Cumhuriyet yönetimi tarafından işsiz ve maaşsız bırakılan "İstiklal Şairi"

Nuriye Çakmak Çelik, Mehmed Akif Ersoy'un hayat hikayesine odaklanıyor.

Nuriye Çakmak Çelik / Yeni Şafak

Tabutuna bir bayrak çok görülen İstiklal Şairi

Mehmed Akif Ersoy, 1290 yılının Şevval ayında; miladi 20 Aralık 1873’te Fatih’in Sarıgüzel Mahallesi’nde dünyaya geldi. Babası, Fatih Medresesi müderrislerinden Mehmet Tahir Efendi oğluna ebcet hesabıyla doğum tarihini ifade eden "Ragîf" ismini verse de telaffuzu zor olduğundan Akif olarak anıldı ve kendisi de bu ismi benimsedi.

Tahir Efendi, Osmanlı ülkesinin Arnavutluk bölgesindeki İpek kazasına bağlı bir köy olan Şuşisa’dan İstanbul’a gelmişti. Tokat’ta dünyaya gelen annesi Emine Şerife Hanım ise aslen Buharalı bir aileye mensuptu. Ailenin Mehmet Akif’ten sonra Nuriye ismini verdikleri bir de kızları oldu.

Geleneğe uygun olarak 4 yıl 4 aylıkken Fatih’te bulunan Emir Buhari Mahalle Mektebine başladı. Burada iki sene eğitim aldıktan sonra Fatih İbtidai Mektebine yazıldı ve babasından Arapça dersleri almaya başladı. 3 yıllık bu eğitimden sonra Fatih Merkez Rüşdiyesi’ne kaydoldu. 1885 yılında mezun olan Mehmed Akif, babası meslek seçimi için kendisini serbest bırakınca Mülkiye İdadisini seçti. Arapça derslerinin yanında Fatih Camii'nde Farsça derslerini takip etti, rüştiyedeki eğitimi boyunca Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransızca dillerinde en başarılı öğrenciydi.

1888 yılında babası veremden dolayı vefat etti. Aynı yıl büyük Fatih yangınında evleri kül oldu. Aile maddi manevi zor bir dönemden geçiyordu. 14 yaşında yetim kalan Akif, maddi sıkıntıları da düşünerek hem yatılı okuyacağı hem de mezun olduktan hemen sonra iş bulabileceği Baytar Mektebine geçmeye karar verdi. 1893 yılında Halkalı Baytar ve Ziraat Mektebi’nin birincisi olarak diplomasını aldı.

Baytarlık mektebinin son iki senesinde şiire olan ilgisi arttı ve sporla da yakından ilgilendi. Yağlı güreşte çok başarılıydı. Ayrıca koşma, gülle atma ve yüzmede akranları arasında her zaman birinci olur, İstanbul Boğazını yüzerek geçer, at biniciliğinde nam salar ve uzun yürüyüşleriyle tanınırdı.

İlk resmi vazifesine Ziraat Vekaleti Baytarlık Şubesinde müfettiş muavini olarak başladı. Dört sene boyunca Rumeli, Anadolu ve Arabistan’ın çeşitli bölgelerine vazifeli olarak gitti.

Çocukken başladığı hafızlık çalışmalarını, yirmili yaşlarında kendi kendine tamamlayan Mehmet Akif, babası gibi birçok alimden dersler okuyarak kendisini yetiştirmişti. İlk şiir ve yazıları bu yıllarda Mektep Mecmuası, Resimli Gazete, Maarif Mecmuası ve Serveti Fünun gibi gazete ve dergilerde yayınlandı. 1 Eylül 1898’de, 25 yaşındayken Tophane-i Amire Veznedarı Mehmet Emin Bey’in kızı İsmet Hanımla evlendi. Bu evlilikten üç kız, üç erkek çocuğu oldu ancak dördüncü çocuğunu bir buçuk yaşındayken kaybetti.

1906 yılında Halkalı Baytar Mektebi'ne Kitabet-i Resmiye (resmi yazışma usulü) muallimi olarak tayin edildi. 1907’de Çiftlik Makinist Mektebi’ne Türkçe muallimi oldu. 1908'den sonra Darülhilâfe Medresesi'nde Osmanlı Edebiyatı müderrisliği yaptı. İkinci Meşrutiyet ilan edildiğinde İstanbul’da Umur-i Baytariye Dairesi Müdür Muavini olarak görev yapıyordu.

1912 yılında Eşref Edip tarafından yayınlanan Sebilürreşad dergisinin başmuharriri oldu. Hayatı boyunca şiir ve yazılarının en büyük kısmı burada yayınlandı. Derginin birinci sayısı Akif’in Fatih Cami şiiri ile çıkmıştı. Safahat’ın ilk bölümü 42 manzume olarak Nisan 1911 yılında yayınlandı.

