Dağın ardına bakma hikâyesi

Bejan Matur

'Dağın ardına bakmak' yazı dizisinin aldığı en önemli tepkilerden biri, dizinin yapılma sürecinin okura yeterince aktarılamamış olduğuydu.

Fiziki zorluklarından çok, duygusal zorlukları olan bu projeye karar verdiğimde çevremdeki pek çok kişi karşı çıktı. Görüşmelerin nasıl yapılacağı bir yana, nasıl aktarılacağı ve en önemlisi nasıl anlaşılacağı kaygısı taşıyorlardı ve samimiyetle engel olmaya çalıştılar. Onlara göre zaten üzeri örtülmüş ve ısrarla da örtülmeye çalışılan bu hikâyelerin karanlıkta kalmasında hiçbir mahzur yoktu. Gerçeğin peşinde olmaktan kim ne fayda görmüştü? Çoğu kabuk bağlamış bu yaralara bakmayı denemek, hiç kimseye akıl kârı görünmüyordu. Masa başından yapılamayacağına göre ciddi fiziki zorlukları vardı. Ama bana asıl zor gelen kısmı, fiziki engellerden çok karşımda bulduğum ideolojik kamplaşma oldu.

Öncelikle Zaman Gazetesi'nde bu projeyi gerçekleştirmenin hesabını vermem gerekti pek çok kimseye! O bilinen cümleyle 'Zaman Gazetesi ne yapmak istiyordu? Kime hizmet edecekti bu çalışma?' Sonra, 'Neden Zaman'a yazıyordum?' Tahmin edeceğiniz bütün klişelerle mücadele etmek, yeterince gücümü tüketse de Kürt inadım her zamanki gibi imdadıma yetişti. Özellikle Avrupa'da yaptığım bazı görüşmelerde dünyaya sadece içinde bulunduğu ideolojiden bakan bazı kimseler gölge etmek niyetiyle yaklaştılarsa da bana kalbini açan, hikâyesini paylaşan insanlarla kurduğumuz dil o engeli aşmamızı mümkün kıldı. Hiçbir ideolojiye yaslanmadan sadece insanı ve onun hikâyesini konuşmak istiyordum ve sorduğum bütün sorular karşımdakini kendi hakikatine götürmek amaçlı oldu. Konuşanlardan elbette klişelerle kendini ifade eden, bilinen politik argümanlarla yaşadıklarını açıklamaya çalışanlar oldu. Ama her defasında daha derine, aklın değil, ruhun alanına, kalbin yaşadığına götürmek istedim karşımdakini. Dağda geçirdiği yılları bir kahramanlık hikâyesi gibi anlatmaya ve belki de bütün bu yıllar boyunca buna inanmış pek çoğunu o kahraman olma ihtiyacının gerisindeki ruh haline bakmaya zorladım. Çünkü hakikat orasıydı. Kahraman olursunuz ya da olmazsınız.

Zaman okurunun kanıtladığı...

Benim anlamak ve eğer anlayabilirsem okura aktarmak istediğim, insanın derin bilinçaltını biçimleyen erken yaşantıların hangi kırılmalardan geçtikten sonra nelere dönüştüğünü yansıtmaktı. Hayatta kalmış olmalarına yükledikleri anlamı dahi klişelerle yorumlamaya çalışan bazılarının yaşadıklarından, tanıklık ettiklerinden kendi hayatımıza ait, bu ülkede yaşamaya ait samimi cümleler çıkarmaya uğraştım. Ve gördüğüm, hangi insanın derin bilincine biraz yaklaşsanız, ortak bir dert karşılıyor sizi ki o da şu; anlaşılmak isteği! Evet hepimiz gibi o insanlar da anlaşılmaktan, anlaşılamamış olmaktan ve anlamamaktan yakınıyorlardı. Ne kadar hakiki bir dert bu aslında. Bu çok basit görünen; ama fazlasıyla insanî ve ontolojik olan derdin insanı nasıl dağa çıkardığını, hangi vesileyle olursa olsun bir başka değere bağlanma hissi yarattığını görmek ve göstermek büyük bir keşif oldu benim için.

