Mustafa Armağan / Yeni Akit
Cumhuriyet TBMM’de dua eşliğinde ilan edilmişti
“Avni Bey (Bozok mebusu): Bir dua yapılsın. (Dua edilsin sesleri.)
(Karahisar mebusu Kâmil Efendi tarafından kürsüde bir dua kıraat edilmiştir.)”
Bu, Cumhuriyetin duasıdır. TBMM 29 Ekim 1923 günü 3 saat süren müzakere sonunda saat 21’de aldığı anayasa değişikliği kararını duayla taçlandırıyordu.
Dua eden Afyonkarahisar mebusu Kâmil Efendi kimdi peki? Yine TBMM kararıyla basılan Sahih-i Buhari şerhini hazırlayanlardan Kâmil Miras.
Bundan 100 yıl önce Cumhuriyet bir duayla taçlandırılmıştı ve bu dua aslında 3,5 yıl önce Meclis açılırken edilen duayla beraber düşünüldüğünde dönemin havasını yansıtan alışılmış sahnelerden biriydi. Nitekim TBMM kürsüsünün arkasında “Ve emruhum şûrâ beynehum” levhası asılıydı ve Şûra suresinin 38. ayet-i kerimesi meclisteki vekillere “Onlar işlerini aralarında şûra/istişare ederek yaparlar” diye Kur’ânî bir mesaj yolluyordu. Hilafetin lağvından sonra bu levha kaldırıldığı gibi o levhanın önünde çekilmiş olan fotoğraflar da kaybedildi. Gördüğünüz fotoğrafı bulup yaymasam belki hakikaten kaybedilecekti.
Aradan bir asır geçti, Cumhuriyet bugün ismi üzerinde “cumhur” ile daha bir kenetlenmiş durumda. Cumhur’un dışlandığı, ötekileştirildiği, tahkir ve tezlil edildiği yıllar büyük ölçüde geride kaldı. Hatta 1950’de köylüler DP saflarında Meclise doluştuğunda “Bu Hasolarla Memolar mı bizi idare edecek şimdi?” diyen zihniyet darbelere ortak oldu, aydınların boynuna menfaat heybesini geçirdin mi halkı dilediğin gibi güdersin diyen İnönü gibilerini de gördük (Kılıç Ali anlatır hatıralarında).
Bugün resmi kutlamalar, resepsiyonlar yapılacak, fener alayları düzenlenecek, bazı aklıevveller siyah okul önlüklerini giyinip “Andımız”ı okuyacak hep bir ağızdan. Berbatın ötesi 100. Yıl Marşı’nı bile söylemeye çalışanlar da çıkabilir, dikkat! Reklamlarda içi boş Cumhuriyet övgüleri birbirinin aynı. Anaokulu seviyesini aşmayan bir söylem fukaralığı hakim hepsine. 1930’larda Osmanlı doğumlu Yakup Kadriler, Reşat Nuriler iyi kötü Cumhuriyete dair edebî eser yazmaya çalışıyordu, bugün onların da kökü kurudu.
İçi boş, çünkü içini boşalttılar Cumhuriyetin. Onda bulunmayan unsurları boca ettiler içerisine ve bugünkü kavram hercümerci çıktı ortaya.
Devletsiz bir Meclis
Cumhuriyet bir yönetim biçimidir, devlet şekli değildir. Temel özelliği ise yöneticilerin seçimle değiştirilebilmesidir. Bu bakımdan monarşinin, yani saltanatın zıddıdır.
Öte yandan cumhuriyet pekala diktatörlüğe dönüşebileceği gibi, saltanat da demokrasiye ikramda kusur etmeyebilir. Nitekim İngiltere ve İspanya başta olmak üzere Avrupa’daki birçok ülke saltanatla yönetilir ve demokratiktir. Buna mukabil Kuzey Kore cumhuriyettir ama babadan oğula geçen bir diktatörlüktür.
Demek ki bir rejimin adının cumhuriyet olması onun demokratik olduğunu garanti etmediği gibi tersine, saltanatla yönetilen bir ülke de demokratik olabilir. Cumhuriyet ile saltanatın demokrasi önündeki vaziyeti kısaca budur.
