Efendim, zamanın birinde kralın biri patlıcan yemeği çok severmiş. Hatta tonton ve şirin göbeğini usulca okşayarak Azeri qardaşlar gibi “bademcan yahşi gozel!” der her daim yemekte istermiş. Şikem-i kübrası guruldamaya başladı mı hemen dalkavuğuna seslenir:
-Patlıcan oturtması olsa ne güzel olurdu olsa da yesek!
İsmi tıynetiyle müsemma Dalkavuk hiç durur mu?
-Zatı şahaneleri isabet buyurdular efendim!
Başka bir gün majesteleri;
-Patlıcan kebabı da cana can katar, nefistir nefis!
Majestelerinin ağzının suyunun aktığını gören dalkavuk ani bir hareketle atılır öne:
-Ahh efendim! Ne kadar da haklısınız!
Kral efendi başka bir gün önce can sonra bademcan düsturuyla patlıcan güzellemesi yapar:
-Patlıcan kızartması da yemeklerin kralıdır ha!
Dalkavuk kral kelimesinden işkillenir ama mesleğini de icradan geri durmaz ve;
-Aman efendim, kral olan sizsiniz, patlıcanın adı mı olur? Haklısınız efendim, kızartma da güzeldir.
Yüce kralımız bademcan aşkıyla kendinden geçer ve:
-İmambayıldıya da bayılırım haa!
Dalkavuk bu, uyanık kalır mı?
-Sormayın, ben de bayılırım kralım!
Zamane âşıkları gibi bizim kralın da patlıcan aşkı gün gelir söner ve başlar patlıcanı kötülemeye:
-Şu patlıcan mıdır nedir kızartması yok mu, midemi allak bullak ediyor.
Dalkavuk linguistik dönüş yapmadan evvel morfolojik dönüşüm yaparak külahını ters çevirir ve:
-Aman kralım canım, yemeyin gitsin efendim, kızartma da yemek mi?
Kralımız nefret etmeye başladı ya devamı gelir:
-İmambayıldı da yağından yenmiyor. Ne o yağ öyle, bir daha yemeyeceğim.
Dalkavuk:
-Haklısınız kralım, içim bayılıyor aman!
-Patlıcan kebap, patlıcan tava, patlıcan oturtma, karnıyarık, alinazik bütün patlıcan yemekleri ile ilgili olumsuz eleştiride bulununca Dalkavuk;
-Aman efendim, bunlar sizin o güzel boğazınıza layık yemekler mi?
-Kralım yemeyin zaten o yoksul yemeği, sizin şikeminize nasıl layık olabilir?
-Patlıcan oturtmanın isminde bile meymenet yok! Sakın midenize oturmasın!
-Karnıyarık oturtmadan beter efendim!
-Alinazik sinsidir kralım aman nazik midenizi incitmesin!
-Hünkârbeğendi mi, efendim beğenecek başka yemek mi kalmadı!
-Musakka mı? Aman kralım ne hayrını gördünüz ki, düşman sofrasına!
-Kralım bu insanlarda damak zevki diye bir şey yok! En iyisi majesteleri patlıcanın yetiştirilmesini yasaklamalı… (Daha modern devlet ve modern hukuk oluşturulmadığı için Dalkavuğun aklına Patlıcan Terör Örgütü üyeliği gelmemekte, yoksa Kralın aklına sokmak için kırk takla daha atardı…)
Az güzelim patlıcana karşı bu kötüleme seansı devam edip giderken sarayın aşçıbaşısı da olup biteni hayretle izler. Zaman modern dönemin hemen arifesidir. Meslek etiği icat olmak üzeredir. Aşçıbaşı hem örnek teşkil etsin diye hem de yemeklerinin esas oğlanı, karayağız patlıcan delikanlısını savunma refleksiyle Dalkavuğa döner:
-Yahu sen ne biçim bir varlıksın? Dün patlıcanı yere göğe sığdıramıyordun, bugün ise yerden yere vuruyorsun. Patlıcandan ne istiyorsun böyle?
