Cumhurbaşkanı Erdoğan’la Canlı Yayının Perde Arkasında Neler Yaşandı?

Mehmet Acet, son iki yazısında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katıldığı ve daha çok Ayasofya ile ilgili değerlendirmeleriyle gündem olan programdaki konuşmasının detaylarını kaleme aldı.

Mehmet Acet’in Yeni Şafak’taki köşesinde yayımlanan konuyla alakalı dün (20 Mart 2019) ve bugünkü (21 Mart 2019) yazılarını birleştirerek ilginize sunuyoruz:

Tayyip Erdoğan ile Canlı Yayının Perde Arkası

Pazartesi akşamı Kanal 7, Ülke TV ve TVNET’in ortak yayınında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı ağırladık.

Bendeniz, Hasan Öztürk, Turgay Güler, Hande Aydemir ve İstanbul’un değişik üniversitelerinde eğitim gören öğrencilerle Cumhurbaşkanı’nı soru yağmuruna tuttuk.

Gündüz Çanakkale’de 4 ayrı programa katılan Erdoğan saat 20.30 civarında yayın yapacağımız Üsküdar’daki Nevmekan Millet Kütüphanesi’ne geldiğinde her zamanki enerjisini koruyordu.

Keyfi de yerindeydi.

Öğrencilerin hilal biçimindeki oturma düzenine bakıp, gençlerin bir bölümünün arkasında kalacağını fark edince, tereddüt edip “Ben şimdi bu arkadaşlara nasıl sırtımı döneceğim” dedi.

İşi şakaya vurup, “Sırtımı gençlere yasladım” diye düşünebilirsiniz dedim, gülüştük.

Televizyonculuk işinde bir programın başarısının, özgün formatta yeni şeylerin sorulabildiği, yeni şeylerin söylenebildiği bir işin çıkıp çıkmadığı ile ölçülebileceğini düşünmüşümdür hep.

Gelen telefon ve mesajlardan da anlıyorum ki, Pazartesi yayınımız böyle bir amaca uygun şekilde gelişti.

Erdoğan ile son 12 sene içinde katıldığım bu 10’uncu yayın oldu.

Birilerinin sunmaya çalıştığı gibi ‘Elimize soruların tutuşturulduğu’ bir yayın olmadı bu sonuncusu da.

Nitelikli soru sorma peşinde olanlar için Erdoğan’ın her türlü soruya açık bir siyasetçi olduğunu da bu kadar tecrübenin üstüne söyleyebilecek durumdayım.

TOPLANTILARDA, GÖRÜŞMELERDE ALDIĞI NOTLAR KİTAPLAŞACAK MI?

Üniversite öğrencileriyle birlikte ‘Yeni sorular’ sorduk Cumhurbaşkanı’na. O da ‘Yeni cevaplar’ verdi.

Gençlerden biri “Siyasi tecrübelerini kaleme alıp almayacağı” yönünde bir soru sordu.

“Yazdırıyorum. Bu görevleri yapan arkadaşlarım var. Yaklaşık 10-15 arkadaşım çalışıyorlar. Bu eserler de çıkmaya başladı. Önümüzdeki yıldan itibaren piyasaya süreceğiz” cevabını verdi.

Bunlar, Erdoğan’ın siyasi hayatı, fikirleri, icraatlarını konu olan çalışmalar.

Bir de kişisel hikayesi var tabii.

Erdoğan’ın iyi ve sabırlı bir dinleyici olduğunu öteden beri biliyoruz.

Yaptığı toplantılarda çalışma ekibi ya da katılımcılar konuşurken düzenli bir şekilde notlar aldığını da.

İşin bu kısmını hatırlatıp, “O notları ne yapıyorsunuz? Hatıralarım türü bir eser çıkarmayı düşünüyor musunuz” diye sordum.

“Bu notları özel kalemine ilettiğini ve orada tasnif edildiğini”dile getirmekle yetindi.

Öğrencilerden biri, sosyal medya ile ilgili bir soru sordu. Üzerine, “O tweetleri siz mi atıyorsunuz” diye sordum.

Cevabından anlıyoruz ki Erdoğan, kullanmakla birlikte sosyal medya ile arasındaki mesafesini korumaya devam ediyor:

“Ben ekibimi kurdum tweetleri onlar atıyor. Çünkü tweete pek iyi bakmıyorum. Konuları bilirler, ona göre hemen sorarlar. Biz de uygundur deriz ve atarlar. Şimdi ben bir de onlarla uğraşırsam bu çalışmaları kim yürütecek”.

