İpek Çalışlar'ın yazmış olduğu "Latife Hanım" kitabı Doğan Kitap'dan çıkmış ve 524 sayfa. Kitabı Nurten Şerbetçi Haksöz-Haber için değerlendirdi.
Cumhuriyet'in Elit Kadın Modeli
Nurten ŞERBETÇİ
İpek Çalışlar bu kitabı, şimdiye kadar bilinenlerin ya da yok sayılanların aksine farklı bir Latife Hanım'ın var olduğu inancıyla kaleme almış. Olaylar, farklı isimlerin tanıklığı ve bilgisi ışığında çok yönlü sunulmuş. Yazar kimi yerde direk eleştiri ve tercihlerini sunarken, kimi yerde ise sunduğu materyallerle üstü kapalı olarak eleştiriyi okuyucuya bırakmış
Kitap biyografi formatında; anlatılan romansı ve romantik hatıratın ayrıntılarında yer alan, özellikle cumhuriyet dönemine ait pek çok tarihi olayı da atlamadan okumak gerekiyor. Kitap her ne kadar farklı bir Latife Hanım portresi sunma inancıyla yola çıksa da bununla birlikte yeni bir Mustafa Kemal portresi de ortaya çıkmış. Kitapta ciddi bir Mustafa Kemal eleştirisi yapıldığı ile ilgili yorumlara yazar, böyle bir kötülemenin olmadığını söylüyorsa da sunulan tarihi gerçekler okurda böyle bir kanı bırakıyor.
Kitapta baskın olarak kadınca bir bakış açısı egemen. Her ne kadar yapılan eleştiriler Latife Hanım'a yönelik duygusal ve bazen de feminist sahiplenişler üzerine yoğunlaşsa da üstü kapalı ciddi bir resmi tarih eleştirisi göze çarpıyor. Fakat resmi tarih kitapları için 'kadınları yok sayan tarih kitapları' şeklindeki özele indirgenmiş bu eleştiri sadece kadınları değil, birçok gerçeği yok sayan tarih kitaplarına dönük daha genel yapılması gerekirdi.
Mustafa Kemal evliliğinin vatanında yeni bir aile hayatı yaratmak için ilk örnekliği oluşturacağını söylüyor. Evliliklerinin modern batılı bir nikâh şeklinde gerçekleştirildiği kaydediliyor. Mustafa Kemal'in bazı tabuları kırarak gerçekleştirdiği bu nikâhta batılılara değişeceğiz mesajı verdiği söyleniyor. Dış basının bu evlilik ve Latife Hanım'la ilgili en yaygın haberi, Latife Hanım'ın Avrupai eğitim görmüş, kadın haklarını savunan, geleneksel Türk peçesini takmayan bir kadın olduğu ve bu düğünle Türkiye'nin yüzünü batıya çevirdiği ile ilgili… Tarihçi Feroz Ahmet bu evliliği "Kemalist bürokrat elit ile yükselmekte olan burjuvazi arasında evlilik bağına dayalı bir ittifak olarak görülebilir" şeklinde değerlendiriyor.
Latife Hanım ve ailesinin o günün Anadolu kadınlarının giyim tarzından çok farklı, daha modern kıyafetleri tercih ettiğini görüyoruz. Latife Hanım ve ailesindeki kadınlar ne cumhuriyet öncesi ne de sonrası peçe, çarşaf ya da başörtüsü takmıyordu. Dış basın Muammer Bey'i "kızlarını katı İslam geleneklerine göre yetiştirmeyi reddeden güçlü bir tüccardı" şeklinde tanımlıyor.
Evlilikleri sonrası Mustafa Kemal, Latife Hanım'ı gerek giyim kuşamıyla gerekse de örnek bir aile modeli sunmak amacıyla gittiği seyahatlerde sürekli yanında götürüyordu.
