İbrahim Kalın, Suriye'deki savaşın 6 yıllık geçmişine bakıldığında konjonktürel hareketliliklerin yaşanmasının rutin haline geldiğini söyledi. Başından bu yana DEAŞ'la mücadele stratejisinde bir takım temel hataların yapıldığını kaydeden Kalın, sözlerini şöyle sürdürdü:
"2011 yılında Suriye'de olaylar başladığı zaman 2014 yılının ortalarına hatta sonuna kadar Suriye'de DEAŞ yoktu. Suriye'de rejim vardı, muhalifler vardı. Orada henüz Rusya yoktu, İran yoktu, diğer bütün ülkelerin şu anda bir şekilde orada bulunan ve bir kısmı da vekalet savaşı yürüten aktörlerin birçoğu yoktu. O zaman bizim ısrarla söylediğimiz şey, Suriye halkının meşru talepleri çerçevesinde bir değişimin, bir siyasal geçiş sürecinin hayata geçirilmesi gerektiği yönündeydi. Bu konuda bir konsensüs oluşmuştu. Suriye'nin dostları diye bir grup ülkeler ki 100 civarındaydı bu, Suriye muhalefetini Suriye halkının meşru temsilcisi olarak tanıdığını ilan etmişti. Tunus'ta yapılan ilk toplantıda daha sonra Avrupa'da çeşitli Arap ülkelerinde yapılan toplantılarda bu konu defaatle dile getirildi. Obama yönetiminin Suriye konusunda bir strateji ortaya koyamaması, bazı şeyleri bilerek veya bilmeyerek geciktirmesi neticede alanı o kadar karmaşık hale getirdi ki DEAŞ buraya sarktı, Irak üzerinden geldi, başka yerlerden geldi, Avrupa'dan, Kafkaslardan, Orta Asya'dan başka yerlerden işte bu gruplar gelip farklı milletlerden, buralardan bu gruba katılmak suretiyle sahayı lehlerine çevirmeye çalıştılar. Biz o zaman da söyledik, bakın bu eğer böyle devam ederse Suriye meselesi bölgeselin de ötesinde küresel bir mesele haline gelecek ve nitekim de öyle oldu. Bütün önemli küresel aktörlerin bir şekilde içinde yer aldığı sorunlar yumağı haline geldi."
Daha da karmaşıklaştıran şey DEAŞ'la mücadele adı altında çeşitli bölgesel politikaların hayata geçirilmeye başladığını gördüklerini aktaran Kalın, şöyle devam etti:
"Burada farklı milis gruplar, farklı militer gruplar, paramiliter gruplar vesairelerin yavaş yavaş devreye girdiğini, vekalet savaşlarının daha belirgin hale geldiğini gördük. Şimdi tabii ki DEAŞ'la mücadelenin hem askeri anlamda hem siyasi anlamda hem ideolojik, ekonomik vesaire alanlarda yapılması lazım. Bu sapkın ideolojinin İslam'la bir ilgisi yok. Şunu da hatırlayalım DEAŞ bugüne kadar en fazla Müslümanları öldürdü. Suriye'deki Müslümanları öldürdü, Irak'taki Müslümanları öldürdü, yakaladığı esirleri öldürdü, Ürdünlü pilotlar vesaire... Bunların birçok örneğini vermek mümkün. Baktığınız zaman bunun küresel etkilerine, bir tarafta Suriye'de ve Irak'ta bu terörü estiriyorlar, Batı'daki İslamofobik akımlara güç veriyorlar bu tür eylemleriyle ve bu bir anlamda Avrupa'da yükselişe geçen aşırı sağcı hareketlere de bir meşruiyet alanı sağlıyor. Dahası Orta Doğu'da herhangi bir politikayı hayata geçirmek için DEAŞ çok elverişli bir enstrüman haline geldi. 'Ben buradayım çünkü DEAŞ'la mücadele ediyorum. Yaklaşık 1- 1,5 yıl önceydi Cumhurbaşkanımız ilk bunu dile getirdi sonra da çeşitli vesilelerle ifade etti nasıl oluyor da uluslararası DEAŞ'la mücadele koalisyonunda 40-50 tane ülke var farklı kapasitelerle katılan ama hakikaten bölgenin, dünyanın önde gelen ülkeleri var. Bu kadar gücün karşısında DEAŞ diye bir örgüt var ve bu örgüt bir türlü bitirilemiyor, 1 yıldır, 2 yıldır, 3 yıldır bir türlü bitirilemiyor. Burada bir soru sorulması lazım. Bu rasyonel bir şey değil. Bu kadar ABD'den Körfez ülkelerine, çeşitli Avrupa ülkelerinden daha uzak Avustralya gibi