Cumhuriyetin ilk siyasi partileri ve parti kapatmalar

DTP’nin kapatılması, cumhuriyet tarihinin ilk iki siyasi partisinin kurulma ve kapatılma serüvenlerini hatırlattı... Parti kapatmak suretiyle sorun çözme alışkanlığından kurtulamamış olduğumuzu görmekle dehşete düştüm.

Çok partili demokratik sisteme geçişin ilk denemesi 17 Kasım 1924 tarihinde olmuş, bu tarihte “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası” adıyla cumhuriyet tarihinin ilk muhalefet partisi kurulmuştu...

İstiklâl Savaşı’mızın önder kahramanlarından Kâzım Karabekir Paşa bu partinin Genel Başkanıydı...

Hamidiye Kahramanı ve Atatürk’ün başbakanı Hüseyin Rauf Orbay İkinci Başkanlığa, Ali Fuat Cebesoy ise genel sekreterliğe getirilmişti.

Parti tüzüğünde, yeni partinin başta dini inançlar olmak üzere, kişi hak ve özgürlüklerine taraftar olduğu belirtiliyordu. Bu kimliğiyle de Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan açık bir şekilde ayrılıyordu.

Gerek kurucular kurulundaki isimler (özellikle de Kâzım Karabekir ismi), gerekse başta din ve düşünce özgürlüğü olmak üzere tüm özgürlüklerin genişletileceği yolundaki parti programı, memleket sathında büyük bir heyecan dalgası uyandırmış, Karabekir ve ekibine büyük ümitler bağlanmıştı.

Sıcağı sıcağına Meclis’teki müzakerelere katıldılar. Hükümetten çeşitli sorunlar hakkında bilgi istediler.

Başbakan İnönü böyle şeylere alışık değildi. Sert tepki gösterdi. Tartışmalar özellikle bütçe görüşmeleri sırasında doruğa çıktı.

İnönü, bir yolunu bulup yeni partiyi kapatmaya can atarken, Doğu Anadolu’da Şeyh Sait İsyanı patlak verdi. Bu bahane ile “İstiklal Mahkemeleri” kuruldu. Ardından “Takrir-i Sükun Kanunu” çıkarılarak hükümetin eleştirilmesi yasaklandı. Bu kanun, herkesi bildiğini yutkunmak zorunda bırakıyor, hükümetin aleyhine sayılabilecek hiçbir yoruma izin vermiyordu.

Ne tesadüf! Zaten son derece kısıtlı olan özgürlüklerin tümden yok edilmesi ve muhalif tüm seslerin kesilmesi için aranan bahane, tam da ihtiyaç duyulduğu anda, Şeyh Sait İsyanı’yla hükümetin ayağına gelmişti!

İsyan anında “irtica”ya bağlandı. Ve hemen Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası mensupları hakkında “irticai faaliyet”te bulundukları iddiası ortaya atıldı (yani bu çok eski bir oyundur).

Bunun sonucu olarak da, 03 Haziran 1925 tarihinde Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatıldı. (Sadece birkaç ay yaşayabilmişti). Suçlamanın özü, daha sonra pek çok partinin kapatılmasında da kullanılacak olan bir ithamdı: “İrticayı tahrik”.

İsmet Paşa rahatlamış, derin bir soluk almıştı. Artık siyaset sahnesinde rakibi yoktu. Dilediği gibi at oynatabilirdi.

Tam bir dikensiz gül bahçesi oluşmuştu. Bu oluşum beş yıl kadar sürdü. Beş yılın sonunda yeni bir parti gündeme geldi. Bu kez Atatürk’ün yaptığı bir emrivaki ile Serbest Cumhuriyet Fırkası adıyla, Cumhuriyet tarihinin ikinci siyasi partisi kuruldu. (12 Ağustos 1930) Başına da Atatürk’ün isteği doğrultusunda yakın arkadaşlarından Londra Büyükelçimiz Fethi Okyar getirildi.

