Türkiye'ye en yakışan benzetmelerden birinin 'Tuhafistan' olduğu kanaatindeyim. Hukukun en sivil ayağını oluşturduğu varsayılan baroların, kraldan fazla kralcı tavırları bu düşünceyi pekiştiriyor. 'Sabıkası' hayli kabarık olan İstanbul Barosu'nun katsayı tavrı herhalde zirveyi teşkil ediyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararına rağmen Sacit Kayasu'ya avukatlık hakkı tanımayan bir 'hukuk' kurumundan bahsediyoruz. Baro, tedavi hakkını savunayım derken, hangi hastanın hangi hastanede tedavi edilmesi gerektiğine karışmaya bile kalkışmıştı. Sevk zincirinde yer almamasına rağmen, bazı Ergenekon sanıklarının GATA'da tedavi edilmeleri hususundaki ısrarları hâlâ zihinlerde. Katsayı adaletsizliğini kaldıran ve meslek liselerini diğer liselerle eşit hale getiren Yükseköğretim Kurulu kararının iptalini de istediler. Hem başvuru dilekçesinde, hem de basın açıklamasında öyle bir cümle kullandılar ki, hukuk adına yüz karası diyebiliriz.
Baro, düzenlemenin meslek liselerinin önünü açmayı hedeflediğine inanmadığını söylüyor. Ve ekliyor: "Böyle olduğunu görsek ve inansak hiç kuşku yok ki bunun destekçisi olurduk. YÖK bu uygulaması ile meslek lisesi mezunlarının haklarını koruyor görüntüsü altında, aslında imam hatip lisesi mezunlarının, katsayı puanı uygulanmaksızın genel (düz) lise mezunları gibi üniversitelere girmelerinin yolunu açmış bulunmaktadır." Bazı meslektaşları Baro Başkanı Muammer Aydın'a 'hukuka giriş' kitabı göndermekte haksız değiller. Zira hukukun birinci ilkesi 'kalbe değil, ele bakmasıdır'. Yani subjektif ve ölçümlenemeyen niyetler, hukukun ilgi ve yetki alanında değildir. Hukuk sadece eylemi değerlendirmeye tabi tutabilir. İstanbul Barosu'nun kalp gözü açık(!) yöneticileri, YÖK üyelerinin niyetlerinin kötü olduğunu yakalamış! Bununla da yetinmemişler, Türkiye'nin kaç din adamına ihtiyacı bulunduğunu hesaplamışlar ve ihtiyaç fazlasından dolayı iptal başvurusunda bulunmuşlar. İhtiyaç fazlası mühendislikler, iletişim fakülteleri, edebiyat fakülteleri için neden aynı sağduyuyu(!) göstermiyorlar? Devlet isteyene istediği eğitimi verebilir, kimseye iş garantisi vermez. Ben hobi olarak torna tesviye eğitimi almak istiyorum, sonunda o mesleği de yapmayacağım. Kimi, ne ilgilendirir?
Konuyu karara bağlama mercii olan Danıştay'ın tavrı da merakla bekleniyor. Yerindelik incelemesi yapmaya yetkili olmayan idari yargı, kararın mevcut mevzuat çerçevesinde usulüne uygun alınıp alınmadığına bakabiliyor. Yakın tarihte bizzat Danıştay'ın aynı konuda verdiği kararlar, tek yetkilinin YÖK olduğunu açıkça deklare ediyor. Önceki uygulamanın iptalini isteyen talepler, hep aynı gerekçeyle geri çevrilmişti. Bir yüksek mahkemenin aynı soruyu, soranın kimliğine göre cevaplaması düşünülemez. Aksi halde, "iki kere iki kaç eder" sorusunu "alırken mi satarken mi" şeklinde cevaplayan uyanıktan farkı kalır mı? Sarih olan kanun ve yönetmelikle çelişmeyi göze alsalar bile, kendi kararlarıyla ters düşmeyi izah etmekte zorlanacaklardır. 'Kanunu böyle yorumladık' deme şansları belki olabilir ancak, "Ahmet sorduğunda böyle, Ali sorduğunda şöyle yorumladık" diyemezler. 'Burası Türkiye, her şey olabilir' görüşüne katılmıyorum. Öncelikle burası eski Türkiye değil. Pek çok şeyin değiştiğini herkes kabullenmeli. Yoksa hukuk metinlerini yakalım, 'toy toylamış, soy soylamış' dönemine geri dönelim. Herkes kafasına göre bir hukuk tutturup gitsin. Çelişkili kararlar hukuka ve yargı mekanizmalarına inancı sarsıyor.
ZAMAN