ülkelere kadar bu koalisyon içinde yer alan ülkelerin bir sürü imkan ve kabiliyetleri bir araya getirildiğinde 10 bin, 20 bin, 30 bin mensubu olan bu terör örgütünün çoktan ortadan kaldırılması gerekirdi. Bunun olmadığını gördük. Bir de buna başka bir şey daha eklendi Suriye sahasında, PKK'nın Suriye kolu olan PYD, YPG terör örgütü eklendi. Bu da yine Obama yönetiminin izlediği politikanın bir neticesi olarak çıktı maalesef Trump yönetimi de aynı politikayı devam ettirdi. Orada da ilginç bir hem çelişki diyebilirsiniz hem de belki çok da şaşılacak bir şey değil diye de bakılabilir Trump, geldiğinde adeta bir anti Obama gündemiyle geldi. Obama ne yaptıysa onu iptal edeceğini, onu ortadan kaldıracağını söyledi. Esed rejimini vurdu bile bir defa bu vaatlerle gelmesine rağmen PYD konusunda Obama yönetiminin bıraktığı yerden aynen devam etti."
"İdlib'deki yapılanmanın Türkiye ile ilişkilendirilmesi kabul edilemez"
ABD'nin DEAŞ'la Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk'ün İdlib'deki terör örgütlerinin mevcudiyetiyle Türkiye'yi ilişkilendiren değerlendirmelerine değinen Kalın, şu ifadeleri kullandı:
"Şimdi DEAŞ'la mücadele özel temsilcisi kişi de o dönemden kalma devam eden bir görevli ve zaman zaman onun PYD'lilerle, YPG'lilerle görüşmeleri, çektiği fotoğraflar, ziyaretler vesaireler basına da yansıyor. Resmi görüşmeler çerçevesinde Türkiye'ye de geliyor, heyet çerçevesinde. Bu son Middle East Institute'de yaptığı açıklama bizim için tabii ki kabul edilebilir bir şey değil. İdlib'deki bu terör örgütü yapılanmasının Türkiye ile ilişkilendirilmeye çalışılması, böyle bir imada bulunulması kabul edilebilir bir şey değil. Neden? İdlib'i biz kontrol etmiyoruz. Yani İdlib'i kontrol eden bir takım güçler varsa orada nedir onlar YPG (İdlib'i değil ama İdlib civarında bulunan), Amerikalıların belli bir varlığı var, Rusların belli bir varlığı var, rejim var orada. Bizim sınırımıza yakın kısımlarda çok ciddi bir mülteci hattı oluştu ve biz bir kaç yıldır oraya zaten Halep'in tahliyesinden önce de insani yardım ulaştırma noktasında AFAD, Kızılay, STK'larımız çok ciddi bir çabanın içinde oldular. Halep'in tahliyesiyle beraber İdlib nüfusunda ciddi bir artış oldu. O zaman Rusya ile yaptığımız o tahliye süreci neticesinde amacımız neydi oradaki sivillerin kurtarılması. Çünkü sıkışıp kaldılar orada ve Doğu Halep'ten onların çıkartılması gerekiyordu yoksa bir sürü masum insan ölecekti. Şimdi İdlib'de bir nüfus yoğunlaşması oldu. 1,5- 2 milyona yakın insan şu anda oraya yığılmış durumda, o hatta sıkışmış durumda. Zaman zaman Türkiye'ye gelenler oluyor, Türkiye'den yardımlar gönderiliyor amacımız orada insani anlamda onların en azından nefes almasını sağlayacak bir ortam sağlamak. Şimdi bu kadar geniş bir alanda bu kadar çok yoğun insanın olduğu bir yerde ve sahada bu kadar farklı dinamiklerin hareketli olduğu bir alanda kalkıp bir tane gelişmeyi hem de en olmayacak şey, Türkiye'nin hiç ilgisinin, alakasının olmadığı bir şeyi Türkiye'ye fatura etmeye çalışmak iyi niyetle bağdaştırılacak bir şey değil. Biz bunu müttefiklerimizle sahada her gün konuşuyoruz. Bunun üzerine biz evvelsi gün Sayın Başbakanımızla, Müsteşarımızla, Dışişleri Müsteşarımızla istişare ettik ve Müsteşar Yardımcısı Sedat Bey'in aramasının uygun olacağını kararlaştırdık ve kendisi de aradı tepkimizi dile getirdi dün de zannediyorum basına da verildi bununla ilgili. Çünkü kayda da geçirilmesini istedik. Bu tür imalar, suçlamalar kabul edilebilir şeyler değil."
