Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (sav) hayatının her döneminde “el emin” sıfatıyla tanındı ve düşmanlarından dahi daima saygı gördü.
Kur’an-ı Kerim, Allah Resulü’nün eşsiz karakterini tanımlarken “en güzel ahlak üzere” olduğundan hiç şüphe edilemeyeceğini vurguladı ısrarla. Nihayet, emanet ve sadakati karakter edindiğimiz oranda kamil mü’min olacağımızı, Allah’ın rızasına kavuşacağımızı bize nasihat eden bir Resul’ün (sav) ümmetiyiz, elhamdülillah. Allah Resulü’nün iman ile yalanın asla bir arada bulunamayacağını ashabına ve ümmetine defaatle tembih ettiğini de yalanın nifak ve münafıklık hususundaki en güçlü alamet olduğuna ilişkin birçok sahih hadisi beyan ettiğini de hepimiz gayet iyi biliyoruz. Gayet iyi biliyoruz diyerek gururlanıyoruz ama suizandan, tecessüsten, kötü lakap takmaktan, insanları alay konusu yapmaktan, yalan ve iftiradan ateşten kaçar gibi kaçınıyor muyuz peki?
İşte bu mesele oldukça müşkül, ziyadesiyle sıkıntılı bir alan çünkü yaygın ve derin ahlaki zafiyetlerin başında bu alanlar geliyor.
Peki, Allah’ın ayetlerini ve Resulullah’ın sünnetini halka anlatması gereken hocalar yalana, iftiraya, suizanna, fitne ve düşmanlık tohumları ekmeye çok heveskar davranırsa nasıl bir çözüm yolu izleyeceğiz? Uzun bir dönem Fetullahçı şebekenin Şii-Batıni gelenekten devşirip siyasal ve bürokratik iktidar mücadelesinde bir maymuncuk gibi kullandığı takıyye-gizle(n)me taktiğinin bütün bir ümmetin başına nasıl da büyük bir bela olduğunu idrak etmek için 15 Temmuz felaketinin yaşanması gerekmiyordu oysa. Batıl bir yolla, batıl bir söz ve davranışla hiçbir surette hayır murat edilemeyeceği bize sıkı sıkıya tembih edilmişken “bu zamanda mecburuz, başka yol kalmadı” gibi vesveselerle bir toplumun kendini aldatmasının bedeli elbette çok ağır oldu.
Şimdi bir başka hocaefendinin benzer atraksiyonlarıyla muhatabız lakin yüksek sesle karşı çıkan, sabır ve sebatla itiraz edenler çok az maalesef. Fatih Altaylı ve Ahmet Hakan gibi sicilleri ve kimlikleri ziyadesiyle sorunlu medya fenomenlerinin programlarına sık sık konuk olup saatler boyu yapılan ölçüsüz konuşmalar, münasebetsiz benzetmeler, ihbar ve iftira üzerine kurulu provokatif söylemlerin Kemalizme hizmet ettiği, laik-ulusalcı oligarşiyi memnun ettiği ama İslam’a ve Müslümanlara zarar verdiği aşikar elbette. Araya komiklik olsun diye sıkıştırılan fıkralar, sempatik görüntü verme hesabına gülünç misaller sokuşturuluyor olsa da ne bir İslam davetçisi görülüyor ekranda ne de küfrü, şirki, fıskı, putperetsliği teşhir edip kınayan bir Kur’ani söylem işitiliyor.
Zaten Cübbeli Hocaefendi’yi Atatürk’e şükran duyan ve daima dua eden yönü dolayısıyla, siyasal-sosyal gelişmeler karşısında hızlı ve kıvrak pozisyon alışları dolayısıyla medyada olağanüstü bir ilgi duyuluyor. Yerli ve milli hoca, her meseleyi devlet, devlet sınıfları ama hassaten Türkçü ve Türkiyeci ölçülerine göre tevil etme becerisinden ötürü itibar görüyor ve şöhreti büyütülüyor. Hatırlarsınız bir süre önce “iki binden fazla selefi dernek silahlanıyor, iç savaş hazırlıkları had safhada” cümleleriyle Türkiye kamuoyunu çalkalamış, siyaset ve toplumu kaygı ve korkuya sevk etmeye girişmişti.
