HAKSÖZ-HABER
Türkiye ve dünyada Müslümanların lehine olacak yönde ne gelişme varsa bunun karşısında durmayı kendisine misyon bilen Cumhuriyet’te bugün yayınlanan bir köşe yazısı her ne kadar gazetenin genel yayın politikalarıyla çelişiyor ve tekil bir örneği yansıtıyor olsa da insaf ve vicdan mefhumlarının halen tamamen tedavülden kalkmadığını göstermesi açısından sevindirici.
Mine Söğüt’ün kaleme aldığı yazıda sol-ulusalcıların Suriyeli muhacirlere vatandaşlık verilmesi gündemi karşısında takındıkları ırkçı-faşizan tutum eleştiriliyor.
“İçindeki Faşiste Sarıl, Sana İnsanı Anlatır” başlıklı yazısında aslında kendisinin de bir parçası olduğu sol-ulusalcı cenahın Suriyeli muhacirlere vatandaşlık verilmesiyle ilgili edindiği ırkçı-faşizan tutumunu eleştiren Mine Söğüt, “Herkesin içinde küçük bir faşist pusuda yatıyor; ortamını buldu mu kendini ortaya atıyor… Kapana sıkışıyorlar. O güne kadar bildikleri, savundukları tüm değerleri bir anda unutuyorlar.” diyor.
Söğüt her ne kadar “Bakmayın siz; aslında bizim çocuklar böyle değildir ama Saray’a olan haklı düşmanlıkları onları bu hale getirdi. İster istemez Saray onayıyla gelişen her gelişmeye tepki gösteriyorlar. Ama aslında açın susuzun, mültecinin savaş mağdurunun halinden anlamayacak kadar vicdandan yoksun değiller. Hatta bırakın mültecileri, sokak kedilerine karşı bile merhamet doludur onlar!” gibi laflarla sol-ulusalcıları cici göstermeye çalışsa da işin aslının böyle olmadığını, bu cenahın hiç de öyle cici olmadığını, vicdan aynasında çuvallamanın münferit bir durum değil aksine genel halleri olduğunu biliyoruz. İşte Türkiye’de namazlı niyazlı insanların ağırlıkta olduğu iktidarlara karşı tahammülsüzlükleri, ülke halkının ve bilhassa Müslümanların lehine olan en ufak bir gelişmeyi bile içlerine sindirmemeleri, Suriye’de eli binlerce masumun kanına bulaşmış zalim bir diktatöre olan muhabbetleri ve daha birçok örnek Mine Söğüt’ün cici göstermeye çalıştığı o sol-ulusalcıların gerçek yüzünü ortaya koyuyor.
Yine de biz Söğüt’ün Cumhuriyet gibi İslam ve Müslüman düşmanı, Esed muhibbi bir gazetede yazdığı bu yazıyı olumlu bir gelişme addediyor, sol-ulusalcı cephede halen vicdanlı insanların olabileceğinin cılız da olsa bir örneği olarak çoğalmasını umuyoruz.
* * * * *
Söğüt’ün yazısından bir bölüm şöyle:
“…Mültecilere neden vatandaşlık verilmemesi gerektiğine dair ardı ardına yığınla gerekçe sıralayan...
Üstelik aslen son derece de vicdanlı olan yığınla insan...
Şu anda bu topraklarda yaşayan, çalışan, dilenen, sevişen, kumsallarda şarkılar söyleyen, ara sokaklarda ölen, kuytularda can çekişen, kendi mafyasını kuran, çocuklarını satan, kadınlarını pazarlayan, izbe atölyelerde kaçak işçi olarak çalışan, buradan daha da batıya kaçmak uğruna hayatını tehlikeye atan, terk ettiği evinin özlemiyle yanan, savaşın dezavantajlarını kurnazca avantaja çevirmeye uğraşan, kaşı kadar gözü de kara olan yığınla Suriyeli insandan düpedüz nefret ediyor.
Bu toprakları karıştırmasınlar, iktidarın ekmeğine yağ sürmesinler, kendi ekmeklerine ortak olmasınlar...
