Türkiye Cumhuriyeti bir Türk ulusu inşa edilmek amacıyla kuruldu. Ümmetten bir millet yani ulus yaratılacaktı. İslami değerlere sahip çıkanlar ve İslami aidiyetleri savunanlar baskı, yasak, tehcir ve katliamlarla karşılaştılar. Sonra İstiklal Mahkemeleri’nde binlerce Müslüman kanaat önderi idam edildi. Müslüman halk zorla susturulurken, 10. Yıl Marşı’nda, on yılda onbeş milyon gencin yaratılmasından bahsediliyordu. Resmi ideoloji güçleniyordu.
Yani genç olan ve yeni doğan herkes bir tür batıcı, laik, ulusal Türk devleti tarafından rehin alınmıştı ve Kemalist değerlerle biçimlendiriliyordu.
Mustafa Kemal 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde ülkenin bolşevikliğe ve irticaya izin verilmeksizin yabancı sermayeye açık bir şekilde ve milyonerler yetiştirerek kalkınacağını ilan etmişti.
1923’te Lozan görüşmelerine bu taahhütle gidildi. Ve kapitalist devletlerin Lozan’daki onayı ile TC kuruldu. Peşinden halkın yazı dili ve dini eğitimi ve hacc gibi ibadetleri yasaklandı. 1928’de de Anayasa’dan İslam kelimesi çıkartılıp yerine laiklik maddesi konuldu. Medeni Kanun İsviçre’den Ceza Kanunu İtalya’dan getirildi. Batıcı, laik ve Kemalist bir ulus böyle yaratılıyordu.
Yeni ulusun lise ve üniversite düzeyindeki ilk yönlendirici teşekkülü 1907 yılında kurulan Milli Türk Talebe Birliği idi. Ve 1929 yılında yeniden açılan MTTB’nin o zamanki amblemi Ayyıldız içinde Atatürk’le remzedilmişti. İçindeki figür daha sonra bozkurt oldu. Çok partili sisteme geçildikten sonra da MTTB gençliği ile Türkçülüğü savunan ve komünist gelişmeye karşı çıkan eylemler gerçekleştirildi.
1932-38 yılları arasında Dersim’de gerçekleştirilen Alevi katliamı sırasında yetim kalan veya bakıma muhtaç hale gelmiş Alevi çocukları da, TÜSİAD’ın destek verdiği teşekküllerle Türkan Saylan öncülüğünde oluşturulan Kardelenler gibi, Atatürk’ün manevi kızı Sıdıka Avar öncülüğünde erkek-kız okul ve yurtlarında istihdam edildi ve Cumhuriyetin bekçileri olarak yetiştirildi. O dönemde Atatürk ilke ve inkılaplarına kendisini adamış bir öğretmen olan Avar, Kürt kızlarının Türkleşmesi politikasının en önemli kahramanı olarak anıldı. Hikmet Feridun Es 1957’de Hayat dergisinde çıkan “Kızımı da Götür!” başlıklı yazısında Avar’ın Atatürk tarafından doğuya “Bir Türk Misyoneri” olarak gönderildiğini ileri sürerek, Kemalizmin asimilasyon politikalarına dikkat çekmektedir. Daha sonraki süreçte “Dağ Çiçeklerim” adlı 1188 sayfalık eserinde anılarını anlatan Sıdıka Avar bu eserini Milli Eğitim Bakanlığı’na teslim etmiş olmasına rağmen Bakanlık tarafından bu eser basılmamıştır. Böylece Kemalizme ve Türkçülüğe devşirme öykülerinin acıları unutturulmaya çalışılmıştır.
1950-60’lı yıllara gelindiğinde ise dindar aileler bırakın kız çocuklarını, erkek çocuklarını bile liseye ve üniversiteye göndermekten çekiniyordu. Çünkü çocuklara batıcı, laik ve pozitivist bir eğitim veriliyordu. Müslüman halkın çocuklarının Dersim’in yetimleri gibi Kemalizm tarafından devşirilmesi söz konusuydu.
Ancak 1970’lı yıllarda 1961 Anayasası’nın yol açtığı görece özgürlük ortamı nedeniyle gençlik anlam arayışına yöneldi. İdealist açılımlara bağlı olarak Sosyalist, Türkçü ve İslamcı eğilimler gittikçe güç kazanmaya başladı. Hepsinin hakikatı başkaydı ama hepsi de daha adil bir yaşam ve daha iyi bir Türkiye sevdalısıydı. 1970’lerde Sosyalist, Türkçü ve İslamcı gençler arasındaki çatışmalar bir nevi teşvik edilerek bu idealist anlam arayışları adeta bloke edilmeye çalışıldı. Bu sırada Hippilik “Savaşma Seviş” söylemi ile öne çıkartıldı; pop ve arabesk müzik, seks filmleri kartel medyasından destek görerek tavan yapmaya başladı.