Ufukta belediye seçimleri vardı. Serbest Cumhuriyet Fırkası belediye seçimlerine katılarak kendini göstermek, bir anlamda rüştünü ispat etmek istiyordu. Kurucular, seçimi kazanacaklarına inanıyorlardı. Çünkü İstiklal Savaşı biteli sekiz yılı aşmasına rağmen İsmet İnönü iktidarı halkı biraz olsun rahatlatamamış, dertlerine deva olamamıştı. Halkın memnuniyetsizliği sandığa yansıyacak ve belediye seçimleri yeni partinin zaferiyle sonuçlanacaktı.

Ne var ki, kafasında kuyrukları bir birlerine değmeyen kırk tilki dolaştığı söylenen İsmet Paşa da yaklaşan tehdit ve tehlikenin farkındaydı. Tehlikeyi bertaraf etmek için başarılı olmaya çalışacağına, muhalefetin kitleleri harekete geçirmesiyle oluşacak havayı kullanarak muhalefeti bertaraf etme kararlılığı içinde fırsat bekliyordu. Beklediği fırsat, SCF Genel Başkanı Fethi Bey’in İzmir gezisi ile ortaya çıktı. İnönü’ye bu geziye ilişkin olarak gelen raporlar, İzmir halkının çok büyük bir heyecan ve coşku içinde Fethi Bey’i karşılamaya hazırlandığı biçimindeydi. Hemen tedbir aldı: Fethi Bey konuşturulmayacaktı. Bu talimatı alan yerel yöneticiler, olaylar çıkması ihtimalinden söz ederek Fethi Bey’e mitingden vazgeçmesini tavsiye ettiler. Fethi Bey durumu Atatürk’e iletmek için telgraf çekmek istediyse de telgrafını kabul edecek postahane bulamadı...

Çaresiz kalan Fethi Bey, telgrafını İzmir dışından Atatürk’e ulaştırmayı başardı. Atatürk, birer suretlerini, gereğini yapmaları için Başbakan’a, İçişleri Bakanı’na ve İzmir Valisi’ne gönderdiğini söylediği cevabi telgrafında özetle şöyle diyordu: “Fethi Bey, sen behemahal (mutlaka) nutkunu söyleyeceksin. Ve tesadüf edeceğin herhangi bir engeli bana bildireceksin.”

Nihayet miting izni çıktı. Ama bu kez farklı bir oyun tezgâhlanmış, Fethi Bey’in konuşacağı kürsünün karşısına bir kürsü daha kurulmuş ve sabırsızlanan kalabalığa Fethi Bey’in ikinci kürsüde konuşacağı duyurulmuştu. Fethi Bey’i dinlemek için o yana gidenler bir sürprizle karşılaştılar: Kürsüde Adliye Vekili Mahmut Esat Bozkurt vardı ve İsmet Paşa’yı överek Fethi Bey’i yeriyordu.

Bu apaçık bir provokasyondu. Halk kandırıldığını anlayınca çok öfkelendi. Bağırarak durumu protesto etmeye başladı. Bıraksalar bağıra-çağıra birinci kürsünün yanına döneceklerdi, ama bırakmadılar.

Polis gücü harekete geçti. Kalabalığı itip kakmaya ve coplamaya başladı. Tam bu sırada birileri silahını ateşledi. Namludan çıkan mermi, babasıyla mitinge gelen ondört yaşlarında bir erkek çocuğun yüreğine saplandı. (Geçenlerde Diyarbakır’da sırtından vurulan genci hatırlayın). Çocuk anında öldü. Babası çocuğunu kollarının arasına aldığı gibi Fethi Bey’in yanına gitti: “İşte ilk kurban, hepimiz yoluna kurbanız, yeter ki sen bizi kurtar” mealinde sözler sarfetti. Olaylar kontrolden çıktı. Genel Başkan Fethi Bey ile beraberindekiler canlarını zor kurtardılar.

Partinin sonu ile bu sonla bağlantılı olduğunu düşündüğüm “Menemen Olayı”nı yarın konuşalım.

VAKİT