Evet, hepimiz bıktık usandık gün aşırı gelen bu şoklardan, krizlerden, çalkantılardan... Yıllarca siyasette yaprak kıpırdamayan Kuzey Avrupa ülkelerine imreniyoruz.
Ahh, biz de bir bakanın bir yolsuzluğunun ya da bir seks skandalının "yılın olayı" olduğu o ülkeler gibi olabilsek, diyoruz. Tek istediğimiz huzur, güven, istikrar içinde kendi işimize bakmak. Ama olmuyor bir türlü; rejim savaşları, çeteler, muhtıralar, darbeler, siyasi cinayetler, krizler, tepemizin üstünde dönen koca bir hortum gibi, kendi küçük özel hayatlarımızla birlikte hepimizi çekip içine alıyor. Doğru, hepimiz artık isyan halindeyiz.
Ama unutmayalım ki, olumlu bir yanı da var yaşadığımız bütün bu altüst oluşların. İstikrarsızlık yaşıyoruz, çünkü eski istikrar bozulmadan, farklı bir düzeyde yeni bir istikrar kurmak mümkün olmuyor. Ve biz artık eski "istikrarı" istemiyoruz. Üstelik bu değişimi hızlı gerçekleştirmek zorundayız. Çünkü geç başlamışız ve treni kaçırmamak için, gelişmiş dünyayla uygun adım gidebilmek için acele etmemiz şart.
O yüzden de, yetmiş-seksen yıldır biriken reformları son yirmi yılda yapmaya çalışıyoruz ve doğal olarak habire çalkalanıyoruz. Yarın öbür gün Anayasa Mahkemesi Ak Parti'nin kapatma davasını reddetti ve bu krizi atlattık diyelim. Rahat edeceğimizi mi sanıyorsunuz? Hayal kurmayın. Ya hemen ardından hükümet Kürt sorununda radikal bir siyasi atak yaparsa ne olacak?
Birileri vatan elden gidiyor, diye birilerini kışkırtmayacak mı? O birileri de ellerindeki bütün imkanlarla, basın, STK, yargı, Allah ne verdiyse, yeni bir saldırıya kalkışmayacak mı? Ya Ergenekon davası çok rahatsız edici yerlere doğru uzanıyor gibi olursa? Besbelli ki, yine hep birlikte çalkalanacağız, hem de öyle böyle bir çalkantı olmayacak bu. Şu anda rafa kalkan sivil anaya çalışmaları yeniden canlanırsa; 27 Mayıs Anayasası ile kurulan bürokrasi iktidarını kaldırılma yönünde değişiklikler gündeme gelirse, işte asıl kıyamet o zaman kopacak.
Hükümet doğru dürüst bir yerel yönetim reformu yapmaya, devlet personel rejimini değiştirip, tasarlandığı gibi 500 bin kişilik bir "çekirdek memur kitlesi" dışındakileri devlet memuru statüsünden çıkarmaya kalkışırsa, bürokratik iktidar "mevzilerini korumak için" canını dişine takıp direnmeyecek mi? Kıbrıs'ta görüşmeler yeniden başlar ve şimdiye kadar AB üyeliğinin önündeki en önemli engel olan "Kıbrıs sorunu" çözülme yoluna girerse, AB karşıtları'nın elleri armut mu toplayacak? Kısacası daha çok çalkantı yaşayacağız; çünkü daha yapılması gereken çok iş var. Ne var ki, atlattığımız her "kriz"le birlikte aşılanıyoruz; bağışıklık sistemimiz güçleniyor; provokasyonlara karşı daha bir kül yutmaz hale geliyoruz.
Bu süreç ilerleyecek; ama sancılı, ama sancısız... Değişim politikaları halkın büyük kesiminin desteğini alıyor. Devletin bir kesimi de gördü değişim ihtiyacını ama henüz direnen büyük bir kesim var. Sancının azalması büyük ölçüde, devletin içinde daha geniş bir kesimin değişimin kaçınılmazlığını görmesine bağlı. Değişimin gerekliliği ve kaçınılmazlığı, devletin geniş kesimleri tarafından ne kadar çabuk kabul edilir ve içselleştirilirse acılarımız o kadar çabuk son bulacak. O zaman farklı bir düzeyde; yeni bir istikrar kurulacak. Biz de herkes gibi normal bir hayata kavuşacağız.
Bugün gazetesi