"İşler kötü gittiği zaman günah keçisi aranıyor"
Orta Doğu'da bir yerde işler kötü gittiği zaman bir günah keçisi arandığını kaydeden Kalın, konuşmasına şöyle devam etti:
"Suriye'de kötü gittiğinde işte hemen Türkiye öne çıkıyor. Hatırlayın 1- 1,5 yıl önce sürekli Türkiye'nin yabancı terörist savaşçılara izin verdiği hatta hatta DEAŞ'tan petrol aldığı, şu yaptığı bu yaptığı, DEAŞ teröristlerinin Türkiye'ye getirilip tedavi edildiği gibi iler tutar hiçbir tarafı olmayan, hiçbir delile dayanmayan iddialar ortaya atıldı. Bunların hiçbirisini de ispatlayamadılar. Yani Amerika'nın önde gelen basın kuruluşları New York Times, Washington Post gibi ciddi olduğu var sayılan gazeteler bunları yazdılar. Netice olarak bir tane delil ortaya koyabildiler mi ortaya? Petrolü kim almış, nereden almış, hangi yabancı terörist savaşçıya izin verilmiş? Halbuki biz o dönemde ısrarla şunu söyledik: 'Terörle mücadele küresel anlamda tam işbirliği gerektiren bir alandır.' Yabancı terörist savaşçılar sadece Türkiye'den ya da bir ülkeden gitmiyorlar Suriye'ye. Irak'tan, Lübnan'dan her yerden gittiler, gidiyorlar değil mi? Biz o zaman dedik ki bu konuda tam bir istihbarat işbirliği içinde olmamız lazım. Avrupalı ülkeler bizim falanca vatandaşlarımız Belçikalı, Fransız, Alman vesaire DEAŞ'a katılmak veya Suriye'de şu cephede, bu cephede savaşmak için Suriye'ye gidiyorlar. Kendi vatandaşını kendi topraklarında durdurmayan bir Avrupa ülkesi Türkiye'ye gelip hesap soruyor. Diyor ki benim falanca vatandaşım, falanca sınırdan Suriye'ye geçmiş. Bizim doğal olarak sormamız gereken soru nedir? Siz bunu neden kendi topraklarınızda durdurmadınız? Bir. İki, diyelim ki yakalayamadınız ya da gözden kaçtı bir şekilde sistemin bir yerinden çıktı gitti, bunun bilgisini bizimle neden hemen paylaşmadınız? Bu kişi ta düşün yani Paris'ten kalkacak, Brüksel'den kalkacak uçağa binecek, İstanbul'a, Antep'e bir yere gelecek oradan Suriye tarafına gelecek. Bütün bu süreç içinde bir şey yapmayacaksınız siz adeta göz yumacaksınız bütün bu hareketliliğe ondan sonra Türkiye'yi de yabancı terörist savaşçılar buralardan geçiyor, Türkiye bir şey yapmıyor diye suçlayacaksınız. Bakın Türkiye'ye 37-38 milyon turist geliyor yılda. Yani hangi Fransız vatandaşının anlında ya da yakasında yazıyor ben gidip falanca yerde şu yerde şu gruba katılacağım diye. Bunu sert bir şekilde uyguladığınızda bu sefer 'Seyahat özgürlüğü engelleniyor', 'Türkiye çok tedbirler alıyor' gibi argümanlarla karşınıza çıkıyorlar. Dolayısıyla bu bir kaç gün önce ifade edilen bu konu aslında 2 yıl önce kullanılan tüketilmiş, artık bayatlamış, kenara bırakılması gereken bir argümanın yeni ifadesidir. Biz bunu kesin olarak, kesin bir dille reddediyoruz."
