Bahçeli’nin 1 Ekim günü DEM Parti milletvekilleriyle tokalaşmasıyla başlayan süreç yaklaşık 5 ay sonra Öcalan’ın PKK’nin silah bırakarak kendisini feshetmesi çağrısıyla yeni bir aşamaya girdi.
Kürt ve Türklerin kardeşliğini tahkim etmeye yönelik atılan tüm adımlar, söylenen tüm sözler elbette çok değerlidir ve her türlü destek ve takdiri hak etmektedir. Ancak, gelinen nokta itibariyle özellikle Suriye’deki gelişmeler PKK’nin silah bırakması veya bırakmaması mevzusundan çok daha kritik bir mahiyet arz etmektedir. Dolayısıyla PKK’nin silah bırakma mevzusu gündeme her geldiğinde, bunun sahiciliğini test etmek için gözleri Suriye’ye, PYD’nin aldığı pozisyona çevirmek gerekiyor.
Dün kamuoyuyla paylaşılan Öcalan’ın mesajları koşulsuz şartsız bir şekilde PKK’nin silah bırakması ve akabinde kendisini feshetmesi boyutuyla hiçbir yorum ve tevile mahal bırakmayacak şekilde sarih ve açıktı. Esasında bu çağrının dört muhatabı vardı; Kandil, Avrupa, PYD ve Dem Parti. Fakat Suriye cenahından gelen açıklamalar; PYD’nin Öcalan’ın “tüm gruplar silah bırakmalı” çağrısını üzerine alınmadığını göstermektedir. Mazlum Abdi, Öcalan’ın örgüte yönelik çağrısına ilişkin, “Sayın Öcalan'ın çağrısı PKK'yeydi, PKK gerillalarınaydı. Doğrudan bizim bölgemiz için değildi.” Diyor. Abdi’nin bu açıklaması, PYD’nin hamisi konusundaki ABD’nin Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi (NSC) sözcüsü Brian Hughes’ün: “Öcalan’ın bu açıklamalarının Türk müttefiklerimizi ABD'nin Kuzeydoğu Suriye'deki IŞİD karşıtı ortakları konusunda rahatlatmaya yardımcı olacağını umuyoruz.” Mesajıyla birlikte okunduğunda; ABD ve PYD’nin Suriye’de hâlihazırdaki konumlarını terk etme niyetinde olmadıklarını göstermektedir.
Öcalan’ın ‘alt gruplar’ dediği, PKK çatısı altında kurulan İran’da PJAK, Irak’ta PÇDK, Suriye’de PYD, YDG-H, TAK, KCK, YPG, YPJ değil midir?
Görünen o ki Mazlum Abdi ve ABD, PKK&PYD ilişkisini: “DAİŞ saldırıları sonrasında yardıma gelen takviye güç” şeklinde bir senaryo üzerine bina ederek bunu herkese kabul ettirmek istiyor.
Dağ fare mi doğurdu?
Açıkça bu cümleyi kurmak için henüz erken olduğunu düşünmekle birlikte sürece dair ihtiyatlı olmak gerektiğini belirtmek isterim. Hatırlayınız, bir önceki çözüm süreci PKK’nin PYD üzerinden Suriye’de elde ettiği kazanımları korumak istemesi sebebiyle akamete uğramıştı. PKK’nin Suriye’de elde ettiği bu kazanımlar, feshetmeyi gündemine aldığı kurumsal yapısı ve diğer alt bileşenleri dâhil tümünden daha değerli hale gelmiş. Dolayısıyla PYD silah bırakıp Suriye’nin üniter yapısı içerisinde çözüm arama yoluna gitmediği müddetçe zaten Türkiye içerisinde eylem yapma kapasitesi büyük oranda örselenmiş ve Kandil’e sıkışmış bir PKK’nin silah bırakmasının çok fazla bir anlamı olmayacaktır.
Bir önceki çözüm sürecinden gerekli dersleri çıkarması gereken devlet aklının, PKK ve diğer bileşenlerinin silah bırakmaya hazır oldukların görerek ve PYD konusunda gerekli taahhütleri alarak süreci başlatmış olduğunu düşünüyordum. Ancak, PYD ve ABD cephesinden gelen mesajlar maalesef pek umut verici değil. ABD ve İsrail'in desteğiyle, PYD'nin belirli bir bölgede kendi silahlı gücünü ve özerk yönetim yapısını sürdürmesi, Suriye'nin üniter yapısını ve toprak bütünlüğünü tehdit edeceği gibi bu durum, yalnızca Suriye ile sınırlı kalmayıp, başta Türkiye olmak üzere tüm bölge ülkelerini ABD ve İsrail'in tehditleriyle karşı karşıya getirecektir. Takdir edersiniz ki, böyle bir durum, Türkiye için PKK'nin mevcut kapasitesinden çok daha büyük bir tehdittir.
PKK’nin ABD şemsiyesi altında özerk bir alanı muhafaza etme ısrarı, esasında Öcalan’ın mesajında ifade ettiği: “Kürt-Türk ilişkileri; 1000 yılı aşan tarihler boyunca Türkler ve Kürtler, varlıklarını sürdürmek ve hegemonik güçlere karşı ayakta kalmak için gönüllülük yönü ağır basan, hep bir ittifak içinde kalmayı zorunlu görmüşlerdir. Kapitalist modernitenin son 200 yılı, bu ittifakı parçalamayı esas gaye edinmiştir.” Şeklindeki mesajın ruhuyla da çelişmektedir.
PYD’nin Suriye sahasındaki aktörlerle kurduğu ilişki biçimi, önümüzdeki süreçte nasıl bir siyaset yürütmek istediğine dair de önemli ipuçları barındırmaktadır. Öcalan'ın mesajının içeriği, halklar arasında barış ve kardeşlik temellerinin atılmasına olanak sağlasa da, bu temellerin sağlamlaşması için PYD'nin daha yapıcı ve uzlaşmacı bir tutum takınması gerekmektedir. Dolayısıyla PYD'nin silah bırakmaya ve Suriye'nin üniter yapısına saygı göstermeye yönelik bir tavır takınmaması, sadece bölgesel istikrarsızlık yaratmakla kalmaz, aynı zamanda Türk-Kürt ilişkilerini daha da karmaşık bir hale getirebilir.
Sonuç olarak, PYD ve ABD'nin tutumları, Türkiye'nin bu süreçte nasıl bir politika izleyeceği konusunda belirleyici olacaktır. Bu noktada, çözüm sürecinin yalnızca iç güvenlik sorunlarından ibaret olmadığı, bölgesel ve uluslararası denklemlerle de doğrudan ilişkili olduğu unutulmamalıdır. Türkiye, hem içeriye dönük hem de dışarıya karşı atacağı adımlarda büyük bir dikkat ve strateji gerektiren yeni bir döneme girmiştir.