1970’li yıllarda Kemalizm gençlik içinde bir anlam ifade etmemeye başlamıştı. İki eğilim vardı: 1. Dejenere edilen gençlik 2. Anlam ve adalet arayışına yönelen gençlik.
12 Eylül 1980 Darbesi, gençlik arasındaki sağ-sol kavgası bahane edilerek yapıldı. Sosyalist ve Ülkücü söylem ağır yara aldı. 12 Eylül’den sonra liberalist eğilimler teşvik edilirken, İslamcı söylem budanmaya ve Türk-İslam sentezi bir kontrol mekanizması gibi yaygınlaştırılmaya çalışıldı.
12 Eylül’le beraber başta Başbakan Özal politikalarıyla, sekülerizim ve dindarlık iç içe geçirildi. TV ekranları alabildiğine çoğaltıldı, eğlence sektörü teşvik edildi, spor ve futbol devlet desteği ile güçlendirildi; gençlere bireysel kalkınmacılık ve köşe dönmecilik aşılandı. Dolayısıyla safha safha gençler arasında “anlam ve adalet arayışı” OUT, “bireycilik ve dünyevileşme” İN haline getirildi.
Anlam ve adalet arayışına yönelen gençlik 12 Eylül’de ezildi. Ancak 12 Eylül döneminde İslam coğrafyasındaki İslami yöneliş Türkiye Müslümanlarını da etkiledi. 1990’lı yılların başında Türkiye’de toplumsal muhalefeti İslamcı gruplar temsil ediyordu. Anlam ve adalet arayışı yolunda güçlenmeye başlayan Müslüman gençlik de 28 Şubat 1997’de ezildi. Gençlik alanındaki boşluk Alevileri Kemalistleştiren model gibi, 28 Şubat’ta üretilen Türkan Saylan/Kardelen modeli ve benzeri güdümlü projelerle doldurulmaya çalışıldı.
Başörtülüler üniversitelerden atılırken, burslarla cebi doldurulan ancak zihni boşaltılan “devşirilmiş” gençlik “Kahrolsun Şeriat”, “Atatürk İzindeyiz”, “Ordu Göreve” söyleminin taşıyıcıları haline getirildi. Bu yeni kuşak Kemalist gençlik her gündemde soluğu Anıtkabir’de alıyordu. “Atam biz geldik”, “Hepimiz Mustafa Kemaliz” sözleriyle Ata’ya “sözde değil, özde” bağlılıklarını gösteriyorlardı. Bu da tapınmanın yeni bir çeşidiydi. Böylece Cumhuriyetin kurgulanmış gençleri, Kemalizmin bekçiliğini yapmaya hazır hale getirilmişlerdi.
“Dağ başını duman almış, gümüş dere durmaz akar” diye başlayan, “Yıldırımlar yaratan bir ırkın afadıyız” dizeleriyle devam eden, “Karanlığın üstüne güneş gibi doğarız, Türk’üz…” ve “On yılda onbeş milyon genç yarattık” naralarıyla halktan ve İslami değerlerden bir kopuş bir yabancılaşma yaşanmaktaydı.
Bugün Başbakan’ın “Dindar nesil yetiştirmek istiyoruz.” sözlerini de sadece çocuğuna Kur’an okumasını öğretmek istediği için horlanan, aşağılanan, küçümsenen ve ötelenen insanları unutmayarak; yani tarihi geçmişimizi göz önünde bulundurarak değerlendirmek gerekir. Bu nedenle de sağlıklı bir nesil ve sağlıklı bir gençlik için öncelikle Kemalist, ulusalcı ve laik anlayışın tasfiye edilmesi, ayrıştırıcı ulusal söylemlerin önüne geçilmesi ve resmi ideolojinin tüm dayatmalarının, baskılarının ortadan kaldırılması gerekmektedir. Bizler inanıyoruz ki karanlıktan aydınlığa, zülumattan vahyin adaletine yönelmeyen bir yaşamın bugünü de ahireti de mutlu olamaz. “Ne mutlu Müslüman’ım” diyene ve bu yolda çaba gösterenlere.
MİLAT Gazetesi