“YALNIZLIK HİSSEDİYOR MUSUNUZ?”

Yayına katılan öğrencilerden bir tanesi Cumhurbaşkanı’na “Siyasette kendinizi yalnız hissediyor musunuz” diye sordu.

Erdoğan’ın bu soruya verdiği yanıtı önemli buluyorum.

Araya girmeden aktaralım:

“Zaman zaman ‘Yalnız adam’ rolünü oynadığımı söyleyenler oluyor. Bunları doğru bir yaklaşım olarak görmüyorum. Bizim işimiz tamamen bir kollektif aklın bir ortak dayanışmanın ve ‘Ve şavirhum fil emr’ hükmünün gereği olarak yani ‘Bütün işlerinizde istişare ediniz’ hükmü gereği istişareye dayalı olarak yürür. Benim istişarede konuya dayalı olarak ekiplerim vardır. Bu Kabine herhalde boşuna değil. Kabine içerisindeki arkadaşlarımın belli bir alanı var. Diyelim ki terörle ilgili bir karar vereceğim, bu alanda kimlerle görüşme yapmam gerekir, bunlar bellidir. Sürekli olarak bu istişare mekanizmasını, kollektif akla dayalı olarak sürdürürüm. Bundan da taviz vermem asla mümkün değil.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yayın planımızı bir buçuk saat sürecek şekilde yapmıştık.

Gençlerden pırıltısı olan sorular geldikçe, Erdoğan’ın da bu durumdan memnun olduğunu fark edince, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un onayıyla uzattıkça uzattık.

2,5 saati bulduk.

Bizimle vedalaştıktan sonra yayın yaptığımız yerin karşısında bulunan bir kafeye girdi.

Üsküdar sahilinde dolaşırken Cumhurbaşkanı’nın orada olduğunu öğrenip gelen yüzlerce kişi ile selamlaştı.

Programın içeriğiyle ilgili önemsediğim iki başlık daha var.

Biri Ayasofya, diğer ‘Devletten iş bekleyenlerle’ ilgili.

Kısmet olursa yarın oradan devam ederiz.

***

Popülizme Karşı Erdoğan Duruşu

Dünkü yazıda Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile pazartesi akşamı yaptığımız yayına dair izlenimleri paylaşmıştım.

Bugün o yayınının içeriğinden yola çıkarak, birkaç temel konuda Erdoğan’ın güncel yaklaşımlarını aktarmak istiyorum.

Program sırasında soru soran üniversite öğrencilerinden biri, “Üniversitede okuyoruz ama işsizlik kaygısı taşıyoruz, buna bir çare bulabilir misiniz?” diye bir soru sordu.

Yerinde, karşılığı olan bir soruydu bu.

İşsizlik meselesi hükümetler açısından yönetim sorumluluğu alanına giren sorunlardan biri.

Ama bu sorumluluk, insanların elinden tutup seni şurada işe yerleştiriyorum biçiminde değil, uygulanan politikalarla istihdam alanının açık ve canlı tutulmasına dönüktür.

Üzerinde durmakta olduğumuz konu da, son dönemde daha bir belirgin hale gelen, herkesin iş bulmak için sadece ‘devlet kapısına’ yönelmesi meselesi.

Soru gelince, “Acaba nasıl bir cevap verecek” diyerek gözlerimiz Erdoğan’a dönünce, bu konudaki temel yaklaşımının güncel halinin de değişmediğini öğrenmiş olduk.

Şöyle dedi Cumhurbaşkanı:

“Bizim toplumumuzda şöyle bir sıkıntı var. “Devlete girersem, kimse beni atamaz” havası var. “Devlete kapağı atma” diye bir laf var ya, bunun olmaması lazım. Ben kendime güveniyor muyum? Güveniyorum. Niye ben özel sektöre gitmeyeyim. Kendini özel sektörde de ispat et. Dolayısıyla devlet, kendisine inanmayanların, güvenmeyenlerin gittiği bir kapı olmamalı. Çekinmemek lazım.”

Erdoğan konuyla ilgili olarak kendisinden de bir örnek verdi, geçmişte devleti bırakıp özel sektöre geçtiğinde maaşının dört kat arttığını söyledi.

