olmasa da, aslında roller daha hiçbir olay yokken, çok önceden paylaşılmış olduğu için, cinayet planını hazırlayanlar bu olay karşısında kimin ne diyeceğini, nasıl tepki vereceğini çok doğru tahmin edebiliyor, onların da planın istedikleri gibi yürümesine katkı sağlayacağını hesaplıyorlardı. Cumhurbaşkanı’nın konuşması, Danıştay yargıcının “Allahüekber” diye bağırma iddiası, geniş planın ne kadar iyi işlediğini kanıtlıyor.
Olayın kendisini planlayacak ve gerçekleştireceksin. Adam gelecek, bir yargıcı vuracak ve gidecek. Burada ikinci aşama başlıyor. Olayın içine serpiştirilmiş ipuçlarını, “işaret levhaları”nı alıp yorumlamak ve kamuoyuna inandırıcı bir senaryo sunmak... “İşte, yeterince ciddiye almadığınız ‘irtica’ bunu yaptı” demek.
Bununla birlikte, olayın hemen arkasından, gene kamuoyuna “kitle tepkisi” olarak sunulacak protestolar, gösteriler vb. gerekiyor. Nitekim, o günlerin olaylarını hatırladığımızda, birkaç gazeteyi bulup açıp seyri izlediğimizde herhalde çok ilginç ve anlamlı şeylerle karşılaşacağız. Kim ne yazmış? Hangi olay hangi kelimelerle anlatılmış? Hükümetin, bakanların protesto edildiği cenaze törenlerin vb. bu gözle yeniden bakıldığında herhalde yeni ipuçları da verecektir.
Hesapta hiç olmayan olgu, “katilin yakalanması” gerçekleştiği halde, sanırım o koşullarda yeterli bir haberleşme de sağlanamadığı için, paylaşılan roller yerine getirildi, herkes yapması gerekeni yaptı. Yani, cinayet “irtica”ya havale edildi ve “irtica” kitlesel gösterilerle lânetlendi.
“Katilin yakalanması” keyfiyeti olmasaydı, işin üçüncü aşamasına da gelecektik, hep birlikte. Bu, iktidarın el değiştirmesi olacaktı. Bunun nasıl olacağına dair bizler ancak tahmin yürütebiliriz: 28 Şubat’taki gibi “gitmezseniz geliyoruz” mealinde bir muhtıra mı yayımlanacaktı? Biz ancak tahmin yürütebiliriz ama cinayeti planlayanlar mutlaka bu aşamada ne olacağını da planlamışlardı. Burada, bu noktada bir takım şalterleri açacaklar, kapayacaklar, her neyse, herhalde onlar da belliydi, seçilmişti vb.
Gel gör ki, adam yakalandı, birkaç gün içinde örgütsel geçmişi, eşi dostu, kiminle telefonda konuştuğu, sökülüverdi.
Birkaç gündür Ahmet Altan da bunu yazıyor. Buradaki örgütlenme hepsi arasında en ciddi olanı gibi görünüyor. OYAK’tı, Orduevi’ydi, tanığı susturmaktı, mahkemenin kayıtsızlığıydı, bunlar hepsi biraraya geliyor ve ortaya çok ilginç bir resim çıkıyor.
Ve insanın “kader”e inanası geliyor.
TARAF