20 Eylül 2020’de yine bu sayfalarda “Müfteri ve muhbir mi olmalı, muttaki ve muslih mi?” başlık yazımızda bütün bir ülkeyi provoke etmeye yeltenen Cübbeli Hocaefendi’nin yalan, iftira ve tutarsızlıklarına değinmiş, bu sürecin dört dörtlük bir fitne operasyonu olduğunu ifade etmiştik.
Yine benzer bir süreç işliyor maalesef.
Ümit Özdağ gibi ırkçı-faşist karakterle maruf, toplumu alenen fitne ve düşmanlık hisleriyle birbirine karşı kışkırtan İslam düşmanı bir tipi kendisine referans alan Cübbeli Hocaefendi’nin son marifetini hepimiz izledik. Adapazarı Tozlu Camii’nde Kuveyt Ulemasından Osman El Hamis’in vaaz vermesine Cumhuriyet, Odatv, Yeniçağ, Sözcü, TELE 1, Aykırı, Medyascope, Diken gibi yayın organlarının tepki göstermesinde, olayı çarpıtarak haberleştirmelerinde şaşılacak hiçbir şey yok. Sicilleri ve cibilliyetleri ne gerekiyorsa onu yapıyorlar. Fakat güya “ehli sünnet”i müdafaa adına Cübbeli Hocaefendi’nin halkı infiale sürüklemek ve Diyanet İşleri Başkanlığı’na savaş açmak üzere seferberlik ilan etmesine ne demeli?
Cübbeli Hocaefendi’ye göre “Diyanet camileri Vehhabilere açıyor”muş. Üstelik bu Selefi Vehhabiler de “bütün Müslümanlara kafir diyor”muş!
Özetle “Diyanet, Selefi Vehhabiliğe hizmet edip iç savaşı körüklüyor”muş. Halbuki Sakarya Müftüsü Hasan Basiş, Osman El Hamis’in vaazı sırasında hiçbir sıkıntılı, provokatif durumun olmadığını, Allah ve Resulü’ne itaat üzerine nasihat edildiğini, Vehhabilik propagandası gibi bir mevzunun hiç geçmediğini, kendisinin de çok takdir ettiği ve beğendiği konuşmanın da bütünüyle kayıt altında olduğunu beyan etti. Fakat Cübbeli Hocaefendi son dönemde Ümit Özdağ gibi ırkçı-faşist provokatrörlerle paslaşmayı pek sevdiği için Diyanet İşleri’nin ve Sakarya Müftülüğü’nün açıklamalarına hiç itibar etmedi.
Bilakis Selefiliği düşman ilan edip, Arap ulemanın Türkiye’ye giriş çıkışlarının acilen iptal edilmesi çağrısında bulundu. Selefiliği terörle eşitlemek, Arapları bozgunculukla suçlamak, Körfez ülkelerinden gelen Müslüman kardeşlerimizi tekfircilikle itham etmek İslam’ın bize öğrettiği itikadi ve ahlaki karakterle hiç bağdaşmaz. Eksikleri, kusurları, aşırılıkları yine İslam’ın usul ve üslubu dairesinde tartışır, nasihat ile ıslah etmeye girişiriz elbette.
Lakin bu süreci Kemalist perspektifle ve provokatif yöntemlerle örgütlemeye kalkışmak hiçbir surette iyi niyet ve sahih hedefle izah edilemez. Irkçı-faşist propagandaya malzeme tedariki için heveslenmek, emperyalist ve sömürgeci hedefler doğrultusunda Türk-Arap düşmanlığını tahrik etmeye yeltenmek, Sünnilik ve Selefiliği bir birbirinin parçası değil de hasmı ve düşmanı gibi lanse etmek nifak ve fitne tohumlarını İslam toplumunun içine serpiştirmek demektir. Yalan ve iftiradan sakınmak bir tarafa yalan ve iftirayla hareket etmek, hüsnü zannı geçip suizannı karakter haline getirmek, “kardeşlerinizin arasını düzeltin” emrine rağmen kardeşler arasında bozgunculuğa soyunmak işin rengini, misyonun niteliğini tümüyle değiştirir. İslam toplumunun sorunlarını gidermek için çaba sarf etmek, ter dökmek, sabır ve sebatla kardeşliği tahkim etmekle mükellef olduğumuzu unutanlar, ciddiye almayanlar veya hilafına çalışanlar büyük bir vebal yükleniyorlar. Bu ağır vebale hiçbir surette ortak değiliz ve Müslüman toplum arasına ekilmek istenen fitne, düşmanlık ve nefret tohumlarını kurutmaya ahdettik inşallah.
Yeni Akit