Adına ister ‘Atatürkçülük’ deyin, ister ‘Kemalizm’ ister ‘Atatürkçü düşünce sistemi’ sonuç değişmiyor: Gerçekte adı Atatürk’e bağlı olarak üretilmek istenen bütün fikirlerin bir tane dayanağı vardır: Aydınlanma felsefesi.
Büyük Alman filozof Immanuel Kant’ın ve onun izleyicilerinin ortaya koyduğu ‘Aydınlanma felsefesi’ elbette bir gazete köşesinde ele almak için çok geniş, çok kocaman bir konu. Ama şunu söylememe izin verin: Bugün Türkiye dahil modern dünyayı yaratan felsefe budur, bilinçle veya bilinçaltımızla bütün davranışlarımıza, düşüncemize, eğitimimize yön veren şey de Aydınlanma’dır.
‘Modernizm’ dediğimiz ve içinde yaşamaya devam ettiğimiz akım, Aydınlanma felsefesi sayesinde ortaya çıkmıştır; insan haklarının, demokrasinin, cumhuriyetin, hatta kurallı pazar ekonomisinin dayanağı Aydınlanma’dır.
Peki nedir ‘Aydınlanma’? Bu sorunun cevabını taa 1784’te Kant, tam da bu başlıkla yazdığı bir makalede vermişti. Sorunun cevabı uzun olmakla birlikte çok kısa bir özdeyişe, ünlü Romalı şaiır Horace’ın bir dizesinde geçen iki Latince kelimeye de indirgenebilir: Sapere Aude!
‘Sapere aude’nin anlamı, ‘Kendi aklınla düşünmeye cesaret et’tir.
Dünyayı değiştiren, bize bugünkü dünyayı armağan eden cümle işte budur: Kendi aklınla düşünmeye cesaret et!
***
Nasıl yapacağız da kendi aklımızla düşüneceğiz? Bir kere özgür olacağız. Atatürk’ün sözleriyle hem fikrimiz hem de vicdanımız hür olacak.
Özgür olacağız ki, özgürce aklımızı kullanalım, düşünelim. Aklımızı başkalarından ödünç almayalım, kendimiz olmayı başaralım.
Sadece düşünmek de yetmez. Kendi aklımızla düşüneceğiz, sonra da kendi irademizle harekete geçeceğiz, bu düşüncelerimizi gerçekleştirmek isteyeceğiz.
Bunun için bir dizi özgürlüğe daha ihtiyacımız var.
Bu da, esasen seçme özgürlüğüdür; kendi hayatımızı, kendi hayat tarzımızı, hayatımızdaki öncelikleri vs. her şeyi seçme özgürlüğümüz.
Sadece seçme özgürlüğü de yetmez. Sınıfsal farkların yasalarla yazılmadığı, yani bütün vatandaşların hiç değilse kanun önünde eşit sayıldığı bir devlet düzenine de ihtiyacımız var.
Bu düzenin temelinde de insanın insan olmaktan gelen hakları, yani insan hakları yer alacak.
Bizler insan olarak hür doğduk, yaşarız, elimizden alınamaz ve varlığı inkâr edilemez haklara sahibiz.
Bizler o devletin (ki o devlet kaçınılmaz biçimde cumhuriyettir, aklın gereği demokrasidir) eşit haklara sahip yurttaşlarıyız yani.
***
Danıştay’ın, ‘Atatürkçülük’ adına verildiğinden kuşku duymadığım son katsayı kararına bir de bu açıdan bakın.
Danıştay’ın adına ‘hukuki statü’ dediği şey, Aydınlanma öncesinin ‘hukuki statü’leridir.
Biri lorddur, bu unvan beraberindeki iktidar ona babasından kalmıştır ve özel bir ‘hukuki statü’ye sahiptir, diğeri ise ‘serf’tir, babası da öyledir onun ve başka bir ‘hukuki statü’sü vardır.
Bizim Danıştay’ımıza göre de, biri ‘sözel’dir, daha ergen yaşa gelmeden bu seçimi anne-babası onun adına yapmıştır ve bu bir ‘hukuki statü’dür artık; o statüden dışarı çıkmak için özel olarak düzenlenmiş engelleri aşması gerekir. Ki bu hemen hemen imkânsızdır.
Bizim Danıştay’ımıza göre ‘hukuki statü’leri ortadan kaldırmaya kalkmak, ‘eşitlik’e değil tam tersine ‘eşitsizlik’e yol açar; çünkü o ‘statü’lerin kazanılmış hakları vardır, onları korumak esastır!
***
Danıştay’ın kararını bir de böyle okuyun.
Özgür birey iradesinden, kendi aklınla düşünme cesaretini desteklemekten söz ediyor mu bu karar?
Bu karar, bireylerin eşit olduğu, bu eşitliğin sağlanması için aktif çaba gösterilen bir toplumu mu özendiriyor, yoksa kastları, sınıfları olan ve bunlar değişmez alınyazıları olan bir toplumu mu?
En önemlisi, Danıştay kararı bireylerin seçme, kendi hayatları ve gelecekleriyle ilgili özgürce seçim yapma hakkını tanıyor mu tanımıyor mu?
Bütün cevapların olumsuz olduğunu göreceksiniz.
Bu anlamda karar Aydınlanma karşıtıdır ve anti-Atatürkçüdür. Başka şeyler de söyleyebilirim ama dilim varmıyor.
RADİKAL