İyi istihbarat işbirliğinin yapıldığı dönemlerde bu geçişlerin engellendiğini aktaran Kalın, "Biz Amerikalılarla, Avrupalılarla başka ülkelerle Tunus, Suudi Arabistan, Rusya oraya gidenler oldu, oluyor. İyi bir istihbarat işbirliği yaptığımız dönemlerde biz bunları engelledik. Hatta biliyorsunuz bir kaç tane skandal hadise de yaşandı. İki tane Fransız vatandaşını biz burada tutukladık, Fransa'ya iade ettik. Bunlar DEAŞ zanlısı olarak buradan gönderildiler, deport edildiler Türkiye'den ve hatırlayın Fransızlar, Belçikalılar bunları serbest bıraktılar bunların bir kısmı Brüksel'deki havaalanı saldırısına katıldılar vesaire. Şimdi burada eğer birisi eleştirilecekse öncelikle Avrupa ülkelerinin, yani kendi vatandaşlarına sahip çıkamayan ve bu hareketliliği durduramayan Avrupa ülkelerinin oturup kendilerini bir sigaya çekmesi, bir muhasebe yapması lazım." diye konuştu.
Bu konuda Türkiye'nin istihbarat birimlerinin tam bir yetkinlik içinde ve tam bir özveriyle çalıştığını kaydeden Kalın, "Kolay bir şey değil. Suriye ile 911 kilometre sınırınız olacak orada 6 yıldır böyle bir savaş devam ediyor olacak öbür tarafta Irak, bu ülkelerin durumları ortada, güvenlik durumları ortada ve siz ülkenizi korumak için elbette ki bu tedbirleri alacaksınız. Bunun için tabii ki işbirliği yapmak zorundasınız, istihbarat paylaşımı yapmak zorundasınız. Hem bunları yapmayacaksınız hem de orada işler kötüye gittiği zaman İdlib'de şu oldu, Halep'te bu oldu deyip Türkiye'yi suçlama yoluna gideceksiniz. Bu kabul edilebilir bir şey değil. Herkesin sorumluluğu eşit bir şekilde paylaşması gerekiyor." ifadelerini kullandı.
"YPG'nin, PYD'nin politikalarını en iyi onlar biliyorlar"
Çatışmasızlık bölgelerinin, Suriye'deki sorunların çözümünde sihirli bir formül olmadığını ifade eden Kalın, İdlib, Halep, Rakka'da yaşananların yanında PYD'nin kontrolündeki bölgelerde de başka bir savaş yürütüldüğünü, Amerikalıların PYD politikalarını meşrulaştırmak için kullandığı araçlardan bir tanesinin de dikkatleri oralardan kaydırmak olduğunu söyledi.
PYD'nin ve YPG'nin kontrolünde olan bölgelerde asayiş berkemal demenin mümkün olmadığını vurgulayan Kalın, Fırat Kalkanı Harekatını başlattıktan sonra Cerablus bölgesine, 100 bine yakın Suriyeli mültecinin emniyetli bir ortam oluşması üzerine geri döndüğünü, ancak bu insanların PYD'nin, YPG'nin kontrolündeki bölgelere dönmediğini anlattı.
Kalın, "Eğer gerçekten orada DEAŞ'la mücadele varsa, neden dönmüyorlar. Çünkü, güvenmiyorlar. YPG'nin, PYD'nin baskı ve faşizan politikalarını en iyi onlar biliyorlar. YPG, PYD bu baskıları herkese, kendisine biat etmeyen herkese yapıyor. Arab'a, Türkmen'e, Kürd'e, Hristiyan'a da yapıyor. Orada, muhalif, PYD, YPG'li olmayan Kürt gruplar nasıl bertaraf edildi, ortadan kaldırıldı. Bu 2-3 sene içerisinde Amerika'dan aldıkları desteklerin sayesinde oldu." diye konuştu.
