“Kemalistler, milliyetçiler, Milli Görüşçüler (ya da Radikal İslamcılar), sağın ve solun laik kesimleri...”
Cumhuriyet gazetesinin 28 Şubat 2005 tarihli başyazısında ilan ettiği ve “Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenliğine duyarlı güçler tarafından da izlendiği” müjdesini verdiği “ittifak”ın günümüzdeki tezahürlerine daha yakından bakmakta fayda var.
Aslında, ilk kez telaffuz edildiğinde bir hakikatten çok bir “arzu”dan ibaretti bu ittifak. “Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenliğine duyarlı güçler”in, hadi adını koyalım, Ordu’nun bir bölümü tarafından da arzu edildiğine kuşku duyulmayan ittifakın iskeleti (“Kemalistler”) tamamdı da, “et”in iki parçasından birinde (“Milliyetçiler”) bir miktar, öbüründe (“Milli Görüşçüler”) ise bol miktarda sorun vardı.
Formülasyonda “milliyetçiler” olarak geçen Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), 2007 seçimlerine kadar sürdürdüğü “iyi yol arkadaşı” tavrını Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesinde takındığı tavırla değiştirince işler çok zorlaştı. Çünkü formülasyonda “Milli Görüşçüler (Radikal İslamcılar)” diye geçen Saadet Partisi (SP) baştan beri uzak durmuştu bu ittifaka.
SP’nin başına “Kemalist alerji”sini eski başkana göre çok daha düşük bir profille sergileyen yeni bir başkanın (Numan Kurtulmuş) gelmesi ve yerel seçimlerin dayattığı bazı zorunluluklardan dolayı “ittifak” yeniden ete bürünecek gibi görünüyor. (Öyle diyorum, çünkü kemiği zaten hep var.)
Bana bunları, geçtiğimiz hafta CHP ve SP’nin biribirlerine yönelttikleri karşılıklı jestler düşündürdü.
Önce şu haber (Akşam, 26 ocak): “MİLLİ GÖRÜŞ MUMCU’YLA BARIŞTI... Siyasette bir ilk daha. Saadet Partisi 16 yıl önce öldürülen gazeteci Uğur Mumcu için mesaj yayımladı. Mesajda Mumcu için ‘antiemperyalist’ tanımı kullanıldı.”
Yanlış anlaşılmasın, elbette memnuniyet verici bir mesaj bu. Ayrıntıları aktarmıyorum, gayet iyi kaleme alınmış, yerinde uyarılar ve temennilerden ibaret bir metin... Ben sadece “bir ilk” oluşuna dikkat çekiyorum.
Bu çerçevede, bir gazetede okuduğum Kemal Kılıçdaroğlu söyleşisinin bir bölümü de çok anlamlı geldi bana. Kılıçdaroğlu, söyleşide kendisine “İslamcılar”la ilgili olarak sorulan bir soruyu ikiye ayırarak cevaplamayı tercih etmiş, Milli Görüşçüler’in “antiemperyalist” tavrına dikkat çekerken, “AK Parti’nin Amerikancı ve Avrupacılığı”nı vurgulamıştı.
Seçimler geliyor, İstanbul özellikle önemli. Saadet Partisi’nin yüzde 10’u bulduğu söylenen (hadi yüzde 5 olsun) oylarının Kemal Kılıçdaroğlu’nun haznesine eklendiğini düşünün.
“Olmaz” demeden önce gazete köşelerinde uç veren “AKP’ye karşı bütün millici güçlerin birliği” yazılarını okuyun. Bir de Saadet Partililerin yazdığı internet sitelerindeki yorumları... Okuyun, göreceksiniz ki orada asıl hedef CHP değil, AK Parti’dir...
Son olarak “ittifak”la ilgili ne düşündüğümü de söyleyeyim: Cumhuriyet’in ilan ettiği formül yanlış değil (gerçekliği yansıtma anlamında). Türkiye’de siyaset esasen böyle bölünmüş durumda: Bir tarafta “anti- emperyalistler”, öbür tarafta “emperyalizm”le mesela Yunanistan, Portekiz, İspanya, Polonya gibi demokratik ülkelerin yaptığı kadar işbirliği yapmayı doğru bulanlar...
---------------------------------
Bumin’in yazılarını okudum, fakat ne “çark” gördüm ne de şaşırdım!
İstanbul’dakiler için “Akdeniz’de fırtına” şöyle bir bakılıp geçilen bir haberdir. Fakat Akdeniz’in bazı köylerinde yaşayanlar için “Akdeniz’de fırtına” günler süren elektriksizlik demek... İşte bu nedenle samanyoluhaber.com’da Kürşat Bumin’le ilgili olarak kaleme alınmış hüküm yazısını görmemiştim... Bumin’in bu yazıya cevap niteliğindeki yazısını da (bu ara buralarda gazete bayileri de zayıf) bir arkadaşımın uyarısıyla bir internet cafe’de okudum.
Neticede canım çok fena sıkıldı.