Bu gezilerde, kadınların sosyal hayatta yer alması gerektiğine ve tesettürün kadını toplumun dışına ittiğine dair pek çok mesaj veriliyordu. Latife Hanım halkın önüne çıkmak için ilk zamanlarda çarşaf giyse de hiç peçe takmamıştır. Giyim tarzı ise zaman içerisinde evirilmiş çarşaftan, Latife Hanım ve Mustafa Kemal'in ürettikleri rusbaşı diye tabir edilen -enseden bağlanan- şekle dönüşmüştür. Dış basın bu kıyafetleriyle ilgili şöyle haber yapmış: Bayan Kemalin giysileri bir reform çağrısıdır… Erkek gibi giyinişi, mahmuzları, çizmeleri fütursuz spor başlığıyla Müslüman kız kardeşlerini şaşırttı… O liderin eşi olarak değişimin canlı bir örneği… Peçenin kaldırılması için bir model. Mustafa Kemal, Latife'yle yaptığı bir dizi yurt gezisinde ise Latife Hanım'ın giyim tarzı tepki uyandırmış, bunun üzerine Adana müftüsünden giyim tarzının şeraite uygun olduğuna dair fetva çıkartılmıştır.
Latife Hanım'ın o günlerde siyaset icabı, görev bilinci ve fedakarlığıyla örtündüğünü,o günlerin Türkiye'sinde örtülü gezmesi daha fazla kabul gördüğü için örtündüğünü görüyoruz.Latife, 'kadınlar açılsın' propagandası sürerken siyaset icabı örtülüydü ve bu konuda Mustafa Kemal ile sık sık siyasi ortamı gözden geçirdikleri, Latife'nin de "artık bu örtüden kurtulmanın zamanı gelmedi mi?" diye sorduğu anlatılıyor.
Böylece, Latifenin çarşaflı resimleriyle sisteme karşı meşruiyet arayışı içerisinde olan ve sığınmacı bir söylem geliştiren kimi muhafazakâr, sağcı kesimlerin kullandıkları bu materyalin hiçbir tarihi tutanağı olmadığı ortaya çıkıyor. Fakat şu da bir gerçek ki eleştirilmesi gereken yalnızca bu kesimin tavrı değil aynı meşruiyet mantığıyla takiyyeye başvurarak Latife'ye çarşaf giydiren ve onu gerçek haliyle fotoğraflarda arka plana iten yaklaşımda eleştirilmelidir.
Görünen o ki o yıllarda kadının giyim tarzıyla ilgili izlenen politika devrim ve yasaklamadan ziyade evrime ve sürece bırakılmış.
Latife'nin Ankara'ya gelişiyle dönemin Ankara'sının soysal, ekonomik fotoğrafı çizilirken diğer yanda da Latife ve M. Kemal'in yaşayacağı köşk, Latife'nin getirdiği çeyizler, köşkteki şatafatlı yaşam, kurulan sofralar, XIV. Louis tarzı eşyalar ister istemez bir kıyaslamayı da zorunlu kılıyor. Halk ile erk arasındaki ekonomik, sosyal, (Latife ile oluşturulan modelle) yaşamsal ve inançsal uçurum göze çarpıyor… Yine Latife'nin özelliğine atfen onun çok şık giyindiği ve kıyafetlerini Paris in ünlü terzilerine hazırlattığı anlatılırken, savaşta ailesiyle Fransa'ya kaçmış ve orada eğitim görmüş böyle bir burjuvazinin, yamalı kıyafetli, savaştan yorgun ve yoksul düşmüş bu halka nasıl model oluşturabileceği hiç sorgulanmamış.
Latife Hanımın cumhuriyetin ilk yıllarında atılan adımlarda çok büyük rolü bulunmuştur. 1923–1925 yılları arasında devlet görevlisi gibi çalışmış, Atatürk'ün yaverliği ve sekreterliğini yapmıştır. Örneğin, eğitimin laikleştirilmesi sürecine katılmış, hilafetin biran önce kaldırılması telkininde bulunmuştur. Yine Latife Hanım'ın, bugünde gerçekleştirilen Çankaya resepsiyonlarının ve protokolünün de ilk mimarı olduğunu öğreniyoruz. Avrupai tarzda sofrada servis nasıl yapılır, eğlence nasıl düzenlenir bunları belirlemişti. M. Kemal ve Latife Hanım kadın erkek ilişkilerini düzenlemek, kadınların çekingenliğine ve kadın erkek arasındaki kaç göçe son vermek, Ankara'yı bu anlamda değiştirmek için Çankaya'da sık sık kadınlı erkekli davetler vermeye başlamışlardı. Latife Hanım kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmasını ve milletvekili olmasının sağlanmasını istiyor. Fakat bu siyasi hakkın elit, eğitimli ve seçkin kadınlarla sınırlanması gerektiğini düşünüyordu. Yalnız, Mustafa Kemal'in her ne kadar Latife'yi modern Türk kadını için bir model olarak sunsa da siyasi alanda çok fazla öne çıkmasını engellediğini öğreniyoruz.