Türkiye’nin durumu büsbütün ilginç, çünkü 28 Ekim 1923’te padişah ve padişahlık bulunmadığı gibi saltanat kaldırılalı 1 yıl olmuştur. 1 Kasım 1922’de saltanat TBMM tarafından kaldırılmış ama yerine bir şey konulmamıştı. TBMM kurulurken vekiller padişaha bağlılık yemini etmiş ve anayasa sayılan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda başta bir padişah bulunduğu için bir devlet başkanlığı ihdas edilmemişti. Osmanlı anayasasına göre kurulmuş bir Meclis vardı ve 1 nolu kanunun “ağnam” yani koyun ve keçiden alınan vergilerle ilgili olmasının tek sebebi, Osmanlı Meclisinin son müzakere ettiği kanun teklifinin “ağnam” vergisi olmasıydı. Sadece bu bile TBMM’nin Osmanlı Meclisinin devamı olduğunu göstermeye yeter.
1 Kasım 1922’den 29 Ekim 1923’e kadarki durum şuydu: Osmanlı Devleti ve saltanat yoktu, Ankara’da devleti olmayan bir Meclis hükümeti vardı. Lozan görüşmelerini bu devletsiz Meclisin üyeleri yürütüyordu. Ne için? Yeniden devlet olabilmek için.
29 Ekim’e kadarki Meclisin bir özelliği de, devlet başkanı olmadığı için bakanlar kurulu üyeleri ile başbakanı tek tek Meclisin belirlemesiydi. Bakanlar teker teker seçiliyor ve Meclise karşı sorumlu oluyorlardı. Başkanlık sistemine geçişimize kadar alışık olduğumuz Cumhurbaşkanının Başbakanı ataması, onun da Bakanlar Kurulunu teşkil edip Cumhurbaşkanına sunması, Meclisten güvenoyu alınması sürecine yabancıydı Gazi Meclis. Her ne kadar 1923 Ağustosunda açılan 2. TBMM üye yapısı bakımından Gazi Meclisten farklı idiyse de prosedür bakımından aynı kanunlara tabiydi.
İşte Cumhuriyet tam bu prosedür krizi üzerine ilan edilecekti ve 28 Ekim 1923’te bugün içine doldurdukları laiklik, çağdaşlık gibi lügat paralamalarından uzak bir iklim cariydi.
28 Ekim akşamına giden yol şöyle döşenmişti:
Cumhuriyet nasıl ilan edildi?
Tek parti olan CHP’nin Meclis grubu Meclis 2. başkanlığına Gazi Mustafa Kemal’in istemediği Rauf Orbay’ı, İçişleri Bakanlığına da Sabit Beyi seçti. M. Kemal yeni bakanları onaylamadı. Meclis ile Gazi karşı karşıya geldi. Bu arada Fethi Okyar Başbakanlıktan istifa etti. Bir hükümet krizi patlak verdi. Meclis grubu başbakan olarak Ali Fuat Cebesoy’u istemektedir. Fethi Bey grubu topladı. Krizi nasıl çözebileceklerini müzakere ettiler. Kemaleddin Sami Paşa bir teklifte bulundu. Bunalımın hallinin Gazi’ye bırakılması teklif kabul edildi ve toplantıya çağrıldı.
Gazi gruba gelir ve görevi kabul eder. Bir saat süre ister. Bu süre zarfında anayasanın 7 maddesinde değişiklik yapılmasına karar verir. Buna göre zaten “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” yazılı bulunan 1. maddeye “Türkiye devletinin hükümet şekli Cumhuriyettir” maddesi eklenir. 10. maddeye Cumhurbaşkanını Meclisin seçeceği hükmü konulur. Diğer ilgili maddeler de değiştirilir ve bu şekliyle gruba getirilir.
Teklif Anayasa Komisyonundan hızla geçirilir ve genel kurula gelir. Toplam 291 üyesi bulunan TBMM’de 29 Ekim saat 18’de sadece 159 vekil hazırdır ve onların oyuyla anayasa değişikliği gerçekleşir, hemen ardından tek aday olan Mustafa Kemal Cumhurbaşkanlığına seçilir. Diğer 130 milletvekili o gün memleketindedir, Ankara’da olanların kapısına da polis dikilip oturuma katılmaları engellenir. Gelemeyenlerin arasında Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşalar gibi deve dişi gibi adamlar da vardır.
Kriz halledilmiş, Bakanlar Kurulu’nu belirleme yetkisi Meclisten alınmış ve kendisine sadece güvenoyu verme yetkisi bırakılmıştır. “Yarın Cumhuriyeti ilan ediyoruz” sözü tamamen bu krizle ilgilidir. Anayasa değişikliği Cebesoy’un hatıratında geçtiği gibi bir oldubitti (emrivaki) şeklinde kabul ettirilmiştir.
Kâzım Karabekir ise o gün Trabzon’da bahriye müfrezesi komutanından alacaktır Cumhuriyetin ilan edildiği haberini.
Meselenin özü budur vesselam.