Dalkavuk karakterine uygun davranışın insanlar tarafından fark edilmesinin verdiği ontolojik güvenduygusuyla:
-Bana bak aşçı kardeş! Ben patlıcanın değil, kralın dalkavuğuyum.
Memleketin manzara-yı umumiyesi cenah-ı siyasinin civarı efradı açısından vaziyet aynen yukarıda zikredilen durum gibidir. Kiminle neyi konuşacağız? Kime neyi anlatacağız? Şaka gibi gerçekten! Dindar ya da muhafazakâr insanların iktidarında troller, troliçeler tarafından sırf bazı haksızlıklara, çelişkilere, yanlışlıklara dikkat çekiyorlar diye İslami Hareketin mensupları, İslami kimlik ve mücadele sistematik saldırıya uğruyor. Bir hiç olduklarını kiralık ve dahi küçük beyinlerinin bir köşesine yerleştirmeyi unutan dalkavuklar “oğlum bak git!” nidasına muhatap olmaya çalışıyorlar. Bakanının, milletvekilinin, parti teşkilatının, tabanınınsevmediği hatta nefret ettiği bu troliçe, trol diye isimlendirilen asalak familyası tehdit, şantaj, baskı, iftira, yalan ile susturmaya çalıştıkları kişi ve gruplar gibi zannediyorlar İslami Hareketi! Heeeyyyheyyy! Nerden nereye! Bay Kemal eskiden bunlar var mıydı?
Bir bölgedeki siyasal kültürün yapısının, işleyiş biçiminin, kodlarının, düşünme biçiminin ve pratiğinin belli bir bilinç ve amel düzeyine ulaşmış Müslüman kişileri kuşatması esaslı bir problem olarak karşımızda durmakta. Başta Erdoğan olmak üzere birçok kişi yaşadığımız coğrafyadaki cahili sistemin yapısında bazı değişmeler yapmakla birlikte esaslı bazı olumsuz etkilenmeler de yaşamakta. Ve bu durum en genel anlamda yukarıdan aşağıya dindar camiada etkisini göstermekte. Bizatihi iktidarın ve tutkusunun ayartıcılığıyla kimliği heba edecek hukuksuzlara, haksızlıklara sessiz kalma ya da meşrulaştırma tavrı bunun tipik yansımalarından. Ya da iktidara gelme ile cahili sistemi topyekûn benimsemeyi birbirine karıştırarak ucuz, basit bir ideolojik, kimliksel tavırla tipik milliyetçi düşük insanlar gibi söylemlerde bulunulabiliyor.
Dalkavuklar meselesi de bu coğrafyadaki siyasal kültürün önemli göstergelerindendir. Siyasal liderliğin iktidarın oluşumu, tahkimi ve kültüründe önemli bir enstrüman olarak kullandığı dalkavukluk aynı zamanda bütün bir toplumun nasıl davranması gerektiğini işaretlemekte. Nitekim bugün ‘Cumhuriyet’in ilan edilişinin yıldönümünde cahili sistemin kurucusunun ‘meşhur sofralarındaki’ vakaları hatırlatmak bile başlı başına önemli bir vesikadır. Yine bu kültürün oluşumunda katkısı olan Süleyman Demirel’in bakış açısını da hatırlatmadan geçemeyiz. Efendim, Demirel’in ‘Barajlar Kralı’ olduğu dönemler... Bir gün partiye, sesi fazla çıkan muhalif bir siyasetçiyi transfer eder. Herkes şok içerisindedir. Demirel’e giderler: “Beyefendi bu kişi sürekli olarak size ve Nazmiye hanıma ağza alınmayacak şeyler söylüyordu, sürekli hakaret ediyordu. Nasıl olur da bunu partiye alırsınız?” derler. Demirel de gerdanını hafiften kırıp Don Corloane’ye selam çakarak: “Değerli arkadaşlar! Bu kişi orada durup buraya havlayacağına, burada durup oraya havlasın!” der. Memleketin siyasal kültür kalitesi burada resmedilmekte. Kimse iftira atmayan, yalan söylemeyen, haksızlık yapmayan, çalıp çırpmayan bir vasat ve siyasetçinin kavgasını vermiyor. Bu konuda sıfır tolerans için mücadele etmiyor. Benim tarafımda ve benim yanımda olsun da ne olursa olsun!
