Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın

Aydın Ünal, Cuma hutbelerinin geçmişte bir haberleşme aracı ve eğitim rolüne sahip olduğunu ancak günümüzde bu etkisini artık kaybettiğini aktarıyor.

Aydın Ünal/Yeni Şafak

Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın

Televizyon, radyo, gazete, dergi, internet yok iken, kitaplar sadece kısıtlı bir kesime ulaşabilirken cuma hutbeleri vardı; bugün de hâlâ haberleşme, bilgilendirme, eğitme aracı olarak, hem de diğer tüm modern medyadan daha kapsayıcı ve daha etkili biçimde cuma hutbeleri var.

Modern medyanın, özellikle de internetle hayatımıza giren sosyal medyanın; toplumu, genç nesilleri çürüttüğünden şikâyet ediyoruz. İyi de elimizdeki en etkili medya olan, her hafta milyonlarca insanın camiye gidip muhatap kaldığı cuma hutbelerini yeterince verimli kullanabiliyor muyuz?

Geçen hafta cuma hutbesi “Âdab ve Erkânıyla Cuma Namazı” başlığını taşıyordu. Cuma namazına gelmiş ve pürdikkat hutbe dinleyenlere “Cumanın Faziletleri” anlatılıyordu. Önceki haftalarda ise “Merhamet”, “Can Dokunulmazlığı”, “Vatan Müdafaası”, “Allah’ı ve Ahireti Unutmamak”, “Cami”, “Çevre”, “Takva” gibi konular ele alınmıştı.

Din dilimiz yorgun; şahsen ben de, eminim ki benim gibi milyonlar da din dilinden yorgun. Hutbe başlayıp da imam birkaç cümleyi okuyunca, yıllardır, aynı kelimelerle, aynı cümlelerle, aynı vurguyla ifade edilen aynı konuları duymanın verdiği kulak alışkanlığıyla hutbeden kopuyoruz, dikkatimiz dağılıveriyor.

Hutbe yazmak kolay değil. Cuma hutbeleri İslâm tarihinin hemen tamamında tartışma konusu olmuş. Halifeler, sultanlar, beyler, valiler hutbelerin kendi adlarına okunması ve hutbelerde iktidarlarının propagandası için müdahaleler yapmışlar. Osmanlı’da hutbeler dönemin ortak dili olan Arapça ile okunurken, 1800’lerden itibaren dil tartışması başlamış, örneğin Ali Süavi, Muallim Naci, Sırat-ı Müstakim Dergisi, hutbelerin Türkçe okunması üzerine makaleler yazmışlar. Türkiye’de Cumhuriyet’le birlikte hutbeler üzerinde epeyce işlem gerçekleştirilmiş: Kimi zaman tamamı, kimi zaman bir kısmı Türkçeleştirilmiş. Daha ilk yıllardan itibaren “hutbe kitapları” hazırlanmış, hocalara dağıtılmış, kitaplardaki konuların dışına çıkılmaması emri verilmiş. Hutbelerin “suya-sabuna dokunmayan”, itaat ve sadakati telkin eden, milli meselelerde duyarlılık çağrısı yapan, dönüştürücü, boyun eğdirici, eleştiriden uzak bir mahiyette yazılmasına dikkat edilmiş. Hutbelerin cemaati “uyutabilmesi” için her yola başvurulmuş.

Bugün ulaştığımız özgürlük ortamında artık hutbeleri, hutbelerin konusunu, dilini de sorgulama fırsatımız var. Hutbelere takılmış prangaları kırıp atmak hususunda geç bile kaldık.

Kuşkusuz bugün de hutbe yazmak kolay değil. Cemaat cuma namazlarında aynı çatı altında toplansa da çok farklı hassasiyetler taşıyor. Siyasetin gündelik hayata bu kadar müdahil olduğu bir zeminde hutbelerin her kelimesini özenle seçmek gerekiyor. Ancak bu haklı hassasiyetin hutbelerin konusunu, dilini, üslubunu gereğinden fazla daraltmasına da müsaade etmemek gerekiyor.

Her cuma camiye gelen ve cuma namazının bir erkânı olarak pürdikkat hutbeyi dinleyen cemaate anlatacak, hutbenin başından sonuna kadar cemaatin ilgisini uyanık tutacak, onları bilgilendirecek, zihinlerini harekete geçirecek, etkisi cuma namazından sonra da devam edecek hatta gelmeyenlere de aktarılabilecek nice konu var; bu konuları anlatmak için nice kelime, cümle ve üslup var.

Örneğin neden trafikte yaşanan ihlallerin bir “kul hakkı ihlâli” olduğu anlatılmasın ki? Mesela sosyal medyadaki kontrolsüzlük, sınırsızlık, edepsizlik, ahlâksızlık neden konu edinilmesin ki? Çevre duyarlılığı gibi geniş ve genel konular yerine, örneğin sokağa tükürmenin, çöp atmanın çirkinliği etkili bir dil ve üslupla neden cemaate aktarılmasın ki? Hutbelerin döne döne anlattığı, sürekli tekrar ettiği, örneğin merhamet gibi, örneğin vicdan gibi, haram-helal gibi, ölüm-ahiret gibi konular, farklı bir dille, dikkat çekici bir dille, yeni kavramlarla, örneklerle neden ele alınmasın ki? Asla siyaset olmasın, tartışmalı konulara girilmesin ama hepimizin mutabık olduğu milli meseleler neden konuşulmasın ki?

Cuma namazlarına giderken, cemaat, “Acaba bu hafta hoca ne anlatacak? Acaba bu hafta nasıl bir sohbet ziyafeti yaşayacağız? Acaba neler öğreneceğiz?” ilgi ve merakıyla camiye neden koşarak gitmesin ki?

Yeni bir hutbe diline, yeni bir hutbe anlayışına ihtiyacımız var. Diyanet İşleri Başkanlığı bu hutbeleri hazırlayacak, imamlarımız da en iyi şekilde aktaracak kapasiteye ziyadesiyle sahip. Modern medyanın milli güvenliği bile tehdit ettiği, milletin, devletin, toplumun, dinî ve ahlâkî değerlerin altını oyduğu bir ortamda, kimsenin dinlemediği, dinlemeyeceği, din dili yorgunu hutbeler irat etmek, hesabı verilemeyecek

kul hakkı ihlâlidir, zaman israfıdır, büyük bir fırsatın hebasıdır. Cuma namazına girdiği gibi çıkan her bir cemaat ziyandır.

Yorum Analiz Haberleri

Camiler Ermeni, Rum ve Yahudilere de satılmış
Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?
Kemalizm’e has bu Laiklik Fransa’da bile yok!