Zaman zaman gündemin geri sıralarına itilmeye çalışılsa da, Türkiye'nin en önemli, en can yakıcı sorunu Güneydoğu meselesi veya Kürt sorunudur.
Defalarca dile getirildiği üzere sorunun, politik, ekonomik, kültürel, uluslararası, hukukî, güvenlik, tarihî ve psikolojik-sosyal boyutları vardır. Her defasında bir boyutu öne çıkar, kendini hissettirdiği yönüyle sorun tek bir boyuta indirgenir. Halbuki söz konusu boyutlarının tümü kaale alınıp resmin tamamı görülmeden bu sorunun çözümü mümkün görünmemektedir.
Açıkça ifade etmek gerekir ki, karşı karşıya bulunduğumuz konu "etnik sorun"dur. Kürtlerin ezici çoğunluğu hâlâ Türkiye'de bölünmeden yana değilse de, etnik kimliklerinin tanınmasını ve kültürel haklarının sistem içinde yer almasını ısrarla talep etmektedirler. Eskiden dinî hassasiyetleri yüksek çevreler etnik kimliğe pek sıcak bakmazlardı, ancak şimdi "din, İslam kardeşliği ve ümmet bilinci" gibi değerleri koruyor ve savunuyor olmalarına rağmen, "Kürtler" olarak kimliklerinin tanınmasını istiyorlar. Bir gerçeği kabullenmek zorundayız: Kürt olmayan gruplar, ya bu ısrarlı talebi makul bir çerçevede ele alıp konuşacak, müzakeresini yapıp 'Nasıl bir arada yaşayabiliriz?' sorusuna cevap bulacak veya her geçen gün istikrar ve huzur biraz daha bozulacak. Sorun istismara ve suistimale o kadar açık hale gelmiş ki, içeride ve dışarıda neredeyse herkes bizim zaafımızdan istifade etmeyi ihmal etmiyor.
Geldiği noktada, "PKK" ile "Kürt sorunu" arasında belli bir sınır koymaktan yana olanlara hak vermiyor değilim, hakikaten bu örgüt karmaşık hale gelmiş, niçin, kimin değirmenine su taşıdığı konusu flulaşmış bulunmaktadır. Eskisine oranla pek homojen olmadığı da söylenebilir. Ama kaç fraksiyona bölünmüş olursa olsun, hangi iç ve dış mihraklara, politik çevrelere hizmet ediyor olursa olsun, sonuçta PKK'yı var kılan temel argümanı Kürt sorunudur. PKK, bu zemin üzerinde hareket etmektedir. O halde belirtmek gerekir ki, bugün yaklaşık 5 bin üyesi olan PKK'yı lider ve tüm üye kadrosuyla ortadan kaldırsanız bile, sorunun kendisi ortada durdukça, konunun asıl kaynaklarına inilip sahici, kalıcı ve tatminkâr çözümler bulunmadıkça, yeni PKK'lar ortaya çıkacaktır. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Nihayet yeni elemanlar bulmakta hiç zorluk çekmiyor, katılımlarda herhangi bir azalma gözlenmiyor.
Aktütün baskınından sonra sorunun güvenlik boyutu bir kere daha öne çıktı. Bu doğaldır, çünkü ortada bir baskın ve çatışma söz konusudur, 17 asker hayatını kaybetmiştir, anaların yüreği yanmıştır. Ama bu, bizi askerleri sorunun çözümünde tek yetkili, tek merci kabul etmeye ve meseleyi salt güvenlik/asayişe indirgeme hatasına sürüklememelidir. İlker Başbuğ'un Güneydoğu'ya gidip halkın arasına karışmasını, Diyarbakır'da belirlenmiş bazı sivil toplum kuruluşları ve oda başkanlarıyla görüşmesini, sorunun politik ve sosyal çözümü üzerinde fikir teatisinde bulunmasını atılmış önemli bir adım olarak görenler var. Bu yazının yazıldığı saatlerde, televizyonlar, yine Sayın Başbuğ'un belli başlı "stratejik araştırma merkezi" yetkilileriyle bir toplantı düzenlediği haberini geçiyordu. Daha önce de buna benzer teşebbüslerde bulunulduğu anlaşılıyor. Mesela bu satırlar çok ilginç: "İlker Başbuğ, terör uzmanlarıyla 5'li, 6'lı gruplar halinde görüşmeler yapıyor. Başbuğ'un gönderdiği davetiyelerde, gündem için 'güvenlik dışındaki konular' ibaresi var. 'Terörle mücadelenin güvenlik boyutu zaten tavizsiz, kararlı biçimde sürdürülüyor.' Burada aranan şey sosyal, kültürel, psikolojik ve ekonomik çözüm yollarına dönük fikir jimnastiği." (İsmail Küçükkaya, Akşam, 5 Ekim 2008)
Bu haber ve bilgiler, askerin, sorunu kendi ilgi ve yetki sahası olan "güvenlik/asayiş" dışındaki yönleriyle de ele almak istediğini, bu amaçla önemli adımlar attığını gösteriyor. Pekiyi, sivil siyasetçiler, hükümet, iktidar partisi bu işin neresinde? Belirtmek gerekir ki, hükümetin bu işi askerlere havale ettiği intibaı uyanırsa, sorun azar, çözüm başka bahara kalır. Doğru adres siviller ve Meclis'tir.
ZAMAN