Ulus Meydanı'na girişi engellemeye çalışan polislere böyle bağırıyordu bir CHP milletvekili: 'Cumhuriyeti kurtarmak yasak mı?'
Dikkatle bir kez daha dinledim, belki 'Cumhuriyeti kutlamak yasak mı?' diye soruyordur diye, ama yanılmamıştım; Cumhuriyeti kutlamaktan değil; kurtarmaktan bahsediyordu sayın vekil.
'Yeni CHP'li İstanbul İl Başkanı ise, tören alanındaki askerlere sitemle karışık çıkışıyordu: 'Sizin koruyamadığınız Cumhuriyete biz sahip çıkıyoruz.'
Kemalistlerin, 'üç tarafımız deniz, dört tarafımız düşmanla çevrili' algısının zirvede olduğu günlerden geçiyoruz. 'Karşı-devrim'in partisi üç dönemdir oylarını artırarak iktidarda kalmayı başarmış, Kürtlerin sorunları hemen her gün ekranlarda tartışılır ve görünür hale gelmiş, Gayrimüslimlerin malları iade edilmeye başlanmış, Atatürk döneminin en büyük 'zafer'lerinden Dersim Harekâtı katliam, devrimci ihtilaller 'darbe' diye anılır olmuş, başörtülüler üniversiteleri doldurmuş, bıyıklı veya sakallı adamlar sermaye sınıfına dahil olmuş...
Onların zaviyesinden görünen bir 'felaket tablosu' aslında. Bu yüzden büyük bir yenilmişlik duygusu içindeler; çaresizlik içinde öfkeli ve hınçlılar. Cumhuriyeti artık kutlanacak bir bayramdan öte uğruna 'seferberlik' ilan edilecek bir sembol olarak görmeleri de bundan.
Kemalistlerin haleti ruhiyesini anlamak güç değil de 'Yeni CHP'ye ne oluyor?' diye sormak lazım. Ne oldu da, başkanı dahil yedi üyesi Ergenekon davasında yargılanan İşçi Partisi ile kol kola 'Cumhuriyeti kurtarma' sevdasına düştüler? Hani 'Yeni CHP', askerden medet uman ve sadece laikçi damara hitap etmeyen bir politika üretecekti? Böylesi bir vasatta, Diyarbekir'e gidip, üst üste başarısızlıklarla dolu siyasî hayatını feda etmeye hazır olduğunu ilan eden Kılıçdaroğlu'nun herhangi bir inandırıcılık payı kaldığını söylemek mümkün mü? Dün Diyarbekir'de, öğretmenleri tarafından alanlara gelmeye mecbur edilen öğrenciler dışında Cumhuriyeti kutlamaya değer gören bir halk kitlesi var mıydı mesela?
Kılıçdaroğlu da ellerinde Türk bayrakları olan insanlara polisin müdahalesinden dert yanıyordu. Yani ellerinde Kürdistan veya Tevhid veya 'Hepimiz Hrant'ız' yazan bayraklar olanlar, müdahale edilmesi gereken 'halk' kalabalıklarıdır ama Türk bayrağı taşıyanlar dokunulmaz olması gereken 'vatandaş'lardır, öyle mi? Zaten Cumhuriyet Bayramı'nı cumhurun coşkuyla kutlayamamasının sebebi de bu anlayıştır. Başbakan Erdoğan'ın 'Hakkâri'de neden Türk bayrağı açamadın?' sorusu da Cumhuriyetin dışlayıcı politikalarını kanıtlayan bir göndermedir aslında.
Dün Cumhuriyetin mağrur çocukları, belki de ilk defa mağdur oldular. Yine belki de ilk defa 'yasak karşıtı' bir pozisyon aldılar. En son onları, Cumhurbaşkanlığı Köşkü'ne başörtülü bir 'first-lady'nin çıkmasının engellenmesi için meydanlara akın ederken görmüştük. Çarşıda Kürtçe konuşmanın, üniversitelere başörtülü girmenin veya 1915'e soykırım demenin yasaklanmasıyla da herhangi bir sorunları olmamıştı. Bu yüzden, bir yasağı kırmak için alanları doldurduklarını görmek-kutladıkları ve kutsadıkları rejim halkın geri kalanına kan kusturmuş olsa da- ferahlatıcıydı.
29 Ekim 1923 zihniyeti, öncesi ve sonrasıyla beraber, pek çok mazlumun hakkını çiğnemiş olsa da, onu hâlâ kutlamaya değer bulanların olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Dolayısıyla bu şenlik havasına katılamasam da, kutlamak isteyenlerin önüne polis barikatı konmasını savunmam mümkün değil. Keşke siyasî iktidar, Valiliğin koyduğu yasağa karşı çıkabilseydi ve Ulusal Kanal ile Esed'in resmî televizyonunun ortak yayınladığı, CHP'nin İşçi Partililerle beraber 'kurtardığı' Cumhuriyeti görebilseydik. Nasip, belki 90. yıla.
Bırakınız yürüsünler, bırakınız kurtarsınlar...
YENİ ŞAFAK