Ve bir insanı anlamanın, ona değer vererek derdiyle dertlenmenin aslında o kadar da zor olmadığını, Zaman okuru bu yazı dizisine verdiği tepkiyle kanıtladı. Okurun tepkisi beni şaşırttığından daha çok ümit verdi. Yani bir insanı önyargılardan arınıp dinlemek, onun kendini ifade edişinde yaslandığı klişelere tenezzül etmeyip, ideolojisinden uzaklaştırıp derindeki hikâyesine bakmak, yuvadan anladığına bakmak, kökleriyle, memleketiyle bağına bakmak, annesinin nasıl yaşadığına bakmak, tüm bunlar bir hakikat çerçevesi oluşturmaya yetmese de önemli bir anahtar oluşturuyor insan ruhu için. Ve ben her durumda gerçeği aramanın anahtarının vicdan olduğunu, mutlak geçek arayışının alanının insan ruhu olduğunu tekrarlıyorum. O anahtar elimizde olduğu sürece cezaevinde işkence altındayken, işkencecisine 'beni dövmekten ne anlıyorsun?' diye soran bir adamın suçunu değil, oradaki insanı görüyorsun. İşkence yapan ve işkence gören olmaktan çıkıyorlar orada çünkü. O cümleyi kurduran hâlâ kapıları kapanmayan, içinde insan çarpan bir kalp çünkü. Katılaşıp, sürgülerini çekip öfkeyle de dolabilirdi; ama o gördüğü şiddetten öfke değil, insanî bir siteme yönelmiş 'beni dövmekten ne anlıyorsun?' diyor. Böylece belki işkencecisi ile konuşmaya başlayabiliyor. Çünkü ancak oradan konuşulabilir.

Gerçek, gerçek olarak anlatıldığında

Bu çalışmayı yaparken konuştuğum her kimse, neye inanırsa inansın, onu yanlış ya da doğru olarak yargılamadan sadece anlamaya çalışarak bakmayı denedim. Ve böyle yaklaşıldığında çoğunun belki de ilk kez hikâyesini farklı anlattığını gördüm. İçlerinde bulundukları hayatın onlara kazandırdığı bir jargon elbette vardı. Ama her jargon kurulduğu alanla sınırlı. O alanın dışına çıkardığında üretilmiş jargondan başka kelimeleri icat ettiğini görüyorsun. Kendileri için dahi yeni olan bir dille ifade ettiler yaşadıklarını. Gazetede yer verdiğimiz portrelerin sahipleri sonrasında aradılar. Çoğu cesarete vurgu yaptı. Takdirle karşıladıklarını söylediler, bazıları oradaki kalbe şükran duyduklarını, memnuniyetlerini ifade ettiler. O kişilerin konu oldukları bu yazıdan memnuniyet duymaları ve teşekkür telefonları etmeleri elbette çok önemliydi; ama beni bir o kadar okurun verdiği tepki sevindirdi. Açıklıkla söylemem gerekirse bu yazı dizisi yayımlanmadan önce ciddi kaygılar taşıyordum. Nasıl karşılanacağı, düşmanlığı körükleyip körüklemeyeceği, zihinlerde zaten varolan çelişkileri büyütüp büyütmeyeceği kaygısı, işin bir aşamasında geri dönülecek kadar ciddiydi. Sadece ben değil gazete yönetimi de diziyi oldukça dikkatli sunmaya çabaladı.

Fakat neticede verilen tepkiler, gerek bana gerek gazeteye gelen mesajlar, telefonlar şunu hayretle görmemizi sağladı. İnsanlara bir gerçek, gerçek olarak anlatıldığında o herkese ulaşıyor. Yazı dizisinin meselenin muhatapları tarafından aynı biçimde karşılanması bizleri buna ikna etti. Karamsarlığa yer yoktu. Bu toprakların hamurunda üzeri örtülmüş bir insan var. Ona güvenmek zorundayız. Bu ülke batmıyorsa ondan batmıyor demek ki. Aldığım bir mesaj bir şehit yakınındandı; 'kafam karıştı' diyordu, 'Şehitlerimiz var. Ama doğruların bize yansıtıldığı gibi olmadığını görmek...' son derece içten bir üslupla teşekkür ediyordu. Ben teşekkür ediyorum. Bana hikâyesini açan herkese ve o hikâyeyi sizlerle paylaşmamda bir sakınca görmeyip destek veren gazete yönetimine ve elbette okurlara. Türkiye'nin en önemli meselesinde buralardan bakarsak belki birbirimizi anlayabiliriz diyordu bu yazı dizisi. Dağın ardına bakmayı deniyordu. Başlangıçta konuştuğu halde hikâyesinin yayımlanmasına izin vermeyen, korkan, çekinen hatta tehdit eden herkesi anlamaya çalıştım. Bu yazı dizisini okuyan herkesin, insana korkudan değil, sevgiden, vicdandan bakmanın bir gücü olduğunu ve bizi bir arada tutacaksa bu gücün tutacağını görmelerini isterdim.

Zaman Gazetesi