İktidar Adanmışlığı Satın Alamaz!
Türkiye’deki siyasal kültürün işleyişini bilen adanmış bir Müslüman, İslami Hareketin bir mensubu bu kimliksel ve ahlaki tutumunun gereği olarak makam, mevkilerin dışında kalırken, büyük fedakârlıklarla inşa edilen kardeşlik ağlarını da bu kirli düzenden uzak tutmaya dikkat etmiştir. Bunun bilinçli ve iradi bir tavır olduğunu anlayamayacak dalkavukların töhmeti, iftirası bizim için nişandır. Sokrat’ın idama giderken ki hanımına haklı çıkışı gibi. Ne yani bu troliçe ve trol rezillerinin bizim için söylediği şeyler doğru mu olsaydı? Bile bile yalan söyleyen, zulmeden, haksızlık yapan, iftira atan, dün katil dediklerine yaşa varol diyen, insanların malına çöken, hak etmedikleri halde kifayetsiz muhteris halleri ile birbirlerinin arkasından kuyu kazarak bir yerlere gelen, ellerindeki imkânlar kaybolacak korkusuyla psikolojileri altüst olan bu zavallı güruh sadece ve sadece “Allah’a çağıran, salih amelde bulunan ve gerçekten ben Müslümanlardanım diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?” ilahi buyruğunu yaşamlaştırmaya çalışan Müslümanlar için olumlu şeyler mi söyleseydi?
Bu arada yazının başında anlattığımız kıssadaki aşçıbaşının durumunu merak edenler olabilir. Efendim malum patlıcanın yasadışı ilan edilmesinden sonra alternatif olarak bir ara balığı dener. Aşçıbaşı balık almak için çarşıya iner. Balık tezgâhının başında iki kişinin balığın erkeğiyle dişisinin nasıl ayırt edileceği üzerine tartışmasına şahit olur. Adamlar usta bir bilirkişi görmüş gibi “Sarayın aşçıbaşına soralım. Bilse bilse o bilir.” der. Ve nihayet ona sorarlar. O da “İnanın ben de bilmiyorum. Lakin saraya gidince majestelerine sorarım.” der. Adamlar tabi şaşkın! “İlginç, kralımız bu konuda da mı uzman?” diye sorarlar. Aşçıbaşı gayet sakin bir şekilde; “Yooo hayır! Uzman değil de onun dediği dediktir. O ne derse o olur.” cevabını verir.
Sözü eğip bükmeye gerek yok. İktidar partisinin ideoloji-kimlik, hukuk, idare, ekonomi alanındaki uygulamalarından dolayı toplumda özellikle de dindar camiada genel bir rahatsızlık söz konusu. Bunu toplumun birçok ünitesinde görmek mümkün. İki yıl sonra gerçekleştirilecek seçimlerin önemi ise ortada. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu mevcut işleyişin oluşturucusu olmakla esas sorumlu konumunda olmakla birlikte paradoksal olarak bu olumsuz işleyişi düzeltmek zorunda olan da öncelikle kendisi. ‘Dalkavuk oligarşisinin’ ortaya çıkardığı sistem bu olumsuz gidişi hızlandırmaktan başka bir işe yaramıyor. Cumhurbaşkanına belirlenenler dışında soru sormayı düşünemeyecek kifayetsizleri görmeye insanların midesi artık kaldırmıyor. Bizden söylemesi…