YPG ve PYD ile Kürtleri birbirinden net bir şekilde ayırdıklarını belirten Kalın, Suriye Kürtlerinin de YPG, PYD'nin bir payandası olmadığını, YPG ve PYD'nin de Kürtler'in tamamı olmadığını kaydetti.
Kalın, bu ayrımın net bir şekilde yapılması gerektiğine dikkati çekerek, şöyle devam etti:
"Zaman zaman gene bir çarpıtma stratejisinin bir parçası olarak, bizim PYD, YPG ile ilgili dile getirdiğimiz itirazları, Bize 'Türkiye Kürtlerinin kazanımlarını, temel hak ve hürriyetlerini engellemeye çalışıyor' diye sunmaya çalışıyorlar. Bunun hakikatle hiç bir ilgisinin olmadığı çok açık, net ortada. Bizim temel itirazımız PKK, PYD, YPG gibi terör örgütlerinedir. Bunların Kürtlerin temel hak ve hukukuyla uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. "
"Irak'taki sorunlar hemen bir anda çözülecek sorunlar değil"
İbrahim Kalın, Irak'ın Türkiye'yle çok öncelere dayanan bir komşuluk ilişkisi olduğunu belirterek, Irak'taki Araplar, Kürtler, Türkmenlerle uzun yıllar akrabalık ilişkilerinin sürdüğünü söyledi.
Körfez savaşının Irak'ta ciddi travmalara neden olduğunu, Irak'ın psikolojisinin, toplum yapısının, insan ilişkilerinin de değiştiğini, sorunların krize dönüştürüldüğünü, zayıf bir merkezi yapının ve güvenlik sıkıntısının ortaya çıkarttığı sorunlar yumağı olduğunu belirterek, Irak'ta iktidara gelecek kişinin bu sorunlarla uğraşacağını anlattı.
Irak'ın toprak bütünlüğünün, egemenliğinin korunmasının ve güvenliğinin sağlanmasının, Türkiye için çok önemli olduğunu vurgulayan Kalın, yine Irak'ın iç barışının sağlanması ve refahın garanti altına alınmasının da önemli olduğunu kaydetti.
Kalın, bunların birbiriyle bağlantılı ve hepsini bir arada yapılmasının mümkün olduğunu belirterek, konuşmasına şöyle devam etti:
"Öncelikle Irak'ta kucaklayıcı, herkesin kendini Irak'a ait hissettiği bir siyaset alanının inşa edilmesi lazım. Bu, şu anda yok. Bağdat, Irak'ın tamamına bu öz güveni aşılamıyor. Mesele sadece Şiilerin bir araya gelip öbür gruplara karşı cephe oluşturması da değil. İnsanlar daha adil, şeffaf, etkin bir yönetim istiyorlar. Bu tabloya bakınca Irak'taki sorunlar hemen bir anda çözülecek sorunlar değil. Bütün gruplarla taraflarla eşit ilişkide olmak için gayret sarf ettik. Geçtiğimiz 10 yıla baktığımız zaman Sünnilerle, Şiilerle, Türkmenlerle, Kürtlerle, Hristiyanlarla, Yezidilerle, farklı dönemlerde, farklı zeminlerde sürekli ilişki kuruldu. Türkmenlerle özel bir ilişkimiz var. Türkmenler, tek bir bölgede değil, Irak'ın her yerinde varlar. Bu kriz dönemlerinde zaafa dönüşüyor. Tek bölgeye yoğunlaşmadıkları için temsil noktasında, bu handikap olarak onlara geri dönebiliyor. Bizim amacımız orada hiç bir zaman Sünnicilik yapmak değil. Şiilere karşı, Sünnilerin tarafını tutmak, Araplara karşı Türkmenlerin ya da Kürtlerin tarafını tutmak değil. Orada birlik beraberlik ortamı yaratmaya çalışmak. Kim eziliyorsa onun yanında durup, onları eşit bir aktör olarak masaya getirme gayretiydi."