Samanyolu Haber’de Bumin’in son üç yazısına göndermeyle onun Ergenekon mevzuundaki “şaşırtan dönüşü”nden söz ediliyordu. O yazıları da okudum, fakat ne “dönüş” gördüm ne de şaşırdım. Asıl, o yazılardan o anlamın çıkartılmasına şaşırdım ve sergilenen tutumu Kürşat Bumin gibi fikri de vicdanı da hür bir adamın ifade özgürlüğüne saldırı niteliğinde gördüm.
Kürşat Bumin de eleştirilebilir tabii, fakat şu tarzda değil:
“Kürşat Bumin’e bir haller oldu... Yeni Şafak yazarından şaşırtan dönüş... Önceki yazılarında her fırsatta demokrasiden dem vuran Yeni Şafak yazarı Kürşat Bumin’e bugünlerde bir haller oldu... Kürşat Bumin’i yakından takip eden okuyucuları bu ani çark edişe bir anlam vermekte zorlanıyorlar. Şimdi kamuoyu Bumin’i Ergenekon destekçisi yazarlarla aynı çizgiye getiren süreci merak ediyor.”
Dedim ya, yazıları okuyorum okuyorum, Bumin’i bu “çizgi”de görmemizi gerektirecek herhangi bir şey bulamıyorum. “Nasıl bulabilirsin ki” mi diyorsunuz? Tamam, bence de öyle ama izninizle (Bumin’in de izniyle) ben yine de onu birilerinin gözünde “zanlı” kılan iki temel noktada sizi de bilgilendireyim...
Galiba en önemlisi, Bumin’in bir yerde okuduğu, “Sivas ve Başbağlar katliamlarının da Ergenekon işi” olduğuna dair yoruma getirdiği eleştiri... Bumin bu ihtimali tümden reddetmiyor, “olabilir” diyor ve dedikten sonra da bunun bizi rahatlatmaması gerektiğini anlatıyor:
“Tamam, bu olayda da muhakkak ki bir takım ‘provokatörler’ eksik değildir. Ancak söyler misiniz: Ateşe verilmiş olan Madımak Oteli’nin önünde toplanıp içerdekilerin yardımına koşmak yerine protestolarıyla ateşin üzerine körükle giden yüzlerce (dönemin gazeteleri ‘üç bin civarında’ diyor) Sivaslı da mı fanilalarında ‘Ergenekon’ alameti taşıyordu? Demek ki bu tür ‘yorumlar’ hepten yanlış değilse de, son derece eksiktir. Bir toplumun kendi elinin de doğrudan karıştığı kötülükler ile yüzleşmekten ısrarla kaçıp, bunların günahının tamamını bir takım yeraltı örgütlerine havale etmeye çalışması yetişkinlikten uzaklığın bir işaretidir.”
Yanlış mı söyledikleri? Bugün bir kışkırtıcının seferber ettiği yüzlerce insan bir nefret suçu işlese, “Ha, kışkırtılmışlar” deyip rahatlayacak mıyız? “Neden bu kadar kolay kışkırtılıyorlar” diye sormayacak mıyız? Ya da “Neden bizim onları caydıracak ciddi bir ‘nefret suçları kanunu’muz yok” diye sormayacak mıyız? Böyle sorular sorduğumuzda, o kışkırtıcıyı koruyanların safına mı girmiş sayılacağız?
Bumin’in, anladığım kadarıyla, ikinci suçu, Tuncay Güney’li TRT programını eleştirmesi... Orada söylediği de şu: TRT, aynı gün özel televizyonların yayımladıkları Güney’in 2001’deki ham kasetlerinden uzak durarak doğru bir iş yapmıştır. Fakat aynı günün gecesi onu canlı yayına çıkarmak da aynı türden bir yanlıştır.
Tuncay Güney’in televizyon şovlarıyla ilgili görüşlerimi daha önce yazdım, aynen Kürşat Bumin gibi düşünüyorum.
Bence, sırf “Bumin’e bir haller oldu” yazısının dibine döşenen okur yorumlarına bakmak bile, yapılan şeyin yanlışlığını göstermeye yeter. (Demek onun da var bir “yamuğu” türünden yorumlar bunlar.)
Fakat ben onların içinde yer alan “Ne kadar ayıp” başlıklı bir okur yorumuyla bitireceğim:
“Yani şarkının her notasını aynı mı söylemesi gerekiyor insanların? Kürşat Bumin’i bir kalemde silmiş bazıları. Çok ayıp... Kaldı ki yazıda ne var? Her olayı Ergenekon’a yıkıp toplumsal-sosyal eksikliklerimizi görmezden gelmeyelim uyarısının neresi kötü? Çocuğu sokağındaki kediye köpeğe zulmederken bunu dert edinmeyen insanlara da bunu Ergenekon mu yaptırıyor? Düğünlerde sağa sola ateş açanlara Ergenekon mu yaptırıyor bunları? Ergenekon meselesi seyrinde ilerliyor zaten, biz kendimizi eleştirip düzeltmeyi unutmayalım. Her dediğimizi harfiyyen tekrarlamıyor diye insanlara kızmaktan da vazgeçelim...”
TARAF