Gitsinler, ülkelerine dönsünler, ne halleri varsa orda görsünler istiyor.
Oysa onlar normal zamanlarda hayvanları çok severler, çocuklara kıyamazlar, ceplerindeki tüm bozuklukları kibarca sokak müzisyeninin önüne bırakırlar, kâğıt mendil satan çocuklardan hiç ihtiyaçları yokken mendil satın alırlar, mahallelerindeki deliye içtenlikle sahip çıkarlar, yaralı sokak hayvanlarını veterinerlere taşırlar, dilenen küçük çocukları tek tek kucaklayıp sıcak bir yatağa yatıramamanın acısını kalplerinde duyarlar, kendilerinden zor durumda olan, korunmaya muhtaç, ezik, itilmiş, dışlanmış, haksızlığa uğramış diğer insanlara şefkatle yaklaşırlar...
Üstelik dünyayı yaşanmaz bir hale getiren temel meselenin sınıf sorunu olduğuna, savaşların emperyalist hırslar yüzünden çıktığına ve sonuçlarından her koşulda masum insanların etkilendiğine canı gönülden inanırlar.
İşte onlar...
Şu sıralar çok zor bir sınav atlatmaktalar.
Çünkü bu sefer soru en kazık yerden.
Şefkatin düğmesini bizzat ayarlayamadıkları alanda kafaları karışıyor. Vatandaşlık hakkı nedir, mülteci statüsü ne anlama gelir, cumhurbaşkanına ne açıdan babalanmak, Suriyeliler için hangi noktada, ülke için hangi noktada karalar bağlamak gerekir...
Bu soruları es geçiyor ve sanki homojen bir sorunmuş gibi mülteci meselesini hoyratça yerden yere vuruyorlar.
Herkesin içinde küçük bir faşist pusuda yatıyor; ortamını buldu mu kendini ortaya atıyor.
Sıkıştılar mı ortaya attıkları “Bir yere kadar” diye bir sınır var.
Kendilerinden daha zor durumda olanlara “Bir yere kadar” yardım ediyorlar.
Suriyeli bir aile... Sabahları kahvaltı ettikleri, akşamları da rakı masası kurdukları mütevazı balkonlarının tam karşısına çöreklendiğinde...
Onlar yokmuş gibi yaşamaları mümkün değil; yutkunarak kendilerine bakan bu insanları yok sayamıyorlar; onları oradan kovamıyorlar da ama onları sofralarına davet edip, salona bir misafir yatağı açmaları, çocuklarını kendininkilerle birlikte okula yazdırmaları da mümkün değil.
Kapana sıkışıyorlar. O güne kadar bildikleri, savundukları tüm değerleri bir anda unutuyorlar.
Yanıyorlar.
Alev alev yanıyorlar.
Akıl almaz bahaneleri ardı ardına sıralayıp Suriyelilere nereye kadar acımamak, nereden sonra acımamak gerektiğine dair sağlam gerekçeler yaratıyorlar.
Savaş işte budur.
Sadece çıktığı yeri mahvetmez; uzaklardaki balkonları, masaları, yatak odalarını, salıncakları, deniz kenarlarını, parkları ve huzurlu günlere ait daha başka ne varsa, kafanızın içinde ne kadar akıl kaldıysa hepsini yıkar geçer.
Yıllarca nelerden nelerden koruyup kolladığınız vicdanınızı, savunduğunuz ideolojileri, inandığınız değerleri size yedirir.
Hümanist felsefeniz, sosyalist ideolojileriniz, halkçı hassasiyetleriniz...
Hepsi bir anda çöpü boylar.
Savaş sizi kupkuru bir kalple vahşi gerçeklerin ortasında çırılçıplak bırakır.
Tam orada, artık hiç tekin olmayan o noktada kendinize haklılığınızdan bir çadır kurar; kafanızı o çadıra sokar ve içimizdeki faşiste sarılıp yeni bir hayat yaşamaya başlarsınız.
Bu dünyada kimse başkasının acısından ölmez, insan ancak kendi acısından ölür.
Ütopyalardaki cennetin ucu ancak başkasının acısından ölündüğü zaman görünür.”