1913 yılının ilk aylarında Balkan Harbi yenilgisi ile başlayan kötü günlerde İstanbul’un üç büyük camii olan Beyazıt, Fatih ve Süleymaniye camilerinde vaazları ile halka hitap etti. Bu vaazların metinleri yayınlandı ve büyük yankı uyandırdı. Aynı yıl, çalıştığı dairenin müdürü Abdullah Bey’in haksız yere vazifesinden azlolunması nedeniyle 20 yıllık memuriyetinden istifa ederek ayrıldı. Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye’ye (Darüşşafaka Cemiyeti) aza seçildi. Balkan Savaşı sırasında kurulan Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’ne bağlı Hey’et-i Tenvîriyye’ye katıldı ve Mütareke devrinde Şeyhülislamlığa bağlı olarak kurulan Dârü’l-hikmeti’l-İslâmiyye’de başkatip olarak çalıştı.

1914 yılında Abbas Halim Paşa’nın davetiyle iki ay süren Mısır seyahatine çıktı. Beyrut-Kahire-El Uksur-Medine ve Şam güzergahını takip ederek İstanbul’a döndü. Aynı yıl devlet tarafından vazifeli olarak Almanya’ya gönderilen bir heyete dahil oldu. Berlin’de üç ay kaldıktan sonra 1915 yılının mart ayında İstanbul’a döndü. Yine resmi vazifeli olarak Teşkilat-ı Mahsusa Başkanı Kuşçubaşı Eşref Bey’in de içinde olduğu bir heyetle Arabistan’ın Necid bölgesine gitti. Bu yolculukta Medine’yi ikinci defa ziyaret eden Akif, “Necid Çöllerinden Medine’ye” manzumesini kaleme aldı.

İttihat ve Terakkinin dönem dönem yasakladığı Sebilürreşad, 20 ay boyunca kapatıldığı için maddi zorluklar yaşadı ve 1919 yılında İtilaf Devletlerinin işgali altındaki İstanbul’da büyük ızdıraplar çekti. Asım’ın Nesli’ni bu yıllarda yazmaya başladı. İşgalin karşısında direniş hareketlerini destekleyen Mehmet Akif, Büyük Millet Meclisi’nin açılışının ertesi günü 24 Nisan 1920’de zorlu bir yolculuktan sonra Ankara’ya ulaştı. 30 Nisan 1920 Cuma günü Hacı Bayram Camiinde ilk Millî Mücadele vaazını vererek halkı cihada çağırdı. Vazifesinden izinsiz ayrıldığı bahanesiyle İstanbul Hükümeti tarafından Dârü’l-hikmeti’l-İslâmiyye’deki görevinden azledildi.

Yunan işgaline karşı Millî Mücadele faaliyetlerini hızlandırmak için Eşref Edip’le birlikte Ayvalık ve Balıkesir’e gitti. Balıkesir Zağnos Paşa camiinde halka vaaz verdi. Halkta büyük tesir uyandıran ve mücadeleye destek vermeyenleri ikna edip, askerleri yüreklendiren bu konuşmalar dalga dalga yayıldı. Savaş şartlarında Eskişehir, Burdur, Sandıklı, Dinar, Afyon, Antalya, Konya, Kastamonu gibi şehirlere giderek tesirli konuşmalarını sürdüren Mehmet Akif, İstiklal Savaşı'na Burdur mebusu olarak katıldı. Bir yandan da Sebilürreşad’ı Anadolu’nun çeşitli yerlerinden çıkartarak mücadeleye devam etti.

Erkan-ı Harbiye Riyaseti’nin isteği üzerine Maarif Vekaleti tarafından gazetelere verilen ilanla Mili Marş için bir müsabaka açılmış, 700’ün üzerinde eser gönderildiği halde hiçbiri kabul görmemişti. Maarif Vekili Hamdullah Suphi ve arkadaşları Mehmet Akif’e başvurdu. Akif tarafından yazılan İstiklal Marşı, Hamdullah Suphi Bey tarafından mecliste okunup ayakta dinlendikten sonra 12 Mart’ta resmen kabul edildi. Para ödülü olan bir müsabakaya katılmayacağını en baştan şart koştuğu halde meclis kararı olduğu için kazanana verilmesi kaçınılmaz olan 500 lirayı Dârü’l-mesâî isimli, fakir kadın ve çocuklara iş öğreterek geçimlerini sağlama niyetiyle kurulan vakfa bağışladı. Oysaki o sırada üzerine giyeceği bir paltosu dahi yoktu ve çok soğuk havalarda arkadaşı Baytar Şefik Kolaylı’dan paltosunu ödünç alıyordu.

Millî Mücadelenin Manevi Önderi olan Mehmet Akif Ersoy, 1923 yılının mayıs ayında ailesiyle birlikte İstanbul’a döndü ve Beylerbeyine taşındı. Ekim ayında Abbas Halim Paşa’nın davetlisi olarak Mısır’a gitti ve 1923-1924 yıllarının kışlarını orada geçirdikten sonra 1925 yılında tamamen buraya yerleşti ve 1936’ya kadar ülkesine dönmedi.