Gerek Türkiye'deki, gerek Ortadoğu'daki Kürtlerle sorun olsaydı, Irak Kürtleriyle, Erbil'le, Barzani'yle bu şekilde iyi ilişkiler yaşanamayacağını vurgulayan Kalın, "Referandum meselesi, Irak'ın toprak bütünlüğüne tehdit teşkil eden bir gelişme olacaktır. Referandum yapıldığında kim onaylayacak. Diyelim ki Kürt bölgesinde yaptınız, Bağdat parlamentosunun da onaylaması gerekmeyecek mi? Bunun resmiyet ve meşruiyet kazanabilmesi için bunun Irak parlamentosu tarafından da onaylanması gerekecek." dedi.
"Sünni Arapların Irak ulusal siyasetine tekrar kazandırılması çok önemli"
Kalın, hiçbir zaman oradaki Türk askerinin herhangi bir Iraklı gruba karşı bir tutum içinde olmadığını dile getirerek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Tam tersine bütün bölgenin güvenliğini sağlamak için hep orada olmuştur. Mesela Musul'un DEAŞ'tan temizlenmesi, olumlu bir gelişme. Fakat şimdi iki temel konu var, bir Musul'un yeniden inşası. Musul'dan 1,5 milyona yakın insan kaçmak zorunda kaldı. Göç bile değil, yani kaçmak zorunda kaldı. Toplayabildiği üç, beş parça eşyasıyla, elbisesiyle, çocuğu kucağında bu insanlar kaçtılar. Nerelere kaçtılar? Kürt bölgesine kaçan oldu, Türkiye'ye gelen oldu. Güney'e gidenler oldu. Bağdat'a gidenler oldu. Şimdi bu insanları tekrar Musul'a geri getirmek gerekiyor. Bu çok ciddi büyük bir operasyon. Önce güven duyması lazım insanların. Bu da beni ikinci noktaya getiriyor o da şu; ilk planda Musul'un DEAŞ'ın eline geçmesini sağlayan şartları kim, nasıl sağladı? Bu soruyu bugün tekrar sormamız lazım. Burada geriye doğru bunu da sormamız lazım. Asıl önemli olan soru şu, üçüncü soru. DEAŞ gibi terör örgütlerini ortaya çıkartan şartlar Irak'ta var olduğu müddetçe Irak hiçbir zaman güvenli olmayacak. DEAŞ bugün Musul'dan atılır, yarın bir başka yerde bayrak dikebilir. Dolayısıyla demin söylediğim, bir kere Sünni Arapların Irak ulusal siyasetine tekrar kazandırılması çok önemli. Orada İbadi'ye, onun partisine, Şii milletvekillerine büyük sorumluluk düşüyor. Biz genel manada İbadi'nin politikalarına olumlu gördüğümüz noktalarda destek, iyi de bir diyalogumuz, ilişkimiz var."
Musul'daki duruma ilişkin Kalın, "Burada uluslararası topluma da büyük bir sorumluluk düşüyor. Musul yeniden inşa edilirken, Musul halkının Sünnilerin, Türkmenlerin, Kürtlerin ve diğer bütün grupların Şiiler de dahil olmak üzere, kendilerini emniyette hissedebilecekleri emin bir ortamın inşa edilmesi gerekiyor. İşte onun için de geçmişteki hataların tekrar edilmemesi gerekiyor." dedi.