Son birkaç yıldır özellikle seçim dönemleri devlet kapısında iş bekleyenlerin iletişim araçlarını kullanarak bu işi bir lobiye dönüştürüp ‘baskılamaya’ geçtiği dönemler haline geldi.

Bu lobilere karşı verilen cevap biçimi de popülizmin sınırlarının aşılıp aşılmadığının bir testine dönüşüyor.

Bir seçim döneminde Erdoğan’ın bu alandaki yaklaşım biçimini, açık sözlülüğünü değerli bulduğumu belirtmeliyim.

Yayında da bir cümle ile ifade ettiğim gibi, Türkiye ekonomisi özel sektör eliyle büyümüş bir ekonomidir.

Hükümetler, uyguladıkları politikalarla özel sektörün önünü açabildikleri kadar açarlar, işsizlik rakamları da o politikalarla uyumlu şekilde gelişir.

Hele hele yatırımını, üretimini, ticaretini ‘alın teri’ ile yapmak durumunda olan Türkiye için bu kural daha fazla geçerlidir.

Yani, herkesin iş bulmak için devlete yöneldiği bir ülkede, ne devlet bu ihtiyaca karşılık verebilir, ne de uygulanması halinde o ülkenin ekonomik kalkınması mümkün olabilir.

Yayın sırasında öğrencilerden bir başkası, “Birçok öğrencinin ortak derdi olan KYK borçlarının affı veya indirimi var mı” diye sordu.

Erdoğan, “Bu soruya iki türlü cevap verilir. Bir, Bay Kemal gibi, bir Tayyip Erdoğan gibi” dedikten sonra Erdoğan gibi bir cevap verdi.

Şöyle dedi:

“Bay Kemal gibi cevap verirsek, ‘Sildim gittim’ der. Ama benim Erdoğan gibi cevap vermem lazım. Ben 82 milyonun hakkının olduğu bir parayı korumam lazım. Sigortalı bir işe girdiğin andan itibaren taksitli olarak, faizsiz olarak ödüyorsun.”

Bir de Ayasofya mevzuu var.

En son Yeni Zelanda’da cami katliamı yapan teröristin “Ayasofya’yı camiye çevirirseniz, minarelerinizi yıkarız” tehditleri, Türkiye’de de doğal olarak büyük bir öfke ile karşılandı.

Peki, ama böyle bir tahrike karşı nasıl cevap vermeli?

Dikkatle dinlediğim sözlerinden Erdoğan’ın bu konuda da aklıselim bir duruş sergilediği sonucunu çıkardım.

“Orada Kur’ân tilaveti de yaptık. Belli bir bölümde şu an namaz da kılınıyor. Unutmayalım, dünyanın birçok ülkesinde bizim binlerce camimiz var. Acaba bunu söyleyenler, bu camilerin başına ne gelir, bunu düşünüyor mu?”

Erdoğan, Ayasofya’yı camiye dönüştürebiliriz, bu bizim için sorun değil ama getirisini, götürüsünü iyi hesap etmek durumundayız diyor.

Bir de Türkiye’nin, İstanbul’un dört bir yanında açık durumda olan camileri hatırlatıyor.

Ayasofya’nın yanı başındaki Sultanahmet’in cemaat sıkıntısına atıf yapıyor.

Yani, mesele namaz kılacak yer meselesi ise, bu anlamda bir sorun yok demek istiyor.

Restleşmenin gerektiği hallerde, Erdoğan’ın büyük bir cesaretle dünya âleme nasıl mesajlar verdiğine dair tonla örnek mevcut.

Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi, her inançlı insanın gönlünden geçen bir temennidir.

Bir gün olacaktır inşallah.

Ama getirisini, götürüsünü ve zamanlamasını iyi hesap etmek gerekiyor.

Gündem Haberleri

Hakan Fidan'dan BRICS’e ortaklıkla ilgili bir teklif aldık
ABD'den Türkiye'ye "Hamas'a ev sahipliği yapmayın" uyarısı
10 Kasım dayatmasında yeni dönem: Törene katılmayan öğrenci için veliden savunma istediler
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan: UCM'nin kararı "umut verici"
Orhan Miroğlu: Bilimsel düşüncenin önündeki en büyük engel Kemalizmdir