Cumhuriyet'in reddimiras mantığıyla inşa ettiği şehirler...

Aydın Ünal, deprem üzerine düşünmenin biraz da tarih hakkında fikir yürütmekle mümkün olduğunu belirtiyor.

Aydın Ünal / Yeni Şafak

Temel çürük

6 Şubat depremi, Türkiye’nin felsefecilere, sanatçılara, ilahiyatçılara, özgür bir düşünce ve tartışma ortamına ne kadar büyük ihtiyacının olduğunu tekrar gözler önüne serdi.

“Ne alakası var?” dediğinize eminim. İzah etmeye çalışayım…

17 Ağustos 1999 depreminden sonra olduğu gibi 6 Şubat depreminden sonra da ülke olarak müteahhitleri, binaları, betonu, çimentoyu, demiri, inşaatı konuşuyoruz. Bunları elbette konuşacağız; ancak bunları konuşurken meselenin esasını, temelini ıskaladığımız da bir gerçek.

Her fırsatta ecdadımızla, şanlı tarihimizle, kurduğumuz medeniyetlerle iftihar ediyoruz. O kadim medeniyet içinde ecdadımızın yaşanabilir, estetik, huzurlu, güvenli şehirler kurduğunu da biliyor, o muhteşem şehirlerle de övünüyoruz.

İstanbul’da, Bursa’da, Konya’da, Mardin’de, Kastamonu’da, Ankara’da ve daha birçok il ve ilçemizde Osmanlı-Selçuklu dönemlerine ait şehir örnekleri muhafaza ediliyor. Yenilenmiş bu şehir kalıntılarını turist edasıyla gezerken muhteşem bir ecdadın torunları, muhteşem bir tarih ve medeniyetin mensupları olduğumuz için böbürleniyoruz. Taşa, kerpice, ahşaba, avlulara, hayatlara, sofalara, seyvanlara, çardaklara, küpeştelere, sedirlere övgüler düzüyoruz. Arnavut kaldırımları, minareleri, avluları, cıvıl cıvıl sokakları, bahçeleri, saksıları, çiçekleri, şehirdeki ahenk, huzur, güvenlik, estetik ve her köşeden fışkıran hayatı anlatan edebi eserlerle mest oluyoruz. Şehirdeki ve yapılardaki tevazu ile sadeliğe hayranlık duyuyoruz.

Eskiyi bugüne taşımak mümkün değil…

İyi de, aradaki fark bu kadar mı olmalı? Örneğin Safranbolu’nun yanı başında, sıfırdan, son 70-80 yılda inşa edilmiş Karabük şehir planının bir izahı var mı? Safranbolu’yu imar edenlerle Karabük’ü imar edenlerin aynı medeniyetin mensupları ya da mirasçıları olduğunu kime anlatabilirsiniz ki?

Hemen her ilimiz eski şehirlerin, özellikle de merkezdeki ulu cami ve çarşıların etrafında büyüdü. Bugün şehirlerimize şöyle tepeden baktığınızda, o eski şehirlerden, o çekirdekten ilham aldıklarını iddia edebilir misiniz? Bursa’nın, İstanbul’un, Konya’nın bugünkü hallerinin her hangi bir medeniyet tasavvuruna, her hangi bir felsefeye dayandığını söyleyebilir misiniz?

Tekrar altını çizelim: Eskinin şehir planını da, yapı modelini de bugüne taşıyamazsınız. Kabul.

Ancak eskinin şehri sadece taş, toprak ve ahşaptan ibaret değildi; o şehir ve içindeki yapılarda bir ruh, ahlak, felsefe, yüksek idrak, bugün ve gelecek tasavvuru vardı. Hacı Bayram Veli’nin deyişiyle, taş işlenirken insan da işleniyordu. İnsan şehri, şehir de insanı inşa ediyordu.

Ya bugünün şehri? Bugünün şehri de sadece betondan, sadece demir ve çimentodan ibaret değil; maalesef harcın içinde bolca hırs, açgözlülük, rant, yağma, hırsızlık, adaletsizlik ve ahlaksızlık var.

Son bir asırdır şehirlerimizi inşa ederken bırakınız medeniyet mirasını tevarüs etmeyi, her hangi bir düşünce ya da felsefeyi bile takip etmiyoruz. Diyelim ki Cumhuriyet reddimiras yaptı; iyi de, yeni şehirlerin en azından bir düşünce kırıntısı üzerine inşa edilmesi mümkün olamaz mıydı? Bugünün her hangi bir ilinde, ilçesinde, mimarinin üzerine oturduğu bir düşünce temelinden bahsedilebilir mi?

Nüfusun hızlı artmasının, yoksulluğun ve acil konut ihtiyacının bu çirkinliğe ve kalitesizliğe bahane olabileceğine de asla inanmıyorum.

İşte bugün, 50 binden fazla insanımızı kaybettiğimiz depremin ardından asıl konuşmamız gereken budur. Müteahhitlerden, beton kalitesinden, çimento ve demirden ziyade, kentleşme anlayışımızı masaya yatırmamız elzemdir.

Ve işte onun için, Türkiye’nin bugün ihtiyacı olan, iyi mimarlardan, iyi mühendislerden hatta dürüst siyasetçilerden ziyade; iyi felsefeciler, iyi kelamcılar, iyi ilahiyatçılar, yerli sanatçılar ve onların özgürce düşünüp özgürce tartışabilecekleri, özgürce eser verebilecekleri sağlam bir zemindir.

Hırsın, açgözlülüğün, hırsızlığın, kısa yoldan köşe dönme sevdasının, rantın, yani ruhsuzluğun, ahlaksızlığın ve adaletsizliğin önüne geçecek olanlar, hiç ama hiç kuşkusuz, bu topraklardan gıdasını alıp özgün fikirler üretecek düşünürler ve sanatçılardır.

Depremde binalarımız sadece kolonları ve temelleri çürük olduğu için değil, ahlak, adalet ve idrak temelimiz çürüdüğü için çöktü.

Eğer ahlak, adalet ve idrak temelimizi bir an önce sağlamlaştıramazsak, Allah muhafaza, daha nice yıkımlar yaşayacak, nice acı kayıplara şahit olacağız. İşte onun için Türkiye’nin doktorlardan, mühendislerden, mimarlardan daha çok felsefecilere, sanatçılara ve ilahiyatçılara ihtiyacı var.

Üstelik bu ihtiyaç sadece şehirlerimiz, binalarımız için değil, geleceğe ilişkin her sorumuzun cevaplanması için de gerekli. Türkiye 150 yıldır istikametini arıyor ve hala bulamadı. İstikametini bulamadan ülkenin ve milletin gideceği bir yer olamaz.

Yorum Analiz Haberleri

Meğer ne büyük sapmaymış!
Kemalizmin şapka zulmünden dolayı bombalanan şehir: Rize
Allah'ın rahmeti olan aklımızı gerektiği gibi kullanalım
Magazinleşen Yenidoğan Çetesi ve unutulan bebekler
Yapay zeka çağında kontrol kimde olacak?