Millî Mücadelenin en gür sesi Sebilürreşad, 6 Mart 1925’te Bakanlar Kurulu kararı ile kapatıldı. Derginin sahibi Eşref Edip, birkaç kez İstiklal Mahkemelerinde idam istemiyle yargılanmasına karşılık beraat etti. Mısır’a gitmeden önce vedalaştığı dostlarının gitmemesi üzerine ısrarcı olmalarına karşılık olarak “Arkamda polis hafiyesi gezdiriyorlar. Ben vatanını satmış ve memlekete ihanet etmiş adamlar gibi muamele görmeye tahammül edemiyorum ve işte bundan dolayı gidiyorum” demişti.

Hak kazandığı halde emekli maaşı bağlanmayan Mehmet Akif Ersoy, yaşamının sonuna kadar maddi zorluk çekti. 20 yıl devlet memuriyeti, üç yıl milletvekilliği yapmış, İstiklal Marşı ve Çanakkale Destanı’nı kaleme almış büyük şair Cumhuriyet yönetimi tarafından işsiz ve maaşsız bırakılmıştı.

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından kendisine getirilen Kur’an-ı Kerim tercümesi hazırlama teklifini uzun süre kabul etmedi. Bir süre sonra araya giren dostlarını kıramadı ve adına ‘meal’ denmesi ve Elmalı Tefsiri ile bir arada basılması şartıyla kabul etti. 1926 yılında başladığı müsvedde çalışmalarını üç yıl içinde bitirdi. 1932 yılında üzerinde çalışmaya devam ettiği meailini vermekten vazgeçti ve kendisine tahsis edilen 1000 lirayı iade etti. Bunun nedeni olarak dostu Şefik Kolaylı Beye, “Tercüme güzel oldu hatta umduğumdan daha iyi lakin onu versem namazda okutmaya kalkacaklar. Ben o zaman Allah huzuruna çıkamam ve Peygamberimin yüzüne bakamam” demişti.

Mısır’da yaşamasının sebebi olan en samimi dostu Abbas Halim Paşa (Sait Halim Paşa’nın kardeşi) 1935 yılında vefat etti. Bu ölüm acısı için “14 yaşında tattığım öksüzlük acısını bana ikinci defa tattırdı” diyen Mehmet Akif, “bundan sonra Mısır’da duramayacağımı anladım” diyerek hava değişimi için Lübnan’a gitti. Hastalığının ilerlemesi üzerine 1936 haziranında doğup büyüdüğü İstanbul’a doğru yola çıktı. Bir süre Şişli Sıhhat Yurduna yatırıldı. Burada 20 gün kaldıktan sonra Sait Halim Paşa’nın oğlu Halim Beye ait olan Mısır Apartmanı’ndaki kendisi için hazırlanan daireye yerleştirildi. Burada eski dostları, okurları ve İstanbul halkıyla hasret gideren Mehmet Akif, 27 Aralık 1936 Pazar günü vefat etti. Naaşı ertesi gün Beyazıt Camiine getirildi.

Mithat Cemal Kuntay, hatıratında o günü şöyle anlatmıştı: “Cenaze Beyazıt’tan kalkacak. Oraya gittim. Kimseler yok; bir cenazenin geleceği belli değil. Çok sonra birkaç kişi göründü. Biraz sonra çıplak bir tabut geldi. ‘Bir fukara cenazesi olmalı’ dedim. O anda Emin Efendi lokantasının sahibi Mahir Usta elinde bir bayrak ile cenazeye koştu. Sebebini anlamadım. Yine o anda yüzlerce genç peyda oldu. Üniversitenin büyük sancağını çıplak tabuta sardılar. Ellerimi yüzüme kapadım. Cenazeyi tanımıştım. Al sancağa ve siyah Kâbe örtüsüne sarılan tabut, üniversite gençliğinin bir ürperme manzarası olan elleri üstünde gidiyordu. Bunlar kendi kendilerine gelenlerin saflarıydı.”

Cenazeden sonra arabaya verilmeyen tabut, öğrencilerin ellerinde Edirnekapı’ya kadar taşındı. Mezar yeri yine başta İstanbul Üniversitesinde okuyanlar olmak üzere gençler tarafından düzenlendi. Hiçbir devlet yetkilisinin katılmadığı cenaze merasiminin ardından kabre de hiçbir bakım yapılmadı. Ancak 1986 yılında yani vefatının ellinci senesinde kabir taşları düzenlenerek bir lahit eklendi.

Biyografiler Haberleri

İşgal rejimi Gazze kuzeyinde 20 günde 770 kişiyi katletti
Türkiye Yazarlar Birliği Kurucu Başkanı Mehmet Doğan vefat etti
İşgalci İsrail’in kabusu Yahya Sinvar kimdir?
Filistin cihadına adanmış bir ömür: İsmail Heniyye
Siyonist çetenin en çok korktuğu Muhammed ed-Dayf kimdir?