Mustafa Kemal, Latife'nin siyasi planda öne çıkmasını dizginlemek için onu Çocuk Esirgeme Kurumu'nda çalışmaya sevk ediyor. Y. Zihnioğlu bu durumu şöyle yorumluyor: Kemalistlerin kadınlara ilişkin siyasalarında ağırlık aile ve çocukların korunmasını da içeren bir hıfzıssıhha ve nüfus siyasetiydi. Çocuk Esirgeme Kurumu'na verilen önem, (Latife'nin de düşünceleriyle paralel olduğu) Türk Kadınlar Birliği yöneticilerine siyasi haklar talep etmek yerine, bu kuruluşta çalışmalarını önermeleri bu indirgemeci tutumun örnekleridir. Yazar, Latife'nin Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın aktif üyesi olarak görev almasını ise siyasi gerginliği gidermek amacıyla Atatürk'ün Latife'den yaralandığını söyleyerek Latife'nin bu konuda bağımsız hareket etmediğini söylüyor.
2.5 yıl süren Atatürk ve Latifenin evliliklerinin sona ermesine sebep olan hadiseler:
*M. Kemal'in çok içiyor olması ve sofra sohbetlerinin uzaması... Latife'nin köşke ve Atatürk'ün hayatına müdahale etmesi sık sık kavgalara sebep oluyordu
*Atatürk'ün eski sevgili Fikriye'nin ansızın Çankaya gelmesi ve dönüşte intihar etmesi ya da intihar süsü verilerek öldürülmesi... Latife Atatürk'ün iki eşli bir hayat sürdürmesinden korkuyordu
*Latife Hanım'ın siyasi alanda öne çıkmaya çalışması… Bu durum hem Atatürk'ün hem de arkadaşlarının hoşuna gitmiyordu. Tüm batılılaşma çabalarının yanında, Atatürk Latife'nin siyasi alanda öne çıkma girişimlerini hazmedemedi… Yazara göre, nihayetinde o da bir erkekti.
* M. Kemal'in çevresindeki kadınlara kur yapması, ilgilenmesi, iltifat etmesi sonucu Latife Hanım'ın kıskançlıkları olarak özetlenebilir.
Latife Hanımın yok sayılması:
Yazar resmi tarihin ve Atatürk biyografilerinin Latife Hanım'ı görmezden geldiğini veya olumsuz bir portre olarak satır aralarında geçiştirdiklerini söylüyor. Ayrıca bugünkü Türk kadın hareketleri de Latife Hanım'ın pek üzerinde durmadı diyerek hayıflanıyor.
Boşanmalarının ardından Latife Hanım'ın saygınlığının yok edildiğini ve gölgede bırakıldığını ifade ederken bunun kim tarafından yapıldığını ya da Mustafa Kemal'in rızası dışında şekillenmesi mümkün olmayan bu durumu meçhul ifadelerle aktarıyor. Latife Hanım boşandıktan sonra M. Kemal'in etrafındakiler tarafından muhaliflere yapılan yıpratma taktikleri aynen Latife'ye de uygulanmış, toplum tarafından dışlanması sağlanmış, herkes ondan yüz çevirmiş ve bütün kapılar kapatılmış. Hatta Latife Hanım hakarete maruz kalma korkusuyla sokağa dahi çıkamıyormuş. Latife Hanım'a boşandıktan sonra konuşmaması için ihtar ve uyarılar yapılmış, hareketlerini takip için evinin karşısına birde polis noktası dikilmiş.