"Mescid-i Aksa sorunumuz yok İsrail'in sorunumuz var"
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, İsrail'in Mescid-i Aksa'ya yönelik ihlallerine yönelik soruya da "Bir Mescid-i Aksa sorumuz yok, İsrail'in politikaları sorunumuz var. Mescid-i Aksa hiçbir zaman bir mesele değildir. Zaman zaman bunu Batı basını da 'Filistin meselesi', 'Kudüs meselesi' vesaire gibi yansıtmaya çalışıyorlar. Mesele ne Kudüs'te, ne Filistin'de, ne Mescid-i Aksa'da. Mesele İsrail'in izlediği işgal politikalarında ve 50 yıldan fazladır devam ettirdikleri bu işgal, dışlama, Filistin halkını yok etme, Filistin'in tarihi, dini kimliğini değiştirme politikalarıdır. Şimdi biz, bu tabii sıcak gelişmeyle ilgili olarak son 15 gündür, 14 Temmuz'da orada yaşanan bir dizi hadise neticesinde birkaç can kaybı oldu. Biz bunu tasvip etmediğimizi, nereden gelirse gelsin bu tür hadiseleri kabul etmediğimizi zaten ifade ettik." yanıtını verdi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın hemen İsrail Cumhurbaşkanını aradığını, henüz kamuya dönük hiçbir açıklama yapmadan öncelikle bu diplomatik kanalın kullanıldığını aktaran Kalın, şu değerlendirmede bulundu:
"Tabii İsrail'in aldığı tedbirleri kalkıp başka ülkelerle kıyaslanamaz. Mesela Fransa'da Paris'te Notre Dame'e girerken de güvenlik var ya da Sultanahmet'e. Bunlar yanlış mukayeseler. Yani İsrail orada işgalci bir güç olarak bulunuyor ve Müslümanların mabedine girişi-çıkışı kontrol etmek gibi bir talepte bulunuyor. Bu kabul edilebilir gibi bir şey değil. Müslümanların, Filistinlilerin, Arapların tepkisi de buradan kaynaklandı zaten. Bir de asıl önemli olan şu, asıl büyük risk belki aynı 94'te El-Halil Camisi'nde yaptıkları gibi Mescid-i Aksa'nın, yani o bölgenin Kubbet-üs Sahra, Hz. Ömer Camisi, Mescid-i Aksa diye ifade ettiğimiz o kompleksin, külliyenin statüsünün değiştirilmesine dönük adımların atılmasına dair endişeler var. Mesele buradan kaynaklanıyor. İsrail makamları resmi açıklamalarında mevcut statünün korunduğunu, korunacağını söylüyorlar. Fakat bu tabii güven vermiyor. Orada zamansal ve mekansal olarak Mescid-i Aksa'nın bölünmesine dönük birtakım adımların atılmak istendiğini biz biliyoruz. Bu yeni bir şey de değil.
Bu Netanyahu hükümetlerinin her döneminde gündeme geldi, çeşitli adımlar attılar ve İsrail'in birçok yerde yaptığı gibi önce fiili bir durum yaratıp, ondan sonra onu hukuki hale getirmeye çalıştıklarını gördük. Şimdi bu hadiselerde de tabii birçok insan hayatını kaybetti. Yüzlerce, binlerce insan da yaralandı ama hakikaten çok asil ve şanlı bir direniş gösterdi Filistin halkı."
"Ortada, modern siyasetin en adaletsiz, en acımasız tarihi hadiselerinden birisi var"
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın çok ciddi bir diplomatik çaba gösterdiğini, bu kapsamda birçok Müslüman ülkenin liderleriyle konuştuğunu, açıklamalar yaptığını dile getiren Kalın, Erdoğan'ın şu anda İslam İşbirliği Teşkilatı Zirve Dönem Başkanı olduğunu hatırlattı.
Kalın, İslam İşbirliği Teşkilatı Dışişleri Bakanları Olağanüstü İcra Komitesi Toplantısı'nın da Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu başkanlığında yapılacağını vurgulayarak, "Buradan ne çıkacak? Bir kere her şeyden önce Kudüs'ün, Mescid-i Aksa'nın statüsünün korunmasına ilişkin çok güçlü bir irade beyanı tekrar ifade edilecek. Bu niye önemli? Burada eğer biz bu pozisyonumuzu net bir şekilde ortaya koymazsak İsrail burada bir zaaf görür, burada bir gevşeme görür ve oradan yürür. İsrail'in politikaları hep bu şekilde oldu bugüne kadar. Dolayısıyla orada en ufak bir geri adım atmanın söz konusu olmayacağını, bizim açık ve net şekilde ortaya koymamız gerekiyor. Tabii mesele sadece Mescid-i Aksa'nın girişlerini kontrol etme ya da Kudüs'ün statüsü meselesi değil. Temel olarak Filistin'in mevcut durumu ve geleceğiyle ilgili ortada modern siyasetin en adaletsiz, en acımasız tarihi hadiselerinden birisi var." ifadelerini kullandı.
İbrahim Kalın, daha önceden İsrail'in Mescid-i Aksa'nın altını oymaya yönelik girişimleri olduğuna dikkati çekerek, o dönemde de ciddi bir kampanya yapıldığını ve bunun engellendiğini ancak bu durumların İsrail'deki birtakım aşırı gruplarca gündeme getirildiğini söyledi.
AA