"Damat Ferit'in izinden gidenler"in karşısına "Mustafa Kemâl'in izinden gidenleri" yerleştirdiğiniz zaman her mesele zahmetsizce çözülüyor mu?
Saflar net. Semboller berrak. Devlet Bahçeli'nin kurduğu bu karşıtlıkta, Damat Feritçi olmayı kimsenin midesi kaldıramayacağı için bir tercihte bulunmaya bile gerek yok. Siyaset yapmanıza, herhangi bir sorunu enine boyuna tartışmanın bile anlamı kalmıyor.
Bu söylem sadece Bahçeli'ye özgü değil. 19 Mayıs günü Samsun'a ayak basıp, Millî Mücadele'yi başlatmanın, sonra da Cumhuriyet'i yeniden kurmanın telaşında olanlar çok. 19 Mayıs 1919'da başlayıp 29 Ekim 1923'te noktalanan tarih kesitine dalıp, bugün karşılaştığımız her zorluğun üstesinden gelebilir miyiz? Bizim gibi düşünmeyenleri, o günün düşmanları ile aynı safa yerleştirip siyaset yapabilir miyiz?
Bu işte bir ezber ve kolaycılık var. Murad edilenle, kullanılan semboller çakışmıyor. Sadece bütün Cumhuriyet tarihi boyunca, eğitim aracılığıyla beynimize kazınan kalıplarla düşünmüş ve politika yapmış oluyoruz. Ya gerçekler? Galiba sembollerin gerçekliği değil, tahrip gücü çok önemli.
Birincisi, Millî Mücadele halkın canını dişine takarak verdiği bir var olma, yok olma savaşı. O mücadeleyi verenlere çok şey borçluyuz. Ama... Evet koskoca bir "ama" var. Çünkü bu mücadeleyi verenlerin çoğu, 1923'ten sonra bu ülkede nefes bile alamadılar.
Ethem Bey (Çerkes Ethem) olmasaydı, bırakın Millî Mücadele'yi yürütmeyi, başlatmayı bile başaramazdık. Atatürk'ün 1927'de Nutuk'ta yerden yere vurduğu komutanlar özellikle Kâzım Karabekir olmasaydı, acaba aynı başarıyı kazanabilir miydik? Hikâyeyi aslında hepimiz biliyoruz: Millet yekvücut oldu ve müstevliler kovuldu. Sonra, bir iktidar mücadelesi başladı. Kazananlar, bugün ezberden tekrarladığımız tarihi yazdılar. "Zararı yok" diyebilirsiniz. Ama bu sahtelik, bugünümüze ve geleceğimize zarar veriyor. Bu zarar, gündelik siyaseti Millî Mücadele'nin sembolleri ile sınırlamaktan ibaret değil.
Ankara Hükümeti ve Millî Mücadele'ye karşı Damat Ferit'in yanında yer alanlar, önce 150 kişilik bir liste halinde vatan haini ilan edilerek ülkeden kovuldular. Daha sonra iktidar mücadelesini kazananlar, onları geri getirerek sadık kadrolar halinde istihdam ettiler. Tek parti döneminde devletin tepesine yerleşen ceberut bürokratlar bunların arasından çıktı. Damat Feritçileri, başka yerde değil Cumhuriyet'in bürokrat aileleri arasında aramak gerekir.
1919 Mayıs'ından 1922 Eylül'üne kadar Batı Anadolu Yunanlıların işgali altında kaldı. Maraş dışında Fransız, İtalyan ve İngiliz işgalleri anlaşmalarla sona erdi. Yunan işgalinde kalan yerlerde kurtuluş günleri tertiplemek, Cumhuriyet yönetimine başlangıçta bir anlam kazandırdı. Bir asır önce terk ettiğiniz eski bir eyaletinizin halkı gelip anavatanınızın bir kısmını işgal etse ve siz bir asırdır onları kovduğunuz günü kurtuluş günü olarak kutlamaya devam ederseniz, kendi toplumunuza özgüven kazandırabilir misiniz?
1980'lere kadar bu dar ideolojik kalıplar ve sembollerle resmen aşağılık kompleksleri içinde yaşadık. Özal, ilk defa bize kendimize güven duymayı öğretti. Bugün özgüvenin çok ötesinde, birçok şeyi başarabileceğimizi gördük. Türkiye'nin dünyanın her yerinde okulları var. Teşebbüs gücü, aslan sofrasında mutlaka dişini geçirecek piyasalar buluyor. Diplomasideki tartışmalar bile, yaptıklarımız üzerinden değil, elimizden kaçırdıklarımızla yürütülüyor.
Cumhuriyet'in kuruluş felsefesi ile, hele Millî Mücadele'nin idealleri ile kimsenin problemi olamaz. Ama artık 1919 yılında değiliz. Samsun'a çıkmaktan bahsetmek yerine neden tam karşıdaki Kırım'dan dem vurmuyoruz? Millî Mücadele'de üç beş Yunanlı ile uğraştık; bugün sesimizi yükseltmek bile dünyayı hizaya getirmeye yetiyor.
Şu sığ, kompleksli ve tarih dışı sembollerle siyaset üretmekten artık vazgeçmemiz gerekmiyor mu?
ZAMAN