Kitapta, Latife Hanım'ın karalanmasının bir sebebi olarak, Latife'nin Çankaya'da yaşarken tanık olduğu pek çok olayın olduğu ve çok şey bildiği söyleniyor. Latife Hanım'ın karalanması, konuşma tehlikesine karşı onun geride durmasını sağlayacak ve söyleyeceklerini değersiz kılacaktı deniliyor. Bir görüşe göre ise Latife Hanım'ın suskunluğu Mustafa Kemal'le yapılmış gönüllü bir sözleşmeye dayanıyordu. Latife Hanım tüm ısrarlara rağmen hayatının sonuna kadar hiç konuşmadı. Tabi burada önemli bir soru, Latife Hanım kendi isteğiyle mi sustu yoksa susturuldu mu? Times gazetesi Latife Hanım'ın Mustafa Kemalin idolleşme sürecini bulandırabilecek anılarını kimseyle paylaşmadığı yorumunu yapıyor. Bazı gazetecilerin bu yöndeki girişimlerine ise Latife Hanım "beni yazacağınıza Taksim'de namaz kılanları yazın" diyerek sert çıkmıştır.
Yazar, Latife Hanım'ın karalanmasının bir sebebini de tarih yazıcılarının erkek oluşuna bağlıyor. Latife Hanım sağlığında anılarını kimseyle paylaşmadı fakat Latife Hanım'ın tuttuğu notlar ve sakladığı evraklarla hem Cumhuriyet dönemine ait hem de şahsi hayatlarına dair pek çok konunun aydınlatılabileceği söyleniyor. Bu belgeler bugün Türk Tarih Kurumu'nda saklanıyor. Bu belgeleri okuyan Ord. Prof. Reşat Kaynar, "bu belgeleri okumaksızın Cumhuriyet tarihinin yazılması mümkün olmaz." şeklinde iddialı bir tespitte bulunuyor. Bazıları, muhtemelen Mustafa Kemal'in hatırasını rencide edebileceği endişesiyle belgelerin açılmasını reddederken kimileri ise Latife Hanım'ın hiç konuşmadığını hatırlatarak evraklarda böyle bir bilginin olmayacağını söylüyor.
Latife Hanımın biyografisinin anlatıldığı bu kitapta konuya ilişkin fakat gölgede kalmaması, atlanmaması gereken pek çok tarihi olayda aktarılmış. Bunların en dikkat çekenlerini şöyle sıralayabiliriz:
*Latife ve M. Kemalin tanıştığı ve Yunanlıların İzmir'den çekildiği dönemlere rastlayan meşhur İzmir yangını. Bu yangında İzmir'in üçte biri yanmış. Bazıları bu yangını Rumların, Ermenilerin veya Yunanlıların çıkardığını söylerken, New York Times ise İzmir'i Türklerin yaktığını öne sürmüş. Gazeteci Falih Rıfkı Atay ise bu yangından, bu konuda sicili hiçte temiz olmayan 1.Ordu Komutanı Nurettin Paşa'nın sorumlu olduğunu söylemiş. O zaman aldığı notlarda Falih Rıfkı Atay şunları aktarıyor: "İzmir i niçin yakıyorduk? Kordon konakları, oteller ve gazinolar kalırsa, azınlıklardan kurtulamayacağımızdan mı korkuyorduk? Birinci Dünya Harbi'nde Ermeniler tehcir olunduğu vakit, Anadolu şehir ve kasabalarının oturulabilir ne kadar mahalle ve semtleri varsa gene bu korkuyla yakmıştık. Bu kuru kuruya tahripçilik hissinden gelme bir şey değildir. Bir Avrupa parçasına benzeyen her köşe sanki Hıristiyan ve yabancı olmak, mutlak bizim olamamak kaderindeydi."
Yine yangın esnasında herkesten farklı olarak M. Kemal'in çok sakin olduğu aktarılmış. Tabi bu günde olduğu gibi böylesi büyük bir olay saklanamayacak kadar alenileşince, münferit bir olay gibi Nurettin Paşa'ya ve onun kısa görüşlü oluşuna fatura edilmiş. Resmi tarih algısını yalnızca Latife Hanım'la sınırlı bırakan yazar bu konuda herhangi bir eleştiri ve yorum yapmamış.
