Başörtüsü yasağının kaldırılmasına liberal aydınlar 'ama'sız, koşulsuz destek verdiler. Özgürlükleri sıraya koymadan, özgürlük isteyen hiç kimseyi aşağılamadan, ötekileştirmeden, dışlamadan dik ve ilkeli durdular.
Aydınlar arasında, yasağın yıllardır yarattığı mağduriyeti görmezden gelerek niye 'önce başörtüsü' diyen de oldu, başörtüsünün üniversitelerde serbest olmasının 'laikliği tehdit edeceği' tezini ileri süren de. Açıktan Kemalist olmayan bu kişilere medyamız 'liberal aydınlar' dedi. Üstelik 'bir kısım medya' değil, neredeyse tüm medya. Kaos haberleriyle kaosa davetiye çıkaranlar da 'liberal' oldu, 2003'te Irak'a karşı savaş kışkırtıcılığı yapanlar da... Özgürlükçü kalmak yerine 'Hürriyet'çi olmayı tercih edenler de... Genellikle eski Marksistler, sosyalistler ve sosyal demokratlardı bu isimler, post-sosyalistler... Kendilerine 'liberal' diyemeyenlere önce bu sıfatı yakıştırdılar, sonra da liberallerin bölündüğü haberlerini yaptılar. Yetmedi, liberallerin faşistler ve komünistlerle aynı çizgide düşündüklerini öne sürenler de oldu.
Liberalleri 'bölmeden' veya topyekün mahkûm etmeden önce yeni bir 'oluşum'un varlığını analiz etmek gerek.
27 Nisan Bildirisi'nin ardından kendiliğinden oluşan 'liberal-demokrat-muhafazakâr' koalisyona karşı, değişimden, değişimin taşıyıcılarından ve toplumsal aktörlerinden rahatsız olan bazı kesimler yeni bir ittifak arayışındalar. Önce, değişimin, demokratikleşmenin ve AB sürecinin karşısına 'Kızılelma koalisyonu' ile çıkmışlardı. Milliyetçilerden, kimi İslamcılardan ve sosyalistlerden oluşan bu 'ulusalcı' grup, 'vatan elden gidiyor' çığlıklarıyla süreci durdurmayı denedi. Fiilî bir darbeye zemin hazırlamaya çalışan bir oluşumdu bu. Sonunda ucu Ergenekon'a kadar gitti, proje çöktü. Son günlerde çöken bu projeye son darbeyi de MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli vurdu. Bir yandan 'emekliler'den uzak durun emriyle, diğer taraftan da başörtüsü yasağını kaldırmak için AK Parti ile işbirliği yaparak.
'Kızılelma koalisyonu'nun entelektüel sefaleti ve siyasi kısırlığı artık iyice belirginleşince strateji de değişti. Şimdilerde liberal-demokrat-muhafazakâr bloktan kopuşlar olduğu iddialarıyla yeni bir oluşuma yol ve yön verilmeye çalışılıyor. Bu projenin tutkalı, bazı aydınların (Ali Bayramoğlu'nun nitelemesiyle 'eksik demokratlar'ın) kurtulamadıkları 'aydınlanmacı Fransız geleneği'dir. Toplumu, modernist-jakoben bir perspektifle 'yeniden inşa edilebilir' bir nesne olarak görmeye yatkın olanlar Kemalistlere çok yakın duruyorlar. Bu yakınlık yeni bir işbirliğine doğru evriliyor.
Jakoben-cumhuriyetçi geleneğin tortularından sıyrılamayanlar, demokrasinin 'bu kadar ileri gitmesini', 'cumhuriyetçi etos'tan bağımsızlaşmasını, halkın ve halkın tercihlerinin bu kadar 'başıboş' bırakılmasını içlerine sindiremeyenler, bastırdıkları Kemalizmlerine dönüyorlar. Kendilerine özel bir yer, bir misyon bahşeden 'cumhuriyetçi etos'u arıyorlar. Ne de olsa demokratlık kimseye bir ayrıcalık, 'aydınlanmacı önderlik' payeleri vermiyor.
Böyleleri 'memlekete özgürlük lazımsa onu da biz getiririz, biz dillendiririz' diye efeleniyorlar. Bunlar aynı mantığı komünizm için yürütmüş olan Nevzat Tandoğan'dan hiç de farklı değiller. Bu ülkede muhafazakârların ve hatta bazı milliyetçilerin özgürlükçü bir noktaya gelmesinden de pek rahatsızlar. Üniversiteler ve başörtüsü tartışmasında MHP'li aydınların demokrat ve özgürlükçü söylemleri karşısında 'üçüncü yolcu' sosyal demokratların nasıl Kemalist bir çizgiye çekildiklerini gördük. Bu, 'jakoben cumhuriyetçilik' ile Kemalizm arasındaki mesafenin ne kadar yakın olduğunu gözler önüne seriyor.
Kısaca, kendilerini Locke'dan çok Robespierre'a yakın bulanlar içlerindeki Fransız jakobenizmini yeniden keşfediyorlar. İddiaları, Türkiye'nin muhafazakârlaştığı; görmedikleri, Türkiye muhafazakârlarının modernleştiği, Avrupalılaştığı... Ama 'cumhuriyetçi' elitler yine de rahatsız; demokrat ve modern muhafazakârların sadece Kemalist elitleri değil, 'cumhuriyetçi' elitleri de aşacaklarından korkuyorlar. Haksız da değiller. Yeni Cumhuriyetçi-Kemalist ittifak arayışının gerisinde bu 'korunma' içgüdüsü var.
Bir zat, 'İkinci Cumhuriyetçiler de... Kemalist olur. Küçük bir şartla' demişti. Belki de şartsız...
Zaman gazetesi