Çözümsüzlük Bayramı Coşkuyla Kutlanıyor

KENAN ALPAY


Çözüm süreci yaşıyor mu? En iyi ihtimalle bitkisel bir hayattadır ölmemişse bile. Çünkü HDP, seçim sürecinde devlet sınıflarının kendisine yüklenmek istediği role dört elle sarılmayı marifet bilerek siyaset yürüttü. Gelinen nokta itibariyle AK Parti'siz bir koalisyon kurma imkanı olmadığına göre HDP'nin "Masayı AK Parti Hükümeti yıktı. Erdoğan Dolmabahçe mutabakatını inkar ediyor" söylemi faydasız bir çırpınıştır.

CHP'ye verdikleri vekalet üzerinden işler kılmak istedikleri MHP'li koalisyon formüllerine aldıkları zelil kılıcı cevaplar HDP açısından ne kadar öğretici olmuştur bilemeyiz. Ancak bu süreçte PKK tarafından tekraren tırmandırılan kör ve mantık dışı şiddet sarmalının hangi siyaset tarzını felç edeceğini iyi hesaplamak icap ediyor.

Çünkü çözüm sürecini sabote etme sadedinde ileri sürülebilecek gerekçelerin en ahmakçası olan "askeri amaçlı baraj inşaatlarını engellemek adına yol kesme, şantiye basma ve iş makinelerini kundaklama" gerekçesidir herhalde.

Namluların Hegemonyasına Yaslanma Konforu  

Dolmabahçe Mutabakatı denilen sürecin hem olumlu bulup hem de bu mutabakatın zaruri neticesi olan PKK'nın silahsızlanma kongresi toplama sorumluluğunu görmezden gelerek barış güvercini rolü kesmek ne manaya gelir? Silahsızlanma deklarasyonu bir yana günden güne alan hakimiyetini genişletmek/derinleştirmek fırsatçılığına göz yumulması bekleniyor. Eğer böyle olmasaydı bütün yakıp yıkmalara hatta KCK tarafından baraj inşaatlarını askeri amaçlara, Kürdistan'ı insansızlaştırmaya hatta kültürel soykırıma bağlayan ilerici kafa yapısının 'süreç bitti' tehditlerine sadece 'kaygı verici' demekle yetinmezlerdi.

Gerillaların kurup yönettiği 'özgürlük hareketi' baraj yapımını üstlenen müteahhit firmaları bütün araç gereçleriyle, insan kaynaklarıyla hedef ilan ederken 'siyasi kanat' olarak HDP'nin itiraz hakkı da gücü de ne alemde peki? Eş Başkan Demirtaş'ın bu husustaki cevabı iki cepheli elbette. Birincisi şu: "HDP önemli ve güçlü bir aktördür meşruiyetini halktan alan bir aktördür." İkincisi de şöyle: "Biz HDP olarak PKK silah bıraktıramayız yani çağrı yapsak dahi PKK kesinlikle bunu bir talimat olarak algılamaz. Çünkü PKK ile aramızda alt üst ilişkisi yok, hiyerarşi yok, bir organik ilişki yok."

Meşruiyetini halktan alan önemli ve güçlü bir aktörün mezkur tutumu muhakkak ki bir açıdan  acziyeti itiraftır. Fakat diğer taraftan da stratejik planda paylaşılan rolün ve hedefe varmakta izlenen iş bölümü piramidinin resmi ifadesidir. Fakat burada dikkat çekici olan husus "silahlı kanat-siyasi kanat" arasındaki dengenin demokratik ve liberal gerekçelerini üretme hususunda aydınlar sınıfında muazzam bir cevvaliyet ve seferberliğe fırsat teşkil etmesidir.

"Silahlı kanat-siyasi kanat dengesinde aydınların nasıl bir rolü olabilir ki?" demeyin sakın. Koalisyon turlarının başladığı bir vasatta Başbakan Davutoğlu ve bir çok siyasetçi-aydın, gazeteci bu hususa parmak bastı ya hemen birileri de telaşa düştü. "PKK'nın yakıp yıkmalı, gasplı kundaklamalı şantajlarıyla aranıza mesafe koyun, PKK çözüm sürecini sabote eden şiddetini kınayın" çağrıları HDP kadrolarından önce HDP üzerinde hegemonya kurmuş profesyonel aydınlarda 'kaşıntı' yaptı.

Pentatlon/Dekatlon kıyası üzerinden "Kandil'e, gerilla mantığına, silahlı propaganda birliklerine sırtını dönme" çağrısı yapan 'huysuz ihtiyar'  kim mi? Kendisi gibi 70'ine merdiven dayamış takım arkadaşları liberal aydın, demokrat bilirkişi ve küresel barış uzmanı olarak tanınıyorlar. Bu tip adamların "Ben bir Kürt siyaset adamı olsam PKK’yı lanetlemeyi aklıma getirmezdim" diye yazıp çizdiği konjonktürde tasfiye edilen askeri vesayetin yerine en çirkin aktör ve araçlarla gerilla vesayeti tahkim edilmeye çalışılıyor.

PKK'nın baskın ve kundaklama, cinayet ve tehditleri de, bunlara sosyolojik gerekçe ve demokratik tecrübe ihdas etmekle muvazzaf bu tip aydın-entelektüellerin varlığı da hiç şüphesiz klasik devlet sınıflarının bekasını teminat altına almaktadır.

Yeni Blok-Yeni Cephe

Kemalist kimliğiyle maruf aydın ve sanatçılardan alınan beyanatlar eskisi kadar ilgi görmediği için şimdilerde daha soft görüntü veren popüler isimlere yönelmekte fayda umuluyor anlaşılan. Mesela bu bağlamda Zaman Gazetesi, okuyucuları adına edebiyat dünyasının önemli isimlerinden Ahmet Ümit'e "Bugün yaşananlar pek iç açıcı değil. Türkiye'nin geleceğini nasıl görüyorsunuz?" sorusunu yöneltmiş. Anlamlı ve yerinde bir soru.

Ahmet Ümit, "yepyeni bir sayfa açma" ihtiyacından girmiş konuya. Devamında "kirli ve karanlık geçmişle hesaplaşmak şart" demiş. Ne var ki Ahmet Ümit'in cevaplarını okuyunca tarihsel derinliği 17/25 Aralık'tan geriye, politik analizi Rıza Zarrab'tan ileriye geçemeyen bir sığlıkla karşılaşmanın hüznüne gark oluyoruz. Belki sorulara hazırlıksız yakalanmıştır, belki de konuştuğu yayın organının okuyucularına "dertlerinizden ve önceliklerinizden haberdarım" mesajı vermek istemiştir. Bir ihtimal İstanbul Hatırası'ndaki kahramanı Komiser Nevzat'la Emniyet'teki Fethullahçı kadrolar arasında bir paralellik kurmuş olabilir, bilemiyoruz.

Edebiyat/roman kurgular gibi değil Ahmet Ümit'in bir siyasal cepheyi ikrar eder gibi kurduğu şu cümlelere yakından bir bakalım: "Çok güçlü bir muktedir var, bir zalim yapı var ama bakın Kürtler boyun eğmedi, Atatürkçüler boyun eğmedi, Hizmet Hareketi boyun eğmedi. Kimse eyvallah demiyor. Bu çok umut verici ve değerli bir şey."

Kimlerin boyun eğmemesi ve eyvallah etmemesi çok umut verici ve değerliymiş? Bir 'cephe siyaseti' polisiye roman tadında en güzel böyle tasvir edilir herhalde, Maşallah!