* Kitap boyunca, bazı konularda hak ihlallerini akla getirecek birçok keyfi, buyurgan monist, hatta bazen özgürlüğünü kısıtlayan uygulamalara da rastlıyoruz. Örneğin başta Adana olmak üzere çıkılan yurt gezisine M. Kemal'in yalnızca tek bir gazeteciyi yanına alması diğer gazetecileri geride bırakması olayı ve İzmir'e harp oyunlarına katılmak için gelen basın mensuplarından yalnızca Tevhid-i Efkâr başyazarını eleyerek diğerlerini köşke davet etmesi gibi… M. Kemal memleket işlerini el birliği ile yürütmek bakımından basınla kurulacak barışa ve dostluğa büyük önem veriyordu. Bir brifingi andıran bu davette M. Kemal gazetecilerden Cumhuriyetin etrafına çelikten bir kale örmelerini istemişti. Anlaşılan, bu gün yalnızca bazı seçkin(!)gazetecilerin Cumhuriyetin sahipliğine bürünmeleri, o günlerden yapılan bir atama ve görevlendirmenin bir uzantısı olsa gerek.
*M. Kemal'in, Halifeliği kaldırma konusu henüz fırkada (mecliste) bir karara bağlanmadan önce basın, ordu ve üniversitenin desteğini sağlamak için ilk önce basının, ordunun ve üniversitenin önde gelen isimleriyle bir araya geldiğini öğreniyoruz. Sistemin sacayakları o günden belirlenmiş gibi gözüküyor. Halkı ilgilendiren önemli kararlarda meclis üstünde bir meclis oluşturularak halka ait olduğu söylenen egemenlik kayıt ve şart altına alınıyordu.
*Topal Osman hadisesi… Yazar kitapta, meclisin muhalif ismi Ali Şükrü'nün cinayeti sonrası katil Topal Osman'ın Çankaya'ya yaptığı baskın olayından bahsetmiş. Baskından kurtulmak için M. Kemal'in çarşaf giyerek kaçtığını, Latife Hanım'ın kız kardeşinin anlattıklarıyla aktarmış. M. Kemal'in çarşaf giyerek kaçması hadisesini anlatması üzerine yazara ve konuyu haber eden Aktüel Dergisi'ne, Atatürk'ün anısına hakaret ettiği iddiasıyla Vatanseverler Kuvvetler Güç Birliği Hareketi Derneği, ADD tarafından dava açılmış. Ne yazık ki bunun gibi pek çok önemli tarihi olayların asıl mevzu edilecek ve sorgulanacak tarafları atlanırken örneğin o dönemin muhalif ismi Ali Şükrü'nün Atatürk'ün korumalığını yapan biri tarafından neden öldürüldüğü sorgulanacağı yerde mesele daha tali bir düzlemde, Atatürk'ü koruma refleksine dönüştürülmüştür. Zaten yazar da bu konuyu yalnızca Çankaya'da yaşanan güvenlik sıkıntısı ve Latife Hanım'ın yaşadığı zor günler kapsamında ve yine münferit bir olay gibi ele almıştır.
Yazarın kitap boyunca çoğu olayda direk eleştiriden kaçınmasına, çok dikkatli bir üslup ve dil kullanmasına rağmen böyle bir davaya muhatap olması ciddi bir tarih eleştirmenliği teşebbüslerinin de önünü kesiyor. The Economist Dergisi İpek Çalışlar'ın bu kitabına dava açılmasını şöyle değerlendiriyor: "Ölümü üzerinden yetmiş sene geçse de Atatürk'ün geride bıraktıkları milyonlarca Türk için ilahi bir anlam taşıyor. Atatürk'e hakaretin üç yıla kadar hapis cezasıyla sonuçlanabilmesi Türkiye'yi Avrupa'ya giden yolda gerileten bir konudur ve değiştirilmesi çok çetin bir gereksinimdir. İşte bu noktada, Economist Dergisi'ne göre İpek Çalışlar'ın bu kitabı, eski Türk taassubuna dair küçük bir adım ve umut, bu alanda da yeni bir kitap.
İpek Çalışlar'ın bu kitabı, şimdiye kadar hiç gün ışığına çıkmamış belgeler, yabancı kaynaklardan alıntılar ve fotoğraflarla gerek hacmi ve muhteviyatı, gerekse konusu itibariyle neredeyse bir ilk. İpek Çalışlar, Latife Hanım'ın evraklarının açılması sonrasında kitabın ikinci cildini çıkaracağı ümidinde. Şu da bir gerçek ki, bu kitap yalnızca soyut bir hatırat değil.
Haksöz-Haber